Yetkinlik kavramından bahseder misiniz?
“Yetkinlik” veya eskilerin ifadesiyle “Kemâl”, nitelik bakımından daha üstün bir durumun olmaması, bir şeyin her açıdan tam olması, herhangi bir eksiklik içermemesi veya mükemmelliğin tam olarak oluşması ve daha mükemmelinin bulunmaması halidir. Örnek olması açısından ifade etmek gerekirse bu tanımların tam karşılığı olarak İslam filozoflarının bu âlem hakkında ifade ettikleri “âlemin en mükemmel şekilde yaratılmış olduğu ve daha mükemmelinin mümkün olmadığı” düşüncesini zikretmek mümkündür. Bu açıdan bakıldığında “Yetkinlik”, Allah’ın bir özelliği olarak karşımızda durur.
Diğer taraftan “İnsanlar açısından yetkinlik nedir?” diye sorulacak olursa o zaman gözümüzü Hz. Peygamber’e (s.a.v.) çeviririz. Çünkü insanlar içinde yetkinlik özelliği olan örnek insandır Hz. Peygamber. Yetkinlik, normal bir insan açısından ne anlam ifade eder? sorusu akla gelebilir. Normal yani peygamberlik vasfı olmayan diğer insanlar açısından da yetkinlik, ulaşılması gereken bir hedeftir. Ancak burada Hz. Peygamber’in farkı, normal bir insanın ulaşabileceği son nokta olmasıdır. Yani Hz. Peygamber örnektir. Diğer ona tabi olan insanlar da onun gibi olmaya çalışırlar. Artık ne kadar ulaşabilirlerse. Çünkü bu uğraş kişinin kapasitesi, eğitimi, çevresi ve maddi durumu açısından oluşan bir durumdur. Bu durumu, örneğin sahabeler arasında oluşan farklılıklardan da anlamak mümkündür. Bazısı cömert, bazısı hayâ sahibi, bazısı adaletin ölçütü olmuş adeta, bazısı ilmî yetkinlik açısından ileri gitmiş. Bütün bu durumlar yani yetkinliğin farklılığı, kişinin kendi kapasitesi ve ilgi alanı ile alakalı olarak ortaya çıkmıştır.
Yetkinliğin ölçütü nedir? Mutlak yetkinlikten söz edilebilir mi?
Konunun daha iyi anlaşılması açısından sorunuzun ikinci bölümünden başlayalım isterseniz. Mutlak yetkinlik Allah açısından söz konusudur. Çünkü O, Tam’dır, Bir’dir, eşi ve benzeri yoktur, hiçbir şeye muhtaç değildir, varlığı kendindendir ve konumuz açısından bakıldığında yetkinliği bizzat yaratan ve yarattığı varlıklara da yetkin olma özelliği verendir. Mutlak yetkinlikte sadece yetkin olmak yetmiyor. Hem yetkin olacak hem yetkinliği yaratacak ve hem de yarattığı varlıklarda yetkinliği elde edebilecek özellikte yaratacaktır. Mutlak yetkinlik böyle bir şeydir. Diğer varlıkların yetkinliği ise süreç içinde oluşan bir özelliktir. Yani sonradan öğrenilir. Önünde bir örnek olmazsa öğrenemez. Onun için peygamberler gönderilir. Yani bana göre peygamberlerin gönderilme sebeplerinden biri de, diğer insanların nasıl yetkinleşebileceklerini göstermesidir. Onun için Kur’ân’da (Ahzâb, 33/21) Hz. Peygamber “Usve-i Hasene” yani “güzel örnek” olarak tanımlanır. Böylece sorunun birinci kısmının cevabı da ortaya çıkmış olur. Yani insanlar için yetkinlik ölçütü Hz. Peygamber’dir. Her Müslüman onun gibi yaşamak, onun gibi bir ahlaka sahip olmak, onun gibi inanmak, onun gibi ibadet etmek ve onun gibi mükemmel olmak için çabalar. Belki de Müslüman’ın bu çabası yetkinleşmesinden daha önemlidir. Çünkü çaba sarf etmek, aynı zamanda yolda olmaktır. Hedefine ulaşmaya çalışmaktır. Müminin niyetinin amelinden üstün olmasının anlamı da belki burada yatar. İstikamet üzere olmak yani. Bir ömür boyu, yetkinlik ölçütü olarak kabul ettiği Hz. Peygamber gibi olmak için onun izinden gitmek.
Diğer taraftan insanda önce düşünsel anlamda yetkinlik oluşmalı, daha sonra düşünceden davranışlara geçerek hayatın her alanına yayılmalıdır.
Yetkin varlıklar hangileridir, farklı yetkinlik türleri var mıdır?
Yukarıda da ifade ettiğim gibi gerçek anlamda yetkin varlık sadece Allah’tır. Allah haricinde mutlak yetkin veya kemal sahibi bir varlık yoktur. Aynı zamanda Allah, yetkinliğin kaynağıdır, yaratanıdır. Bu açıdan her açıdan mutlak kemal sahibi varlık Allah’tır. Diğer varlıkların -mümkün varlıklar olarak adlandırdığımız- var olması, başka varlığın tercihi ile var olmuş varlıkların yetkinliği hayatta kaldıkları zaman dilimi içinde yavaş yavaş elde edilen yetkinliktir. Örneğin eğitim, öğretim yoluyla devam eden bir süreç veya örneğin tasavvuf ilminin insanlar üzerinde hedeflediği terbiye yoluyla elde edilen ahlaki davranış açısından elde edilen yetkinlik gibi.
Diğer taraftan her canlıya kendi yaratılış gayesine göre yetkinlik verilmiştir. Bu, Kur’ân’da Nahl Suresinde ifade edilen “Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.” (Nahl, 16/68-69) ayeti bu tür yetkinlikten yani her yaratılan varlığın kendi görevi çerçevesinde yetkinliklerle donatılmasından söz etmektedir.
Ancak burada göz önünde bulundurulması gereken husus, insandan başka hiçbir varlıkta akli yetkinleşme ve peşinden davranışsal bir yetkinleşme söz konusu değildir. Bu açıdan bakıldığında insanın yetkinleşme süreci, diğer varlıklardan farklı bir tarzda gelişir.
Yetkinlik nasıl kazanılır, yetkinliğin önündeki engeller nelerdir? İslam düşünürleri bu konuya nasıl yaklaşıyor?
Yetkinlik veya Kemal kazanmanın özellikle insan açısından bir süreç içerdiğini ifade etmiştim. İnsan doğduğunda her insana verilen bir akıl düzeyinde doğar. Sonra eğitim ve öğretim yoluyla bu süreci sürdürür. Yalnız burada ifade edilen eğitim ve öğretim sürecinden kastedilen okullardaki öğretim değil. Elbette okullardaki öğretim de yetkinleşmenin bir parçasını oluşturur. Ancak bilimsel, dinî ve ahlakî yetkinleşme insan hayatta olduğu sürece devam eden bir uğraşıdır. Çünkü mükemmelliğin sınırı yoktur.
Burada dikkat edilmesi gereken başka bir husus, bir insanın ben yetkinleştim, kemale erdim diyecek bir durumunun olmadığıdır. Çünkü insan ne kadar da yetkinleşse gerçek anlamda yetkinleşmesi söz konusu değildir. İnsanı değerli kılan şey, yetkinleşme süreci içinde sürekli kendini kontrol ederek yaşaması ve ölünceye kadar yetkinliği aramasıdır. Bu da dinî ibadetlere devam ve ahlakî güzelliklere sahip olmaya çalışmakla mümkün olur.
Yetkinliğin önündeki en büyük engel, kişinin kendini mükemmel görmesidir. Yani ben mükemmel bir insanım, gerek mesleki açıdan, gerekse ahlakî ve dinî açıdan mükemmel oldum, düşüncesi içine girmesidir. Bu durum telafisi mümkün olmayan zararlar ortaya çıkarır.
Bir diğer engel, insanın yetkinleşme konusunda düşünsel anlamda hiçbir fikrinin olmamasıdır. Başka bir ifade ile gündeminde böyle bir düşüncenin var olmaması veya bilmemesidir. Bu tip insanlar genelde hayatı boyunca bir meslekte mükemmelleşmek amacındadırlar. Orada da iş ahlakı olmadığı için istedikleri alanda tam yetkinliği yakalamaları mümkün değildir. Bazen insanlar bunu bildikleri halde böyle bir yola girmek ve ömür boyu bu disiplin içinde yaşamayı göze alamamaları neticesinde yetkinleşme sürecine giremez.
İslam düşüncesi içinde felsefî anlamda yetkinleşme süreci, genelde ilk İslam filozofu Kindi ile başlar. Ancak bu anlamda yetkinlik şemasını İbn Sina mükemmelleştirmiştir.
Ben İbn Sina’nın yetkinlik şemasını vermekle yetineceğim. İbn Sina gerçek yetkin varlığın Allah olduğunu ifade eder. Sonra kendi felsefesi içinde yer alan semavî varlık olarak kabul ettiği “akıl” gelir. Sonra maddi âlemde en yetkin varlık Hz. Muhammed’dir (s.a.v.). Dördüncü sırada diğer peygamberler vardır. Sonra sırası ile seçkin insan veya filozof, normal insanlar, hayvanlar, bitkiler, şekil almış madde ve heyula sıralaması vardır.
İslam filozoflarına göre insan, nefs sahibi bir varlık olarak yaratılmıştır ve nefs ölmez. Ancak yetkinleşmek ister. Çünkü nefsin, bedenin ölümünden sonra, ahirette mutluluğu yakalayabilmesi ve Allah’ın nimetleri içinde kalabilmesi için bu dünyada yetkinleşmesi gerekir. Nefsin yetkinleşmesi, ibadetler, riyazet ve dünya malına karşı tok gözlü olmakla mümkündür. Nefs bedenden ayrıldıktan sonra artık yetkinlik süreci bitmiştir.
İnsanlar gibi toplum da yetkinleşebilir mi?
İslam filozoflarına göre insanın yetkinleşebilmesinin olmazsa olmaz şartı, toplum içinde yaşamasıdır. Yalnız yaşayan insanın yetkinleşmesi söz konusu değildir. Bu, “İslam’da ruhbanlık yoktur.” ilkesi ile de uyuşmaktadır. Çünkü İslam filozoflarına göre ahlakî faziletler ancak diğer insanlarla birlikte yaşandığı zaman ortaya çıkar. Bu amaçla örneğin Farabi, “Medinetü’l-Fazıla” adlı eserinde, ideal toplumun oluşmasının şartlarını tartışır. Ona göre değil yalnız yaşamak, mezralarda veya küçük köylerde yaşayan insanların yetkinleşebilmesi dahi söz konusu değildir. Çünkü ona göre yetkinleşmek ancak şehirlerde ve hatta iyi insanların yaşadığı şehirlerde söz konusudur. Farabi’nin hedefi ideal şehir, ideal devletten ideal dünya devletine doğru gitmektir. Ona göre ideal devlette yaşayan insanlar, başkanları sayesinde yetkinleşmiş insanlardır. Çünkü ilk başkanın insanların hangi eğitimi alacağı, hangi görevde başarılı olacağını bilme gibi bir özelliği vardır. Bundan dolayı ideal devlette yaşayan insanlar mutluluğu yakalamış insanlardır. Yani insanın yetkinleşmesi için toplum gereklidir. Ancak bu toplum, rastgele insanlardan oluşan toplum değildir. Eğitilmiş ve yetkinleşmiş insanların oluşturduğu toplumdur. Böyle bir toplum içinde yaşamayan bir insan, yetkinleşme konusunda sıkıntılara düşer.
Geçmişte yetkinleşmiş inanlar topluluğu olarak Hz. Peygamber’in yetiştirdiği ilk nesil olan sahabeleri görmek, örnek almak açısından faydalı olacaktır.