Kur’ân-ı Kerîm, Müslümanlarca saygı duyulan, mana yüklü lâfızları ile gönüllere huzur veren ilahi bir kelamdır. Kur’ân-ı Kerîm; kalplerimizin gıdası, ruhlarımızın şifası, maddi ve manevi dertlerimizin devasıdır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de bizlere dünya ve ahiret saadetinin yollarını göstermiş, karşılaşacağımız tüm sorunlara hem kendi kelâmıyla hem gönderdiği peygamberler aracılığıyla cevap vermiş, yaratılışın gayesini oluşturan kulluğumuzun değerinin ne ile ölçüldüğünü bizlere haber vermiştir.
Biz bu yazımızda kulluğumuzun değeri ve dertlerimiz karşısında Rabbimize nasıl dua edeceğimizi ayetler ve hadisler ışığında aktarmaya çalışacağız.
İnsanoğlu yaratılıştan bugüne pek çok sıkıntı ve dertlere muhatap olmuştur. İnananlar tüm sıkıntı ve dertlere sabretmiş ve bunları birer imtihan olarak görmüşlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberlerin ve Allah dostlarının yapmış oldukları dualara baktığımızda, önce fiili olarak sebeplere sarıldıklarını ve o çalışmalarının içinde Allah’a yalvarmış olduklarını görmekteyiz. Kısaca sebeplere sarılmak, muvaffakiyeti o yol üzerinden Allah’tan istemek demektir.
Dua; çağırma, seslenme, isteme ve yardım talep etme demektir. Kul ile Allah arasında diyalog kurma; kulun bütün benliğiyle yüce Yaratana yönelerek yardım isteyip, iyilik ve rahmet dilemesi anlamına gelir.
Dua; her türlü imkânsızın ve her kapının anahtarıdır. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Kimin için bir dua kapısı açılırsa onun için rahmet kapıları açılmış demektir.” (Tirmizî, Daavât,112.) Bu hadis-i şerifte, dua ile ilahi rahmet kapısını çalan kimselere bu kapının açılacağı ve isteklerinin yerine getirileceği müjdelenmektedir.
Dua; küçüğün büyükten, güçsüzün güçlü olandan istekte bulunmasıdır. Yani dua, aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşen bir talep, istek ve niyaz ifade eder.
Dua; sınırlı ve aciz olan varlığın, sınırsız ve sonsuz kudret sahibiyle kurduğu bir köprüdür. Bu sebeple insan tarihin hiçbir döneminde, hiçbir şartta ve mekânda duadan uzak kalmamıştır.
Dua; kul ile Rabbi arasındaki irtibatı sağlayan manevi bir bağ, sayısız nimetten nasiplenmenin teşekkürü, kalabalıklar içinde yalnız olan kula “Rabbim bana yeter.” (Tevbe, 9/129) dedirten güçtür.
Dua; dilin döndüğü, kalbin konuştuğu bir yakarış ve ilahi ifade ile insanın Rabbi nezdindeki önemidir: “De ki: Sizin duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkan, 25/77) Bizim de yazımızın ana konusu olan bu ayet-i kerimenin yerine getirilmesiyle insan, Allah’a olan yönelişiyle değer kazanır.
İnanmanın ve acziyetin bir eseri olan dua, insanın gönülden Allah’a yönelmesi, kalbi ve dili ile dileklerini O’na sunması ve yalvararak O’ndan muradını istemesidir. Allah’ın yüceliği karşısında kulun kendi acizliğini itiraf etmesi, sevgi ve tazim duyguları içerisinde, bütün benliği ile Allah’a yönelmesi, kalbinin derinliklerinden gelen temiz hislerle O’na dua etmesi, O’nun lütuf ve yardımını dilemesi, aynı zamanda bir ibadet şeklidir. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz “Dua, ibadetin özüdür.” (Tirmizi, Deavât, 1.) hadisi ile bunu en güzel şekilde ifade etmiştir.
Allah’a kulluk faaliyetinin esas unsuru olan dua, dünya okyanusunda boğulmak üzere olan kulun can simidi, müminin silahı, kulun manevi gıdasını karşıladığı bir serum, dünya hayatının ışıltısının kör ettiği gözlerin ışığı, yerleri ve gökleri aydınlatan nurdur. Zihnin maddi olmayan âleme doğru çekilmesi ve ruhun Allah’a doğru yükselmesi dua sayesinde olur.
Her türlü kaza, bela, dert ve kötülüğe karşı manevi bir zırh olan dua; belalara karşı da bir koruyucudur. “Şüphesiz dua, inen belaya da inmeyene de fayda verir. Ey Allah’ın kulları duaya devam ediniz.” (Tirmizi, Deavât, 10) hadis-i şerifinden de anlaşıldığına göre, kaderde yazılı olan ve henüz meydana gelmeyen bir bela ve musibet dua sayesinde önlenebilir. Eğer meydana gelmesi kesinleşmişse veya meydana gelmişse, dua sayesinde Allah insana sabır ve dayanma gücü verir. Böylece o olayın olumsuz etkileri azalmış ve meydana getireceği acı ve üzüntü de hafiflemiş olur. İnsanın içinde meydana gelen ruhî sıkıntıların, psikolojik rahatsızlıkların ve kalbindeki ümitsizlik hastalığının en tesirli ilacı duadır.
Zira dua bir Müslüman’ın, Cenab-ı Hakk’ın bütün müşkülleri çözmeye kadir olduğuna dair inancının bir göstergesidir. Bu inanç, insanı iç huzura kavuşturur, ona hayatın zevkini tattırır, güven duygusu verir, acı ve üzüntülerini hafifletir.
Duanın ana hedefi, insanın Allah’a halini arz etmesi ve O’na niyazda bulunmasıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’de duanın önemi açık bir şekilde bildirilmiş olup dua ile ilgili ayetler geniş bir yer tutar. Dua kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de 20 yerde geçer. Dua konusunda 200 kadar ayet vardır. Mesela bu ayetlerden birinde şöyle buyurulmuştur: “Ey Peygamber! İçten bir yakarış ve ürpertiyle, sessiz ve derinden her daim Rabbini an; sakın gafillerden olma.” (A’râf, 7/205)
Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle, insan bir tehlike ve sıkıntıya düşünce bütün samimiyetiyle Allah’a yönelir; yatarken, otururken, ayakta dururken bıkmadan usanmadan dua edip iyilik ve başarı ister. 100’den fazla ayette peygamberlerin, diğer salih insanların veya toplulukların dualarından söz edilmiştir. Bunlardan 21 ayette Hz. Musa’nın, 17 ayette Hz. İbrahim’in, 16 ayette Hz. İsa’nın, 12 ayette Hz. Nûh’un, 9 ayette Hz. Zekeriyyâ’nın duaları, ayrıca Hz. Âdem, Hz. Şuayb, Hz. Yunus, Hz. Yusuf, Hz. Eyyûb, Hz. Lût ve Hz. Süleyman peygamberlerle Hz. Meryem’in annesi, Firavun’un karısı, Firavun’a karşı koyan sihirbazlar, Tâlût’un askerleri, çaresiz kalanlar, melekler gibi kişi ve toplulukların duaları zikredilmiştir.
Dua ibadetinin Kur’ân’ın bize öğretmiş olduğu edep ve saygı çerçevesinde yapılması gerekir. Duanın en önemli şartlarından biri samimiyetle ve içtenlikle yapılmasıdır. Allah’a dua ederken “resmi” bir ruh hali içinde olunmamalıdır. Allah, içtenlik ve samimiyetle dertlerine deva isteyen, kurtuluş yolu arayan inananların tek dostu ve yardımcısıdır. Samimi kullarının dualarına onlar için en hayırlı olacak şekilde icabet eder. İnsan mutlaka karşılık alacağına inandığı bir ruh hali içinde dua etmelidir. Allah bir duayı kabul ederken bunu belli sebeplere bağlayabilir. Ancak dilerse sebepsiz de istenilen şeyi gerçekleştirebilir. Bu, göklerin ve yerin Rabbi olan Allah için son derece kolaydır. Yüce Allah, dua ile ilgili olarak: “…Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim…” (Mü’min, 40/60) buyurmuştur. Bu ayette Allah Teâlâ, bizi dua etmeye çağırmakta ve yapacağımız duaları kabul edeceğini bildirmektedir. Bu çağrı, Rabbimizin bize karşı ne kadar merhametli ve lütufkâr olduğunun da açık bir delilidir.
Peygamberimize:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Rabbimiz bize yakın mıdır, O’na sessizce yalvaralım. Yoksa uzak mıdır, O’na sesli bir şekilde dua edelim?” diye sorulması üzerine şu ayet nazil oldu:
“Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara, 2/186) Bu ayette de Rabbimizin bize yakın olduğu bildirilmekte ve dualarımızın kabul edilerek isteklerimizin yerine getirileceği müjdelenmektedir. Dualar gönülden ve samimi bir biçimde yapıldığında Allah mutlaka en olumlu ve güzel bir biçimde cevap verecektir.
Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki Allah, çok hayâlı ve çok cömerttir. Bir kimse ellerini kaldırıp dua ettiğinde onu boş çevirmekten hayâ eder…” (İbn Mace, Dua, 13) Bu hadis-i şerif, Rabbimizin kendisine el açıp yalvaran kullarının isteklerine karşılık vereceğini ve onları rahmetinden mahrum bırakmayacağını göstermektedir. Duanın kabulünde acele edilmemelidir. Bir hadiste ise şöyle denilmektedir:
“Herhangi bir Müslüman; bir dua ile Allah’a yalvarırsa -günah işlemek veya akraba ile ilgiyi kesmek için olmadıkça- bu dua sayesinde Allah, ona şu üç şeyden birini verir:
Ya duasını kabul edip istediğini dünyada verir.
Yahut ona vereceğini ahireti için saklar.
Veya duasına karşılık ondan dengi bir kötülüğü uzaklaştırır.”
Bunun üzerine ashaptan bazıları:
“Öyle ise biz çok dua ederiz.” dediler. Peygamberimiz de: “Allah’ın lütuf ve ihsanı sizin istediğinizden daha çoktur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned 3/18) buyurdu.
Yani Allah Teâlâ kulunun duasını mutlaka kabul eder, isteğini karşılıksız bırakmaz. Ancak bu istek Hz. Peygamber’in açıklamasına göre; Bazen hemen kabul edilerek karşılığı dünyada verilir. Bazen kulun isteği ahirete bırakılır ve kul, bunun karşılığını orada alır. Yahut bu dua, başına gelecek bela ve musibetlerin uzaklaşmasına vesile olur. Öyle ki temiz bir kalple Allah’a yönelen, inançla ve ümitle dua eden kimse, er ya da geç bunun karşılığını görür.
“Acaba Rabbim benim duamı kabul eder mi, duası kabul edilecek bir kişi miyim?” diye endişeye kapılmamalı, ümitsizliğe düşmemelidir. Peygamberimiz: “Kabul edileceğine inanarak Allah’a dua ediniz. Biliniz ki, Allah Teâlâ, şuursuz ve gaflet içinde bulunan bir kalpten çıkan duayı kabul etmez.” (Tirmizi, Deavât, 11) buyurarak duanın kabul edileceği hususunda tam bir kanaate sahip olmamızı istemiş, şüphe ve tereddüde düşülmemesini vurgulamıştır.
Resûl-i Ekrem Efendimiz: “Sıkıntılı ve tasalı zamanlarda duasının Allah tarafından kabul edilmesi kimi sevindirirse o, bolluk ve rahatlıkta çok dua etsin” (Tirmizi, Deavât, 11) buyurmuştur.
Yapılan duada ümid edilen şeye son derece bağlı olmak gerekir. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden herhangi biriniz dua ettiği zaman ‘Ey Allahım! Eğer dilersen beni affet, eğer dilersen bana rahmet eyle.’ demesin. Ancak isteğini kesin bir dille Allah Teâlâ’dan istesin. Çünkü Allah Teâlâ’yı zorlayacak herhangi bir kuvvet ve kudret mevcut değildir.” (Müslim)
Dua sadece Allah’a yapılmalıdır. Allah’tan başkasına, putlara veya kendilerine mutlak nitelikler izâfe edilen başka yaratıklara dua ve ibadet edilmesi Kur’ân’da kesinlikle yasaklanmıştır. “Kim, Allah’ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapıktır? Oysa onlar, bunların tapınmalarından habersizdirler.” (Ahkâf, 46/5) Kur’ân’ın tasvirine göre Allah’tan başkasına dua edenler, ağzına su gelsin diye suya doğru ellerini açan, fakat elleri boş kalan kimselere benzerler: “Gerçek dua ve ibadet ancak Allah’a yapılan dua ve ibadettir. Çünkü ancak Allah’a yapılan dua ve ibadetler karşılık bulur. O’ndan başka varlıklara tanrılık yakıştıran kimselere/müşriklere, tapındıkları varlıklar hiçbir karşılık veremezler. Müşriklerin durumu, bir kuyu başında ellerini suya doğru uzatıp suyun ağzına gelmesini bekleyen kimsenin bu tuhaf durumuna benzer. Hâlbuki su kendiliğinden asla onun ağzına gelmez. İşte bunun gibi, kâfirlerin/müşriklerin dua ve ibadetleri de tamamen beyhudedir.” (Ra’d, 13/14) Bu sebeple Allah’tan başkasına dua etmek “Açık bir sapıklıktır.” (Hâc, 22/12-13) ve “Kâfirlerin yaptığı dua boşuna yapılmış bir duadır.” (Mü’min, 40/50)
Ayrıca duada orta yol izlenmelidir. Yani dua ederken bağırıp çağırılmamalı, sesi ne fazla yükseltmeli ne de iyice kısmalı, ikisi arasında bir tonla dua edilmelidir. Dua gönülden ve gizlice yapılmalıdır. Yüce Rabbimiz, dua ederken nasıl hareket edeceğimiz hususunda şöyle buyurur: “Ey Peygamber! Allah’ı farklı isimlerle anmandan dolayı Muhammed iki ayrı tanrıya tapıyor diye ileri geri konuşan o müşriklere de ki: “De ki: ‘(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur.’ Namazında sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi ortası bir yol tut.” (İsrâ, 17/110)
Yüce Allah Zekeriyyâ’yı (a.s.) överek şöyle buyurmuştur: “O, Rabbine gizlice yalvardığı zaman…” (Meryem, 19/3)
Duada kul, havf ve reca dediğimiz ümit ile korku arasında bir yol izlemelidir. Zira ayette “Allah’a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin.” (A’raf, 7/56) buyrulmaktadır. Başka bir ayette şöyle buyurulmaktadır: “Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere (ibadet ettikleri için), vücutları yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.” (Secde, 32/16) Allah’ın rızasını kaybetmekten, O’nun razı olmayacağı işleri yapmaktan, nefsin doymaz istekleri karşısında kibirlenmekten korkmak ve Allah’ın rahmet ve merhametine sığınarak ümit etmek gerekir. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek inananlara yakışmayacak bir davranıştır. Ayette: “Dedi ki: “Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?” (Hicr, 15/56) buyrulmakta ve kulun her daim Allah’ın lütuf ve rahmetini umarak yaşaması gerektiği ifade edilmektedir.
Allah kuluna cevap vermek için onun her ne vesile ile olursa olsun kendisine başvurmasını istemektedir. Mesela, kulun yapısı gereği kaçınamadığı günahlar, onun derin pişmanlık duygularıyla Allah’a yönelmesini sağlayan birer vesile olarak görülmektedir. Kendimiz, yakınlarımız ve tüm inananlar için dua etmeye çalışmak, kendimiz için dilediğimiz hayırları diğer samimi Müslümanlar için de dileyip arzulamak gerekir. Yeryüzündeki savaşların, fesat ve kargaşanın bitmesi, hastalık ve musibetlerin zulüm ve işkencelerin son bulması; insanoğlunun, Kur’ân’ın kılavuzluğu eşliğinde hakka yönelmesi ve hidayete ermesi için de dua edilmelidir.
İnsanın halini Rabbine arz edebilmesi çok büyük bir lütuftur. Duanın bazı insanların hayatlarında hiç yeri olmadığına ya da bazı kişilerin isteseler de dua edemediklerine şahit oluruz. İnsanın hem bedensel hem de ruhi yönünü güçlendiren ve bir anlamda şifa olan dua ibadetinden mahrum olmak bir insanın başına gelebilecek en büyük dertlerdendir. Çünkü bu gibi insanlar etraflarında yığınla insan olsa da gerçekte yapayalnızdırlar. Sevinçlerinde şükredecekleri, hüzün ve kederlerinde hallerini arz edecekleri kimseleri yoktur. Bu gibi bir durumun zamanla kişiyi ruhsal bunalıma ve bedensel hastalıklara sürüklemesi kaçınılmaz olacaktır.
Sadece zorluk anında Allah’ı hatırlamak büyük bir yanılgıdır. Sadece sıkıntılı ve dertli zamanlarımızda değil her şart ve durumda Allah’a dua edilmelidir. Yani duada nankörlük yapılmamalı, üzerimizdeki dert ve sıkıntılar kalktıktan sonra hiç başımıza gelmemiş gibi davranılmamalı ve bu durumda Rabbimize her zamankinden daha fazla kulluk bilinciyle yalvarmaya dua etmeye gayret göstermeliyiz.
Bu konuda Kur’ân’da pek çok ayet vardır ki bunlardan bazıları şunlardır: “İnsana bir sıkıntı dokundu mu, gerek yan üstü yatarken, gerek otururken, gerekse ayakta iken (her hâlinde bu sıkıntıdan kurtulmak için) bize dua eder. Ama biz onun bu sıkıntısını ondan kaldırdık mı, sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için bize hiç yalvarmamış gibi geçer gider. İşte o haddi aşanlara, yapmakta oldukları şeyler, böylece süslenmiş (hoş gösterilmiş)tir.” (Yunus, 10/12)
“Size ulaşan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı ve zarar dokunduğu zaman yalnız O’na yalvarır yakarırsınız. Sonra sizden o sıkıntıyı giderince, bir de bakarsınız, içinizden bir kısmı Rablerine ortak koşar.” (Nahl, 16/53-54)
“İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, Rablerine yönelerek O’na dua ederler. Sonra Allah, onlara kendinden bir rahmet tattırınca da bir bakarsın ki içlerinden bir grup, Rablerine ortak koşuyorlar.” (Rûm, 30/33)
Aciz bir varlık olarak insan olduğumuzu unutmamak, dualarımızda ısrarcı olmak, kulluk görevimizi layıkıyla yapmak ve en önemlisi dualarımızda nankörlük etmemek; mülkün sadece Allah’a ait olduğunu, olan ve olacak her şeyin tek yaratıcısı Allah Teâlâ olduğunu unutmamamız gerekir.
Sonuç olarak; bu yazımızda kısa da olsa sizlere Rabbimize nasıl dua edeceğimizi, kulluğumuzun ne ile değer kazandığını ayetler ve hadisler ışığında aktarmaya çalıştık. İnsanoğlu kulluğunun, acziyetinin bilincinde olduğu ve Rabbine yöneldiği takdirde değer kazanacak, hayatını bu minvalde anlamlandırmaya devam edecektir. Duamızın sonu, “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.” (Yunus, 10/10) Selamların en güzeli sizlerin üzerine olsun. Sağlıkla ve sağlıcakla kalın.