Güzel ahlak ne demektir, bunun evrensel bir standardı olur mu denirse, her ne kadar değişik kültürlere göre güzel ahlakın farklı yorumları olsa da yine de evrensel olan birtakım temel değerlerin bütün insanlık tarafından güzel ahlak veya güzel davranışlar olarak kabul edildiğini söylemek gerekir. Mesela, yardımseverlik, merhamet, şefkat, adalet, dürüstlük, doğru sözlülük, cömertlik, fedakârlık, diğerkâmlık vb. duygu ve davranışlar bütün insanların yaratılıştan güzel olarak görüp, güzel olarak değerlendirdiği erdemlerdir.
Biz Müslümanlara göre güzel ahlakın tam bir fotoğrafı veya çerçevesi Resulullah’ın (aleyhissalatu vesselam) elçiliği ve yaşantısıyla çizilmiştir. Zira “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta 8; Müsned, 2/381) hadisi şerifinde de ifade bulduğu gibi, güzel ahlakın, bütünüyle ne olması gerektiğini soyut, subjektif bir alandan, somut, müşahhas bir alana çıkaran Efendimizin (s.a.v.) bizatihi yaşantısı olmuştur. Gerek Rabbine karşı sevgisi, saygısı, edebi ve kulluğu, gerek kendisine olan saygısı ve gerekse en yakın çevresinden başlayarak bir şekilde ilişkiye girdiği inanan, inanmayan, hatta inanmış görünen her bir kişiye karşı doğal tepki ve davranışları olağanüstü güzeldir. Daha önceden güzel ahlakla ilgili bir ders, bir eğitim almamasına, bu konuda bir hocasının olmamasına rağmen, kendisinden sadır olan davranışlar, çoğu daha önce örneği olmayan ilk davranışlar olması hasebiyle ayrı bir mucize özelliği veya karakteri taşır.
Hz. Aişe’nin “O (s.a.v.) yaşayan Kur’an’dır” benzetmesi, ahlakının Kur’an’la ne kadar özdeşleştiğini göstertmesi anlamında önemlidir. Buna rağmen Kur’an’da açıkça belirtilmeyen ama Efendimizde (s.a.v.) kendisini gösteren o kadar ince, o kadar hassas davranış örnekleri vardır ki; bunları nasıl anladığına, nasıl fark ettiğine, hayatına nasıl yansıttığına şaşmamak gerçekten mümkün değildir. Buradan şunu anlıyoruz ki yaradılış olarak O (s.a.v.), Kur’an’ı en güzel şekilde anlamaya, yaşantısında onu en güzel şekilde yansıtmaya yetenekli, aklî ve ahlâkî bir donanımla, ruhî bir güzellikle yaratılmıştır.
Güzel ahlakın yüzlerce şubesinde hep zirvede olmak, oralarda kalmak, sabırla, azimle duygularını kontrol altında tutarak her zaman İslam’ın ilkelerine veya akla göre hareket etmek, sadece Hz Peygambere (s.a.v.) has bir mucizeden başka bir şey değildir. İslam âlimleri veya Allah dostları diye nitelendirdiğimiz gerçekten İslam’a her şeyi ile gönül vermiş salih kişiler, Efendimizin (s.a.v.) ahlakındaki bu güzelliği gördükleri için haklı olarak ona âşık olmuş, O’nun (s.a.v.) gibi olma yolunda bir ömür harcamışlardır. Ama hepsi de farkındadır ki, Rasulullah’a (s.a.v.) bu konuda yetişmek, onunla aynı zirvelere tırmanmak mümkün değildir. Bu nedenle her zaman Resulullah Efendimize (s.a.v.) sevgi, saygı ve hayranlıklarını ifadeden geri durmamışlar ve ölene kadar da onun çıktığı zirvelerin eteklerinde dolaşmaktan vazgeçmemişlerdir...
Bu yazımızda yine Efendimize (s.a.v.) ait büyük bir incelikten bahsedeceğiz ki; bu ahlakın adı “tegafül” dür. Tegafül, sözlük anlamı olarak, gaflet etme, habersiz olma, kasten kendini gâfil gösterme anlamlarını taşır. Tegafül ahlakının Efendimizdeki (s.a.v.) karşılığı, bildiği halde bilmezden görmezden gelmek, karşıdaki insanı mahcup etmemek, onu utandırmamak adına bildiği veya gördüğü hata ve kusurlarını gizlemek, o kişiyle normal ilişkilerini hiçbir şey yokmuşçasına devam ettirebilmek sabrı ve inceliğidir. Nitekim bu sayede ilişkileri devam ettirebilmek, bu konuda teenni ile hareket ederek, zaman içinde nasihatlerle o kişileri hata ve kusurlarından vaz geçirip tövbe etmelerini, Allah’a dönmelerini sağlamaktır. Yahut onlar değişmeyecek karakterde kötü kişiler ise böylece düşmanlıklarından emin olup, uzak kalmaktır.
Bu konuyla alakalı olarak, Resulullah’ın (s.a.v.) dört müezzininden biri olan Ebû Mahzûre’ nin (r.a.) hikâyesi ilgi çekicidir. Kendisi olayı şöyle anlatmaktadır: “Resulullah (s.a.v.) Huneyn Savaşı’ndan dönmekteydi. Ben, hepsi Mekkeli olan on kişilik bir genç grubuyla beraberdim. Huneyn yolunda Resulullah (s.a.v.) ile karşılaştık. Resulullah’ın (s.a.v.) müezzini namaz için ezan okuyordu. Biz bir köşeye çekildik ve alay ederek müezzinin söylediklerini tekrar etmeye başladık. Resulullah (s.a.v.) bizi duymuştu.
Ezan bittikten sonra “şunların içinde güzel sesli biri var” diye gönderdiği adamlar bizi huzuruna götürdüler. Resulullah (s.a.v.) “Sesi gür olanınız hanginiz?” buyurdu. Yanımdakilerin tamamı beni gösterdiler. Resulullah (s.a.v.) onları saldı, beni yanında alıkoydu. Sonra bana;
“Haydi bir ezan oku!” buyurdu. Resulullah’tan (s.a.v.) ve bana emrettiği işten son derece nefret ettiğim halde, çaresiz kalktım, önünde ayakta durdum. Bizzat kendisi bana ezanın okunuşunu telkin etti, öğretti.
Ben ezanı bitirdiğim zaman bana bir miktar da gümüş para verdi. Daha sonra alnımı, göğsümü sıvazladı ve “Mübarek olsun.” buyurdu. Ben;
-Ya Resulullah (s.a.v.), Mekke’de ezan okumama müsade et! dedim.
“-Müsade ettim” buyurdu.
İşte o anda, Rasulullah’a (s.a.v.) karşı duyduğum kin ve nefretten bende eser kalmamış, gönlüm ona karşı sevgi ile dolup taşmıştı.
Mekke vâlisi Attâb b. Esîd’e geldim ve onun valiliği süresince Resulullahın (sallâllâhu aleyhi ve sellem) emriyle Mekke’de müezzinlik yaptım.( Müsned, 3/408-409)
Peygamberimiz (s.a.v.) bu gencin gönlünden geçenleri bildiği, düşmanlığını fark ettiği halde hiçbir şey yokmuşçasına ona güzel davranması, gönlünü alması güzel bir tegafül örneğidir ki, bu davranış ile o gencin Müslüman olmasına vesile olduğu gibi, aynı zamanda ashabına da yeni bir ahlaki ölçü kazandırmıştır...
Efendimizde (s.a.v.) görülen bu güzel ahlak ondan sonraki dönemlerde sahabe efendilerimizde, tabiin ve tebe-i tabiin imamlarında, önemsenmiş ve yaşamlarının bir parçası olmuştur.
Günümüze gelince, özellikle kalplerin gizli hallerine muttali olabilen, feraset sahibi ve keşif keramet sahibi salih kulların Peygamberimizi (s.a.v.) örnek alarak hayatlarında uygulamaya çalıştıkları bir ahlaktır. Düşünün bir kere öyle bir zatın huzurundasınız ki aklınızdan ona karşı çok kötü vesveseler düşünceler geçmekte ve bu kişi de o düşüncelerinizi okuyabilmekte… Buna rağmen o kişi size bunları hiç belli etmiyor, fark ettirmiyor, sizle normal işlerini aynen devam ettiriyor. Gerçekten kabul etmek gerekir ki, öylesi bir yüce ahlaka herkes sahip olamaz.
İşte Hazreti Peygamberin (s.a.v.) veya diğer tüm peygamberleri de buna dahil edebiliriz, yaşamlarında öyle ahlaki incelikler vardır ki bunları İslam ahlakının dışında hiçbir kültür veya dinde bulma şansınız yoktur.
Bu örnekte olduğu gibi bir kişinin kendisine yapılan ufak tefek eleştirileri, kınamaları, hatta hakaretleri duymazdan, görmezden, bilmezden gelmesi tegafüldür. Bu tavrı o kişinin yaşamında huzurlu birisi olmasına yardımcı olacaktır Ve yine o kişinin böyle anlayışlı ve sabırlı olması ile birlikte onun çevresinde bulunan kişiler de onun yanında rahat edeceklerdir.
Bugün, hayatın kişiyi üzen taraflarına olumlu bakma, pozitif olma, hüsnü zan sahibi olma gibi kelimelerle de ifade edebileceğim bu davranış biçimi, stres, korku, kaygı, panik atak, aşağılık duygusu gibi kişinin psikolojisini bozarak onu gereksiz yere mutsuz ve huzursuz eden, negatif dış etkilere karşı da çok iyi bir korunma biçimidir.
Tegafül ahlakının olumlu veya olumsuz olmak üzere iki cephesinden bahsetmek mümkündür. Dine, imana, ahlaka dair üzerimize düşen asli görevlerimizi unutarak bunlardan gafil olmak ki bu doğru bir şey değildir, bu tegafülün olumsuz olanıdır. Bunların dışında şahsımıza yönelik eleştiri ve hakaretlerde tegafül edebilmek, duyduğu halde duymazdan, gördüğü halde görmezden gelebilmek bu konuda sabırlı olmak Efendimizin (s.a.v.) yaşamında uyguladığı olumlu bir tegafül ahlakıdır. Mesela, “Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.” (Furkan, 25/63) ayeti de bu konuda iyi bir yol göstericidir.
Yani sonuç olarak diyebiliriz ki, bugün en ufak eleştiri ve hakaretlere tahammül göstermeyip sonu cinayetlere kadar varan öfke patlamalarının çok yaygınlaştığı, dolayısıyla insanların adeta şeytanların kontrolüne girdiği bu ahir zamanda, sosyal ilişkilerimizde şahsımıza yönelik ufak tefek eleştirileri, kınamaları, hataları görmezden duymazdan gelip, yaşamımızdaki bir takım olumsuzlukları, bu da geçer yahu diye tevekkülle karşılayıp, büyütmemek, üç günlük diye tabir ettiğimiz şu kısacık imtihan dünyasında akıl ve kalp huzurumuzu korumak adına çok önemli olduğu gibi insanları doğru yola iletme veya İslam’a kazandırma adına da çok önemlidir.
Yaşamında bu ahlaki inceliklere her zaman çok önem verip, çok dikkat eden kıymetli büyüğümüz, Şenel İlhan Beyefendi’nin bu konuyla alakalı çok faydalı bir sosyal medya paylaşımı ile yazımı noktalıyorum.
“Tegafül, Efendimiz Aleyhisselam’ın en güzel tavır ve ahlaklarından ve sosyal ilişkilerde olmazsa olmaz duruş ve ilkelerdendir… Yani, çok iyi anladığı ve bildiği halde, bilmez gibi davranma, anlamazlıktan gelme ve aldırmama demektir! Bu ahlak yani, “Tegafül” insanlarla sürdürülebilir iyi ilişkiler kurabilmek, insanların haksız ve seviyesiz eleştirilerine sabretmek, gereksiz sataşmalarını yok saymak için, olmazsa olmaz bir olgunluk, beyefendilik ve hanımefendilik ahlakıdır!
Böyle bir ahlak sahibi olmayan bir insan asla ve kat’â insanlarla geçinemez, agresif, kavgacı, gereksiz tartışmacı bir seviyesizliğe ve ahlaksızlığa, dolayısıyla da mutsuzluğa, yalnızlığa ve hatta, doğal bir sonuç olarak insan sevmezliğe mahkûm ve mecbur olur!
Mesela, kalp gözleri açık, Allah’ın bildirdiği kadarıyla kalplere ve marazlarına vakıf olan bir Allah dostu; kalben, kendine söven, hakaret eden kişilerin bile, her kalbi terbiyesizlik ve alçaklıklarına, tegafül ahlakı ile aldırmaz, sövmelerini, kalbi itirazlarını yok sayar, zahire göre davranır ve büyük bir sabırla gerisini ise Allah’a bırakır, işine bakar!
Çünkü, dünyanın gerçeği bu…
İnsanların büyük ve ezici çoğunluğu nankör, haset, yalancı, kıymet bilmez, küfürbaz ve alabildiğine ahlaksız…
Maalesef bu zamanda gerçek bu ve bu zaman ne yazık ki ahir zaman!
Sözün özü: Çok zaruri bir durum olmadığı müddetçe ve zillete, pısırıklığa da düşmeden, her söze kulak asmamak, her ahmağı kale almamak, Âlemlerin Sultanının (s.a.v.) ahlakı ve sünnetidir...
Bu ahlak yani “Tegafül” tavrının sahibi olan kişiler, kendinden emin, öz güvenli, gerektiği zaman savaşmasını da, tartışmasını ve dövüşmesini de çok iyi bilen, şecaatli, yiğit fakat, beyefendi, hanımefendi olgunluğu ile yaşayan gerçek insanlar ve hakiki Müslümanlardır…
Ezik, kompleksli, korkak ve öz güvenini yitirmiş zevatlar ise, haklı eleştirilere de, apaçık doğru ilkelere de, işine gelmiyorsa karşı çıkan, hır çıkaran, zavallı hafif meşrep ayak takımlarıdır…
Kaldı ki bu adamlar kendilerine yapılan haksız eleştiri, söz ve davranışlara da, öyle tepkiler verirler ki, insanlıkları da, Müslümanlıkları da, yerle bir olur ve seviyeleri ise artık sadece seviyesizdir!”