Dünyada daima değer üretenler ve değer üretenlere karşı direnenler, taşlayanlar olmuştur. Hiçbir değer yoktur ki değersizler tarafından topa tutulmasın. Bunlar Adem’den beri sistematik bir şekilde; faydalı ve hayırlı işler ortaya koyan insanlara karşı cephe alan bir takım üretme kabızlarıdır. Akıl, mantık ve vicdana adeta yok muamelesi yaparak, haksız ve hiç bir dayanağı olmayan söylemleriyle, kendilerini bilirkişi addeder, nefretlerini ve birikmiş kinlerini kusarlar. İyiyi görmeyip en ufak kusuru yerden yere vuran rol kişilikleri ve birkaç kulaktan dolma bilgileriyle, uzaklara bakarak hikmetli insan rolü oynayan ve küstahça ahkâmlar kesen bu menfur insancıkları hemen her mecrada görmek mümkün. Söz konusu hayr olduğu zaman ağızlarını şerre açan bu insanlar, elbette ki konu İslam’a gelince çamur attıklarını zannedecekler. Biz biliriz ki İslam kusursuzdur. Bu bilimsel dayanağı olmayan bir teori değil gerçeğin bizatihi kendisidir. Mesela şöyle bir bakalım. İnsan kulağı belirli frekanslar arasındaki sesleri duyabilir. Günümüz teknolojisiyle bilim insanlarının kullandığı insan kulağının duyamayacağı kadar yüksek sesleri kaydeden ve algılayan pek çok cihaz var. Bilim insanları bu cihazlar aracılığıyla 1967 yılında keşfettikleri ve “Pulsar” dedikleri bir yıldızın ses frekansını inceledikten sonra yıldızdan, kapının çalınması yani tokmaklanması gibi ses çıktığını fark ediyor. Bu yıldızdan Kur’an’da Tarık yıldızı olarak bahsedilir ve Tarık suresinde Allah “Andolsun gökyüzüne ve Tarık’a! O Tarık nedir bilir misin? Karanlığı delen yıldızdır.” İşte mucize tam olarak burada. Tarık ismi Arapçada “tark” kökünden gelir ve “kapıyı çalan” anlamına gelmektedir. Apaçık ve tahrif edilmesi mümkün olmadan günümüze kadar gelen yüce kitabımız Kur’an’da Rabbimizin 1400 yıl önce beyan ettiği bu mucizeyi 20. yüzyılın sonlarında biz insanoğlu henüz keşfedebildik. Bundan başka, yine 610-632 yılları arasındaki teknolojiyle bir insan tarafından bilinmesi imkânsız olarak Rabbimiz “Sizi annelerinizin karnında, üç karanlıkta, bir yaratılışta geçirerek yaratmaktadır.” buyurdu ve anne karnında cenini koruyan üç bölge vardır. Bunlar karın duvarı, rahim duvarı ve amniyon kesesidir. Yine Allah Kur’an’da “Göğü kudretimizle biz kurduk ve onu genişletmekteyiz” buyurdu. 20. yüzyıl başlarında Edwin Hubble gök cisimlerinin dünyadan uzaklaştığını ve dünyayla aralarındaki mesafenin giderek açıldığını farketti. Allah Kur’an’da “Şüphe ediyorsanız, aynı değerde bir sure indirin de görelim” dedi. Ve yine “Allah’tan başka yalvarıp yakardıklarınız, hepsi bir araya gelseler bir sinek bile yaratamazlar. Hatta o sinek onlardan bir şey kapsa onu bile kurtaramazlar” buyurdu. Hodri meydan! İslam’ı çürütmek Kur’an’ı haşa yalanlamak isteyenler; sinek ortada, Kur’an ortada. Hadi yapın da görelim. Yapamayışınız ve yapamayacak olmanız da Allah’ın bir mucizesi.
Bunlar gibi 14 asır önceden günümüz bilim dünyasına ışık tutan Kur’an ayetleri Allah’ın sonsuz ilim sahibi olduğunun bir işaretidir. Buna işaretler aradığımız takdirde etrafımıza bakmamız ve birkaç saniye derin düşünmemiz yetecek. İlk insanın yaratılmasına bir bakalım. Adına evrim dedikleri zırva teori yıllar önce çürütüldüğü için burada tekrar tekrar çürütmeden, insan anatomisini incelediğimizde solunum için akciğere, kanın pompalanması için bir kalbe, sindirim için bağırsaklara, atıkların kandan süzülmesi için bir avuç kadar iki böbreğe vs. ihtiyaç var. Peki, tüm ihtiyaçların tek bir vücutta tesadüfen toplanması ve binlerce yıldır aynı tesadüfün tekrar etmesi orta zekâlı birine bile saçma gelmez mi? Bunların cevabı ise, sen daha doğmadan seni tanıyan ve sana göre yani insana göre bir anatomi bir vücut yaratan Allah’tır. Babam Şenel İlhan Bey bu konuda şöyle bir örnek verir,
“Diyelim ki hiç bilmediğiniz bir şehirde bir otele girdiniz. Odanıza çıktınız ve gördünüz ki, odanın duvarları en sevdiğiniz renkle boyanmış. Yemek masasının üstünde en sevdiğiniz yemekler var. Sonra dolaplara baktınız ki kendi kıyafetleriniz bile orada ve aynı evinizde olduğu gibi sıra sıra dizilmiş hatta yerleri bile değişmemiş. Dedenizden kalma av tüfeği bile otel odasının duvarında asılı. İster istemez ‘buraya daha önce beni tanıyan biri gelmiş ve burayı benim zevklerime göre şekillendirmiş’ diye düşünürsünüz.”
Binlerce daha örnek ve mucize saymak mümkün fakat Ebu Cehillerin, Ebu Leheblerin kol gezdiği bu zamanda küfür öyle bir boyuta ulaştı ki, adeta ağızlarda sakız haline geldi. Bu apaçık mucizeleri ve gerçekleri görmezden gelmeyi bir kenara bırakalım, görerek ve bilerek inkâr eder hale geldiler.
Peki, sebepleri ne? Tabii ki hiçbir sebepleri yok. Kur’an’a karşı bir cephede hangi sebep var olabilir. Söylediğim gibi İslam kusursuzdur. Fakat elfaz-ı küfür, artık insanların cümle sonlarına eklemeden edemedikleri ve sosyal medyada alay konusu yapmaları, aşağılık bir şekilde normalleşti. Babam Şenel İlhan Bey’in “İslam’a Düşman Müslüman” makalesinde söylediği; ‘geçmişte İmam Gazali’ye ve İmam Rabbani’ye fikren saldıranlar’, bugün İslam adına değer üretenlere saldırıyor, saldırsınlar.
“Felek her türlü esbabı cefasını toplasın gelsin, dönersek namerdiz millet yolunda bir azimetten.”