Asr Suresi Üzerine Bir Değerlendirme

“(Ey Rasulum) Şüphesiz sana tükenmez bir mükâfat vardır. Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem, 68/3-4)

Bu ve benzeri birçok ayette yüce Rabbimiz Peygamber Efendimizi (s.a.v.) meth eder. Bizler de Peygamber Efendimizi övmek veya güzelliklerinden bahsetmek için sık sık sohbetler düzenler, konferanslar yaparız. Aslında O’nu Allah Teâlâ övmüşken bizim övmemizin Hz. Peygamber’in yüceliğine hiçbir katkısı olmayacaktır. Fakat O’nu övmekten maksadımız örnek almak için ise işte bunun çok anlamı var demektir.

Mesela Allah (c.c.) yukarıda bahsettiğimiz ayetlerde: “(Ey Rasulum) Şüphesiz sana tükenmez bir mükâfat vardır. Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” buyurmuş. Burada önemli bir şeyi tekrar vurgulayalım: “Sen çok güzel ibadet yapıyor, beni çok zikrediyor, çok anıyorsun, ondan dolayı sana kesintisiz bir ecir var.” denmiyor. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şüphesiz ibadetleri de; yani zikri de fikri de oruçları, namazları da çok fazla idi. Öyle ki normal beşerin takatinin üstünde ibadetler yapardı. Ayakları şişene kadar nafile namaz kılardı, oruçlu günlerin ardı arkası kesilmezdi. Ama tüm bunlar öne çıkarılarak Rasulullah (s.a.v.) meth edilmiyor. Bilakis sen üstün bir ahlaka sahipsin, her şeyinle örnek alınacak güzel bir yerde duruyorsun, işte bundan dolayı sana sonsuz mükâfat var deniyor.

Bu ayetin daha açık anlamı şudur: Sen çok merhametlisin, çok cömertsin, doğru sözlüsün, sevdiklerine karşı vefalısın, sevgi dolusun, fakiri, yetimi, kız çocuklarını kollar gözetirsin, misafiri, akrabanı seversin ve onlara ikramda bulunursun, kadınlara, çocuklara, yaşlılara hatta tüm canlılara karşı sevgi ve şefkat dolusun, sözünde sadıksın, insanlara iyilikten başka bir şey düşünmezsin... Bundan dolayı üstün bir yerdesin. 

Dolayısıyla bu ayetlerde aynı zamanda Hz. Peygamber’in ahlakını gücümüz oranında örnek almamız tavsiye ediliyor. Gücümüz oranında diyorum, zira Hazreti Peygamber’e birebir benzemek, normal beşerin gücünü aşar. Çünkü peygamberler seçilmiş insanlardır, yaratılışları özeldir. Yani ruhları, akılları, anlayışları, ahlak ve yetenekleri, sabır ve metanetleri... özeldir. Bu gerçeği de burada ifade etmek gerekir. 

Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) pratikte sergilediği güzel ahlakı ise Kur’ân’ın en doğru yorumu ve tefsiri demektir. Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmanın yolu da özellikle bu erdemlerin kazanılmasından geçer. Yahut şöyle de diyebiliriz, bu erdemlerle birlikte diğer ibadetlerin yapılması gerçek bir anlam ifade eder. Ahlak güzel olmayınca tek başına ibadetler, Müslüman kimlik ve kişiliğin tam karşılığı olmazlar ve kişileri sorumluluktan kurtarmaya da yetmezler.

Yüce Kur’ân Hazreti Peygamber’in ahlakına “üsve-i hasene” tabirini kullanır ki “en güzel örnek” anlamına gelir. Bu tabir Ahzab Suresinin 21. ayetinde şöyle geçer: “Andolsun, Allah’ın Rasûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 33/21)

İnsanlar fıtraten dünyada kendilerine mutlaka birilerini uygun örnek ve rehberler edinirler. Popüler terminolojide “rol model” kavramı bunu ifade eder. Allah’a iman edip O’nun rızasını isteyen ve daima Allah sevgisiyle yaşamak isteyen insanlar için, O’nun sevgili kulu, elçisi, Muhammed Mustafa (s.a.v.) en güzel rol modeldir.

Sa’d İbni Hişâm’dan rivâyetle:

Ben Âişe’ye (r.anha) “Bana Rasûlullah’ın ahlakını (yaşayışını) anlatır mısın?” dedim.

Âişe: “Peygamber’in ahlâkı (yaşayışı), Kur‘ân’dan ibaretti.” cevabını verdi. (Ahmed b. Hanbel, Müsned V, 163)

Evet, biz de bu ifadelerden dersimizi aldık. Elimize Kur’ân alacağız, onu anlayarak okuyacağız ama ayetlere kafamıza göre veya Arapça bilgimize göre anlamlar verip kendimize göre yeni bir İslam anlayışı ortaya çıkarmayacağız. Hazreti Peygamber’in Kur’ân anlayışının ve yorumlarının bir yansıması olan sünnetler ve hadis-i şerifler bizim rehberimiz olacak.

Kur’ân’ı yaşarken Hazreti Peygamber’in yaşadığı, anladığı ve anlattığı gibi yaşamalıyız, kendi anladığımıza göre değil. Hadisler üzerine fitnenin yaygın olduğu bu ahir zaman ortamında, bu çok önemli inceliği ve ayrıntıyı gözden kaçırmayalım.

Hz. Peygamber’in hayatı Kur’an’da gizli, Kur’ân’da bir kısa surede gizli.

Ben bu yazıda kısa ama manası bir Kur’ân hacminde olan bir sureden bahsedip faydalı olmaya çalışacağım.

Bilir misiniz, bu sure hangisidir? Sahabeler bir araya gelmelerinde ve ayrılmalarında bu sureyi okurlarmış. Bu sure Asr suresidir. Yüce meali şöyledir:

“Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr, 103/1-3)

Demek ki önce iman edeceğiz, sonra da Allah’ın emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmaya çalışacağız. Sonra da burası çok önemli, birbirimize Hakkı ve sabrı tavsiye edeceğiz. Yani iyiliği teşvik ederek birbirimize yardımcı olacağız, kötülüklere ve musibetlere karşı da sabrı tavsiye edeceğiz.

“Asra yemin olsun ki “ayetinin birçok tefsiri var, ama en meşhur tefsirine göre “asr” akıp giden zaman olarak değerlendiriliyor. Evet, insanlar üzerinden akıp giden zaman şahit olsun ki, zamanı değerlendirme hususunda gaflette olanlar hüsrandadır, zarardadır, diyor bu ayet.

Evet, insanlar için verilmiş olan ömür süresi, anbean, dakika dakika, gün gün akıp geçmektedir ve geçen her an ya bir günaha ya bir sevaba ya da boş geçen bir zamana şahitlik etmektedir.

Kur’ân’da Cenab-ı Hakk, yere, göğe, aya, yıldızlara, sayısız varlıklara yemin eder. Bu varlıkları insanların yaptıklarını adeta izleyen şahitler olarak zikreder. İnsanın kendisi de bizzat kendisine şahittir. Peygamberler ümmetlerinin amellerine şahittir. Yaşadıkları mekân, iyilik ve kötülük yaptıkları ortam, insanların yaptıklarına şahittir. Hatta insan günahını lisanıyla yalanlamak ister ama o gün o kişinin organları, uzuvları yaptıkları suçları haber verir:

“O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.” (Yasin, 36/65)

Mesela İnsan işlediği bir cinayeti hâkim önünde yalanlar, inkâr eder ama kullandığı silah üzerindeki parmak izleri cinayetini haber verir. Onun gibi mahiyetini dünyada bilemediğimiz bir şekilde organları onun suçlarını haber verir de kişinin inkâra mecâli kalmaz. Netice de kendisine tanınan zamanı iyi kullanmayan her insan zarardadır. Zarardan kurtulmanın birinci şartı ise Allah’ın istediği bir imana sahip olmaktır. Bunun için de Cenab-ı Hakk’ı ulûhiyetinde, rubûbiyetinde, fiillerinde, sıfatlarında ve zâtında tevhid edebilmek önemlidir.

İkinci olarak salih ameller işlemek gelir. Salih amellerin bir ibadet yönü bir de iyilikler yönü vardır. İkisi için de salih amelin önemli üç kriteri devreye girer. Bunlar önce güzel bir niyettir, sonra yapılacak ibadet veya amelin İslami kurallar içerisinde yapılmasıdır ki bunun için ilim gereklidir. Bir de ihlas ki amellerin yalnız Allah rızası gözetilerek yapılması demektir. Bu kriterleri içermeyen amel veya ibadetler salih amel tanımına giremezler. 

İnsan ömrü sayılı olunca vakitleri daha kârlı ibadetlerle değerlendirmek ve dolayısıyla akıllı bir tüccar gibi davranmak icab eder. Bu durumda amel ve ibadetlerde bazı tercihler yapılmasını ortaya çıkarır. Farz ve vacip olan ibadetler zorunlu olup buralarda tercih şansımız yoktur. Nafile ibadetler ile iyilikler kişinin tercihine bırakılmıştır. Hadis-i şeriflerde bildirilir ki nafile ibadetlerin içinde en kıymetlisi mahlûkata yapılan iyiliklerdir. Zamanımız kısıtlı ise ve iyiliklerden birisini tercih etmek durumunda kalırsak nafile namazlar yerine Allah’ın kullarına iyilik yapmayı tercih etmek manevi açıdan daha kârlıdır. Nitekim aşağıdaki hadis-i şeriflerde bu konu açıkça ifade edilir.

“Bir Müslüman’ın din kardeşinin bir ihtiyacını karşılaması on yıl itikâftan iyidir. Allah rızası için bir gün itikâf ise insanı cehennemden doğu-batı arası kadar uzaklaştırır.” (Beyhakî, Suab, III, 424-425)

“Farzdan sonra en kıymetli amel bir mümini sevindirmektir.” (Taberâni)

Evet, hüsranda olmayanların diğer vasıfları, birbirlerine hakkı tavsiye etmek ve birbirlerine sabrı tavsiye etmek olarak belirtilir. Hakk kelimesi batılın zıddıdır. Bir toplumda batılın yayılmasına mani olmak için hakkın hâkim olmasına çalışmak gerekir. Bu durumda birbirimize hakkı tavsiye etmek üzerimize önemli bir dini vecibedir. Böyle olmazsa topluma zulüm hâkim olur, hem toplum hem de orada yaşayan tüm fertler bu durumda hüsranda olmaktan kurtulamazlar. Nitekim Rabbimiz buyurur ki “Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.” (Enfal, 8/25) işte bu nedenle emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker eylemi bu ümmetin önemli bir vasfıdır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki hakkı himaye etmek adına yapılan mücadelelerde ve bu uğurda katlanılan zorluklarda insanlar birbirlerine sabrı tavsiye etmeli, kardeşlerinin zorlu sınavlarında onlara maddi ve manevi desteklerini esirgemeyerek, sabırlarını kolaylaştırmak adına birbirlerine yardımcı olmalıdırlar.

İşte bu kısa sure İslam’ın bütün kurallarına icmalen değinmesi nedeniyle müminler arasında Kur’ân’ın özeti gibi bir değer görmüş, toplantıların veya sohbetlerin sonu her zaman bu sure okunarak bağlanmıştır.

Evet, bu mübarek surenin belirttiği şekilde hüsrana uğrayanlardan olmamak niyazıyla…

Allah’a (C.C.) emanet olunuz.