Hz. Ömer Döneminde Salgın Hastalıklarla Nasıl Baş Edildi? / Dr. Ercan Cengiz

İnsanlığın tarihsel tecrübelerinde hiç şüphesiz en acılı olanları salgınlar olsa gerek. Salgınların tabiatına ve tarihsel etkilerine dair neler söylenebilir?

Salgın hastalıklar, tarihsel süreçte insanların karşı karşıya kaldığı en büyük felaketlerden biri olmuştur. Tarihte etkili olan salgın hastalıkların başında veba, çiçek, kolera, tifüs, sıtma ve grip gelmektedir. Salgın hastalıkların en önemli özelliği kısa süre içerisinde çok fazla insanı etkilemesi, pek çok insanın ölümüne sebep olmasıdır. Salgın hastalıkları bu derece önemli kılan sadece kitlesel ölümlere sebep olmaları değil, aynı zamanda toplumsal, ekonomik, siyasal ve askeri açıdan etkisi uzun yıllar sürecek sonuçlara sebebiyet vermeleridir. Salgın hastalıkların kısa vadedeki ilk etkileri nüfus ve ekonomi üzerinde olmaktadır. Pek çok insanın hayatını kaybetmesinin yanı sıra, üretimin azalması ve ticaretin aksaması ile ekonomi neredeyse durma noktasına gelmektedir. Diğer taraftan savaşlar esnasında meydana gelen salgınlar ise savaşların sonuçlarına etki edebilmektedir. Salgınlar aynı zamanda yaşam alışkanlıklarını ve standartlarını etkileyerek toplumsal değişikliklere neden olmaktadır. 

Salgın hastalıkların önemli etkilerinden birisi de ortaya çıktıklarında bireylerin psikolojisi üzerinde güçlü etkiye sahip olmasıdır. İnançlı veya inançsız her birey için ölüm kaçınılmaz bir gerçektir. Salgın hastalıklar insanların büyük kısmına, bilinçaltına attıkları ölüm hakikatini hatırlatmaktadır. Fakat bu sefer birey yalnızca kendisi için endişe duymamaktadır. Endişe duyulması gereken aile mensupları ve sevilen insanlar söz konusudur. Bir anne artık evlatları için, bir baba çocukları ve eşi için, evlat anne ve babası için kaygılanmaktadır. Dünyalık işler bir kenara itilmiş, salgın hastalıktan en yakınları kurtarma telaşı baş göstermiştir. Salgın hastalıklar fiziksel anlamda etkisini yitirdikten sonra bile psikolojik etkileri bireyler üzerinde uzun yıllar devam etmektedir. 

Hadislerde tâun konusu nasıl geçiyor? Sahabeler tâunla karşılaşınca hadisler ışığında nasıl tutum gösterdiler?

Sahabenin tâun karşısındaki tutumu farklılık göstermekteydi. Bunun en önemli sebebi Hz. Peygamber’in (s.a.v.) tâun ile ilgili hadislerinin yorumlanmasından kaynaklanan farklılıklardı. Farklı yorumlamalara sebep olan hadislerden ilki, Hz. Peygamber (s.a.v.) “Şayet bir yerde tâun hastalığı olduğunu işitirseniz oraya girmeyin. Bir yerde tâun hastalığı çıkarsa ve siz orada bulunursanız tâundan kaçarak oradan çıkmayın.” hadisidir. Modern tıbbın salgın hastalıklar karşısında alınacak tedbirler arasında zikrettiği karantina uygulaması, Hz. Peygamber tarafından bin dört yüz yıl öncesinden tavsiye edilmiştir. Ebu Ubeyde b. Cerrah, Muaz b. Cebel gibi sahabeden bazı kimseler bu hadisi Allah’ın kaderi olarak yorumlamışlardır. Oysa hadisin amacı insanların tâun bulunan yerden ayrılmamalarını ve tâun bulunan yere girmemelerini sağlayarak hastalığın yol açacağı kayıpları en aza indirgemektir. 

Hz. Ömer’in (r.a.) Suriye’ye ilk gelişi Amvas Tâunu’nun ortaya çıktığı zamana denk gelmişti. Halife ile Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a.) arasında geçen konuşma ikisinin bakış açısını yansıtması bakımından önemlidir. Hz. Ömer (r.a.) tâun hastalığını öğrendiğinde Müslümanlarla yaptığı istişare neticesinde Medine’ye dönmeye karar verir. Halifenin kararını öğrenen ve aşırı kaderci olan Ebu Ubeyde b. Cerrah son derece öfkelenir, Hz. Ömer’in (r.a.) yanına gelerek “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorar. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.), Ebu Ubeyde’ye uzun bir süre baktıktan sonra “Ey Ebu Ubeyde! Keşke bu sözü başkası söyleseydi. Evet, Allah’ın bir kaderinden Allah’ın diğer bir kaderine kaçıyorum.” cevabını verir. Hz. Ömer (r.a.) daha sonra bir örnek vererek “Sen devenle bir vadiye ulaşsan, vadinin bir tarafı sulu ve yeşillik bir otlak, diğer tarafı susuz ve çorak olsa deveni nerede otlatırsın? Deveni otlak yerde otlatırsan Allah’ın takdiriyle otlatmış olmaz mısın? Şayet çorak yerde de otlatırsan Allah’ın takdiriyle otlatmış olmaz mısın? Bunların her ikisi de Allah’ın kaderidir.” der. Halifenin burada dikkat çektiği husus, içinde bulunulan şartlar ne olursa olsun teslimiyetçilik yerine mevcut tüm imkânları değerlendirerek bir çözüm yolu bulunmaya çalışılmasıdır. Tercih ne olursa olsun netice itibariyle her halükarda Allah’ın kaderi olacaktır. Nitekim Muaz b. Cebel’in vefatından sonra Müslümanların idaresine getirilen Amr b. el-As Müslümanları yüksek ve nemin daha az olduğu dağ yamaçlarına çıkarmış ve hastalığın etkisi zamanla azalarak ortadan kalkmıştır.

Konuyla ilgili diğer bir hadiste Allah Resûlü (s.a.v.) “Allah tâunu müminler için rahmet kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde ikamete devam eder ve başına ancak Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı verilir.” buyurmaktadır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bu hadisini ilk hadisle birlikte değerlendirmek yerinde olacaktır. İlk hadiste uygulanması tavsiyesinde bulunulan karantinaya insanların riayet etmeleri bu hadisle teşvik edilmiştir. Hz. Peygamber hadisinde Müslümanlara tâunun kendileri için bir rahmet vesilesi kılındığını ve tâuna yakalanmaları durumunda bulundukları yeri terk etmeyip sabretmelerini ve ecrini Allah’tan beklemelerini öğütlemekte, tâundan ölmeleri durumunda ise karşılığının şehit sevabı olduğunu belirtmektedir. Ebu Ubeyde b. Cerrah ve halefi Muaz b. Cebel bu hadisten yola çıkarak şehit sevabına nail olabilmek için Allah’tan bu hastalığın kendilerine ve ailelerine de isabet etmesini istemişlerdir. Muaz b. Cebel ile birlikte iki eşi, kızları ve tek oğlu olan Abdurrahman, Amvas Tâunu sebebiyle vefat etmiş ve Muaz b. Cebel’in soyu kesilmiştir.

Ayrıca Hz. Peygamber, “Tâun’dan kaçan cihattan kaçan gibidir.” hadisiyle tâun bulunan yerden kaçanı savaş meydanından kaçan biriyle eş değer tutmuş, tâundan kaçmayı savaş suçu gibi kabul etmiştir.

Özel çalışma alanlarınızdan biri de Hz. Ömer döneminde yaşanan salgın hastalıklardan olan Amvas Tâunu… Bu dönemin özelliği ne idi, nerede olmuştu, tarihi olaylar açısından nasıl bir zemin söz konusu idi, muhatapları kimlerdi? Korku ve endişe boyutu nasıldı? Orada vefat eden sahabeler de vardı, nasıl değerlendirilmişti?

Hz. Ömer (r.a.) dönemi, İslam Devleti’nin teşkilatlanmada ivme kazandığı ve ekonomik açıdan son derece zenginleştiği bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Teşkilat alanında İslam Devleti’nin temellerinin atıldığı ve ekonomik anlamda zirve olarak niteleyebileceğimiz bu gelişmelerin temelinde Hz. Ömer (r.a.) döneminde gerçekleşen büyük fetih hareketleri yatmaktadır. Hz. Ömer (r.a.) halife olduktan sonra selefi Hz. Ebu Bekir (r.a.) döneminde başlamış olan fetih hareketlerini devam ettirdi. Irak, İran ve Suriye topraklarının Müslümanlar tarafından fethi Hz. Ömer (r.a.) döneminde gerçekleşmiştir. 

Araplar tarafından tâun olarak adlandırılan ve vebanın üç türünden biri olan bubonik veba salgını h.18/639 yılında Müslümanların Doğu Roma ile mücadele halinde olduğu Suriye topraklarında ortaya çıkmıştır. Ölüm oranı %30 ile %60 arasında değişen tâun hastalığının ilk kez, Kudüs’ün 33 km. kuzeybatısında bulunan Amvas adlı yerleşim yerinde görülmesi sebebiyle salgına Amvas Tâunu ismi verilmiştir. Amvas’ta ortaya çıkan tâun hızla önce Filistin topraklarında yayılmış, akabinde Suriye ve Irak’a ulaşmıştır. Fakat tâun en çok zararı, iklim şartlarının uygunluğu sebebiyle yayılma fırsatı bulduğu Suriye’ye vermiştir.

Amvas Tâunu, sadece halktan insanların ölümüne sebep olmamış, tarihin seyrine etki edecek şekilde Suriye’nin fethi için bölgede bulunan İslam ordusunda aralarında sahabenin de bulunduğu pek çok Müslüman askerinin ölümüne sebep olmuştur. Amvas Tâunu’ndan dolayı vefat edenler arasında Ebu Ubeyde b. Cerrah, Muaz b. Cebel, Yezid b. Ebu Süfyan, Şürahbil b. Hasene, Fazl b. Abbas, Süheyl b. Amr, Ebu Cendel b. Süheyl gibi pek çok seçkin sahabede bulunmaktaydı. Amvas salgınından sağ kurtulan sahabeler arasında en dikkat çekici isim ise, Hz. Ali ile Muaviye b. Ebu Sûfyan arasında meydana gelen Sıffin Savaşı’nda, taraflar arasında gerçekleştirilen görüşmelerde ve daha sonra Hakem Olayı’nda Hz. Ali’yi temsil eden Ebu Musa el-Eşari’dir. 

Amvas Tâunu’ndan hayatını kaybedenler hakkında İslam tarihi kaynakları 20.000’den 70.000’e kadar değişen sayılar kaydetmektedir. Yaptığımız incelemeler neticesinde taûn hastalığından bu dönemde hayata veda edenlerin sayısının 25.000 ila 30.000 arasında olması daha makul görünmektedir. Okuyucularımıza sayı az gibi görünebilir. Fakat sağlıklı bir değerlendirmede bulunabilmek için olayın günümüzden yaklaşık 1.400 yıl önce olduğunu ve o dönemde dünya nüfusunun 300 milyon civarında olduğunu hatırlatmakta fayda görüyorum. Günümüzde dünya nüfusuyla kıyasladığımızda Amvas Tâunu’ndan hayatını kaybedenler 650 bin ila 750 bin kişiye tekabül etmektedir. 

Amvas’taki tâununun şiddetini arttırmasında iki unsurun etkili olduğunu görmekteyiz. Bunlardan ilki Arap Yarımadası’nda aynı yıl meydana gelen ve Amu’r-ramade olarak adlandırılan kıtlıktır. Kıtlıktan telef olan fare gibi kemirgenlerde bulunan ve hastalığın taşıyıcısı durumunda olan pireler yeni yaşam alanı olarak insan bedenlerine yerleşmekte ve hastalığı insanlara bulaştırmaktaydı. Tâunun yayılmasındaki tetikleyici diğer unsur, bölgede meydana gelen savaşlarda hayatını kaybeden binlerce insanın defnedilmemesidir. Savaş meydanında defnedilmeden açıkta kalan cesetler sıcak havanın etkisiyle kısa sürede bozulmakta ve havaya karışan bakteriler tâunun yayılmasını hızlandırarak hastalıktan hayatını kaybedenlerin sayısını arttırmıştır.

O dönemin imkânları içinde salgına dair ne tür bir yol izlediler, esin kaynakları olarak sağlığa dair ne tür referansları kullandılar ve hayata geçirdiler? Başarılı oldular mı? Tespit ve teşhiste öngörüleri nasıldı?

İnsanlar tâunun sebep olduğu ölümler karşısında dehşete düşmüştü. Ortaçağda tâun hastalığına yakalananların tedavisiyle ilgili kesin sonuç verecek tıbbi bir tedavi yöntemi bilinmemekteydi. Tâun hastalığı görülenlerin vücutlarında oluşan şişlikler kendiliğinden patlayıp, çıbanın içerisindeki kan ve irin dışarıya akarsa kişinin kurtulması mümkün olabiliyordu. Aksi halde tâuna yakalananlar genelde üç gün içerisinde ölmekteydi. Bu salgın hastalığın Müslümanlar arasında uygulanan tek tedavi yöntemi, İmam Şafi tarafından önerilen menekşe çiçeğinin ezilmesiyle elde edilen merhemin çıbanın üstüne sürülmesi veya menekşenin kaynatılarak suyunun hastaya içirilmesidir. 

Amvas Tâununun askerî, siyasî, sosyal ve adlî sonuçlarını değerlendirir misiniz? 

Amvas Tâunu gibi son derece etkili olan salgın hastalığın askeri, ekonomik, sosyal ve politik alanda önemli sonuçlarının olması kaçınılmazdır. Tâun salgınının önemli sonuçlarından birisi, yaşanan asker kayıpları nedeniyle İslam’ın yayılmasının sekteye uğramasıdır. Diğer taraftan Müslümanların yaşadığı asker kayıpları Bizans’ı yeniden Suriye’yi ele geçirme noktasında cesaretlendirmişse de gerek hastalığın şiddeti gerekse Hz. Ömer’in aldığı askeri tedbirler buna engel olmuştur. Halife vefat eden askerlerin yerlerine Suriye’nin diğer bölgelerinden getirdiği askerleri yerleştirerek durumun kısa sürede eski haline dönmesini sağlamıştır. Tâun sebebiyle tarımsal üretimde düşüş yaşanmış ve insanlar açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Hz. Ömer diğer eyaletlerden Suriye’ye yiyecek maddesi gönderilmesini sağlayarak hem insanların gıda ihtiyacını sağlamış hem de gıda fiyatlarının salgın nedeniyle aşırı derecede artmasının önüne geçmiştir. Halifenin halkın temel gıda ihtiyaçlarını karşılayıncaya kadar süt, yoğurt, tereyağı ve et gibi gıdaları tüketmemeye yemin etmesi ise bir yönetici olarak halka bakış açısını ve yöneticilik algısını ortaya koyması bakımından son derece mühimdir. 

Hz. Ömer tâunun ortadan kalkmasından sonra Suriye’ye giderek salgının yol açtığı zararı gözlemliyerek tedbirler almıştır. Halife, ortada kalan malların varislerini tespit ettirmiş, varislerin ölmesi durumunda ise onların varislerini tespit ettirerek miras taksiminde bulunmuştur. Hz. Ömer bu uygulamayla bir yandan hak sahiplerini gözetmiş, diğer taraftan uzun yıllar boyunca adli makamları meşgul edecek davaların önüne geçmiştir.

Amvas Tâunu’nun belki de en önemli sonucu politik alanda olmuştur. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer tarafından halifeliğe layık görülen Ebu Ubeyde’nin tâun salgınında hayatını kaybetmesi ileride hilafet makamına gelecek kişileri doğrudan etkilemiştir. Diğer taraftan Yezid b. Ebu Süfyan’ın vefatından sonra Suriye valiliğine kardeşi Muaviye b. Ebu Süfyan’ın getirilmesi de tarihin seyrini değiştiren gelişmelerden biri olmuştur. Yaklaşık yirmi yıl boyunca Suriye’de valilik görevinde bulunan Muaviye, bu süreyi askeri, politik ve ekonomik anlamda iyi şekilde değerlendirmiş ve Hz. Ali’nin hilafeti döneminde O’nun karşısına çıkacak kadar güçlenmiştir. Hz. Ali ile giriştiği hilafet mücadelesi sonucunda ise İslam tarihinin seyri değişmiş ve Emevi Devleti kurulmuştur.