Küresel tehdit haline gelen koronavirüs salgınının, üretimden tüketime, uluslararası ilişkilerden eğitime, ulaşımdan eğlenceye, dini ibadetlerden spor etkinliklerine kadar akla gelebilecek her alanda toplumsal yaşamı etkilediği açık. Bu açıdan koronavirüs salgınının mevcut bireysel ve toplumsal alışkanlıkları da değiştireceği söylenebilir. Dünyanın her yerinde uluslararası zirveler, kongreler, eğitim-öğretim faaliyetleri, büyük spor müsabakaları, kültür ve turizm ziyaretleri, festivaller ve fuarlar ardı ardına iptal ediliyor veya sanal ortama aktarılıyor. Bu salgın, insanlığı hiç alışık olmadığı bir tür zorunlu sosyal izalasyon sürecine sokmuş bulunuyor. Dünyamız adeta hacklenmiş durumda.
Bu durumun geçici olması halinde bile bireysel ve toplumsal risk olgusunun yeryüzünde daha fazla etkinliğini hissettireceği öngörülebilir. Çünkü bireyler artık doğrudan hasta olmasa dahi sürekli olarak kendilerini daha fazla risk altında hissedeceklerdir. Hatta bu hissin yönlendirmesi altında bireyler, yakın çevresindeki insanların hastalık riski taşıdığı endişesi nedeniyle toplumsal güvensizlik durumunu ivmelendirecektir. Dolayısıyla stres ve panik ortamı nedeniyle toplumsal birlik ve dirliğin tehlikeye girmesi ihtimal dahilinde ve toplumsal güvensizliğin artma ihtimali çok yüksek. Öte yandan, yaygın anlamda alışılagelmiş toplumsallık biçimlerinden farklılaşan yeni bir toplumsal deneyimin gelişme ihtimalinden de bahsedebiliriz. Bireylerin kendini içinde bulduğu zorunlu sosyal izolasyon, bilinç ve niyet durumlarını değiştiriyor. Ama bu durum zaman içerisinde yerini tercih edilen izolasyon ve/veya dayanışma biçimlerine de bırakabilir. Bu sürecin ortaya çıkarmış olduğu yeni gelişmeleri tanımlamak için ilerleyen dönemde “koronavirüsten önce” ve “koranavirüsten sonra” gibi yeni tanımlamaların kullanılmasına da tanık olabiliriz.
Böylesi potansiyel değişimlere paralel olarak, bu sürecin ortaya çıkarmış olduğu durum yaşamın her alanında sosyal ilişkilerin yeniden düzenlenmesini de beraberinde getirecektir. Özellikle çok sayıda işletmenin web konferansı, anında mesajlaşma veya e-posta gibi örgütsel çalışma teknolojilerini kullanmasıyla birlikte sosyal anlamda sanal çalışma biçiminin benimsenmesi ihtimalini arttırabilir. Bu bağlamda, gittikçe artan sayıda işveren ve iş gören, tele çalışma alternatifini bir çalışma biçimi olarak tercih edecektir. Aslında “home-office (evden çalışma)” gibi mekânsal açıdan esnek çalışma sistemleri, mevcut krizle beraber pek çok çalışma alanında zorunlu olarak deneyimlenmektedir. Kimileri için yeni, kimileri içinse yoğunluğu artan bu gibi deneyimler, zaman içinde yaygınlaşarak ve benimsenerek yeni bir çalışma hayatını beraberinde getirebilir.
Sanal işyeri, sosyal izolasyon hissinin güçlenmesi ve dolayısıyla dünya genelinde “yalnızlık” duygusunun daha da artması ihtimalini güçlendirmektedir. Nitekim yapılan araştırmalarda sanal iş görenlerde; yalnızlık, izolasyon ve “aynı dört duvar arasına” geri dönme isteğinin arttığı görülmüştür. Fakat zorunlu izolasyon, tercih edilen veya bilinçli/niyetli bir şekilde seçilen izolasyon ve dayanışma biçimlerine de dönüşebilir. Aynı zamanda yalnızlık duygusunun kendi içindeki bir cinsi olan seçilmiş yalnızlık veya olumlu geri çekilmeler de gün geçtikçe daha büyük ölçekte yaşanmaya başlayabilir. Daha önemlisi, zorunlu izolasyon halinde ortaya çıkan birbirinden ve dünyadan haberdar olma hissi, küçük gruplar ve yerellik bağlamında öngörebileceğimiz, bireysellikle kolektifliğin iç içe geçtiği toplumsal biçimlerin de gelişmesine neden olabilir.
Ayrıca bu tür biyo-toplumsal krizlerin değerlendirilmesi sırasında dikkat etmemiz gereken bir başka husus da değinilen bu krizlerin merkezindeki virüsün bağımsız bir hareket öznesi olarak incelenmesi gerektiğidir. Asıl mesele virüsün tıbbi açıdan ne kadar tehlikeli olduğunun değerlendirilmesi ve belirtilen bu değerlendirmeden sonra krizin nesnel veya öznel bileşenlerin hangisinin daha baskın olduğunun kavranmasıdır. Öyle ki, virüsün “davranışı”nı incelemeden ve yani verili yapısal ortama odaklanmadan salt sosyal aktörlerin davranışlarının incelenmesi bir teorik ve pratik olarak açık bir ikileme de yol açabilir. Zira aynı sosyal eylem, niyetine bakılmaksızın, krizin üstesinden gelme veya krizi kışkırtma olarak özetlenebilecek farklı sosyal sonuçlar doğurabilir. Buna bağlı olarak bu sonuçların her biri farklı şekilde değerlendirilmeye de tabi tutulabilir.
Karmaşık bir ilişki örgüsüne sahip modern toplumlarda çevresel krizler, dinamik bir biçimde gelişen trans-sistemik ve ulus-ötesi bir nitelik arz ediyor. Ekonomik, politik, sosyo-kültürel ve çevresel sistemler üzerinde önemli etkileri bulunan bu mevcut durum, geri dönüşü olmayan geniş çaplı bir toplumsal değişmeye de zemin hazırlıyor. Bir devletin veya bir uzmanın çabaları bu krizin ortaya çıkarmış olduğu olumsuz sonuçları bertaraf etmeye yetmiyor. Bunun için her türlü sınır ve engeli aşan kapsamlı bir etkileşim ağı gerekiyor.
Bu bağlamda virüs tehdidi dünya genelinde birçok küresel sorunun çözülmesi için önemli bir fırsat oluşturmaktadır. Bu süreç, dünyada mevcut savaş ve çatışmaların durdurulması, uluslararası anlaşmazlıkları çözebilen etkin bir uluslararası faaliyet mekanizmasının tesisi ve küresel düzeyde risk oluşturan çevre kirliliği gibi birçok olumsuz durumun engellenmesi hedeflerini güçlü bir şekilde gündeme getirebilir. Yine bu süreç, gelişmiş ülkelerin eğitim, sağlık, altyapı ve sosyo-ekonomik proje destekleriyle azgelişmiş ülkelerde sürdürülebilir kalkınma çizgisinin yakalanması açısından bir fırsat olarak değerlendirebilir. Bu saikle bu krizin dünya sorunlarının yeniden sorgulanması ve bu sorunlara karşı daha bilinçli bir şekilde yaklaşılması teamülünü geliştireceği düşünülebilir. Unutmayalım ki, yeryüzü insanların ortak evi! Ortak evimizi hem kendimiz hem de bizden sonraki kuşaklar için yaşanabilir kılmak, beliren bu sorunlara karşı ortak çözümler üretmekten geçiyor.