Kader; kelime manası itibariyle takdir, miktar, ilim, plan vs. manalarına gelir. Istılahi manası itibariyle ise kader; kısaca her insanın hatta her varlığın başından geçen her olayın Yüce Yaratıcı tarafından önceden bilindiği ve bir kitapta yazıldığı gerçeğidir.
İslam’da kader konusu tarih içinde çok ciddi tartışmalara ve hatta mezhepsel ayrışmalara neden olmuş önemli bir konudur. Mesela, Kaderiyye diye bir mezhep insan iradesine engel diye kaderi tamamen yok sayarken, Cebriyye diye başka bir mezhep ise her şeyi kadere yüklemiş insanlara irade diye bir şey vermemiş ve bu inancı ile dünyayı imtihan yeri olma formatından adeta çıkarmıştır.
Ehl-i sünnetin itikad imamları İmam Mâtüridî ve İmam Eş’arî ise kader konusunu, hem Kur’ân ve sünnete, hem de akla, mantığa, hayatın gerçeklerine ve yaşanmış tecrübelere dayanarak güzel bir orta yolda buluşturmuş ve böylece ne ilahi irade göz ardı edilmiş, ne de insanların cüz’i iradeleri yok sayılmıştır. Dolayısıyla ehl-i sünnet imamlarınca kader konusu, hem bu dünyanın imtihan formatına, hem ilahi irade ve ilahi adalete uygun bir şekilde güzel bir mantığa ve matematiğe oturtulmuştur. Kelam âlimleri kader bilgisinin altında, insanın özgür iradesini tamamen elinden alacak bir cebr ve zorlamanın değil, Allah’ın “El Alim” ismine ait bir yüceliğin veya bilgeliğin yattığını söylerler.
Ehl-i sünnet inancı nas’a ve akla dayanarak kaderin iki cephesinden bahsetmiştir. Birinci cephesi cüz’i iradeyi aşan cephedir, burada takdir ve hüküm yalnız Allah’ındır. Yani bütün mülkün gerçek sahibi olarak kullarını hangi şartlarda imtihan edeceğini azîmüşşan olan Allah belirlemiş, bu konu kulların iradesine bırakılmamıştır.
Mesela, doğduğumuz coğrafya, yaşadığımız zaman dilimi, bizi dünyaya getiren anne ve baba, bize uygun görülen akrabalar, hangi milletten veya ırktan olacağımız konusu ve doğuştan bize bahşedilen akıl başta olmak üzere fiziksel ve ruhsal özelliklerin hepsi külli iradenin üzerimizdeki bizi aşan tercihleridir.
Bunun dışında iman etmemiz de dâhil olmak üzere, hayatımızın sonuna kadar ki süreç içerisinde içimizden bize doğruyu fısıldayan vicdanımızın sesine kulak vererek yaşayıp yaşamamak, bize verilmiş olan akıl nimetini doğru kullanıp kullanmamak, yaratılışımızla uyumlu, semavi bilgileri bize ulaştıran Allah’ın elçilerine uyup, uymamak özgür irademize veya tercihimize bırakılmıştır.
İşte bu gerçeği hiçbir akıllı ve vicdanlı kul yok sayıp inkâr edemez, ederse eminim ki kendi öz vicdanı bile onu bu konuda kınayacak, yalanlayacaktır. Dolayısıyla kendine saygısı olan dürüst bir insan, kader denen yazgının varlığını kabul ederken, bunun her konuda kendisini birebir bağlamadığının, yani özgür iradesi ile doğruyu eğriden, çirkini güzelden, iyiyi kötüden ayırabildiğinin farkında ve bilincindedir.
Kader yazgısının geleceği ve dolayısıyla gaybı bilmekle de bağlantısı olduğu için bazı sapık fırkalar, yine özgür irade üzerinden yürüyerek Allah’ın gaybı bilemeyeceğine kadar işi götürmüşler ve bu akılsızca tutumları ile Allah’ı takdis ve tenzihte ciddi hatalar yapmış, O’nun (c.c.) Kuddüs ve Subhan oluşuna halel getirmiş, gölge düşürmüşlerdir.
Bugün bilimdeki gelişmeler zamanın dördüncü bir boyut olarak sonradan yaratılmış olduğu gerçeği ile bizleri yüzleştirmiştir. Bu gerçek evrendeki değişik sistemlerde değişik zaman dilimlerinin olduğunu ve zamanın aslında göreceli bir yapı olduğunu ortaya koymuş, bu mesele ise kaderin veya Allah’ın (c.c.) gaybı nasıl bildiği konusunun anlaşılması noktasında insan aklına önemli ufuklar açmıştır. Yani zamanın evrenle birlikte bizim gibi sonradan yaratılmış olması, Yüce Yaratıcı’nın bizleri, zamanın ve mekânın dışından izleyebildiği gerçeğini ortaya çıkarmış, bu nedenle de kaderi önceden bilebilmenin Allah için mümkün olduğu ve bu bilginin de kimsenin iradesine ipotek anlamına gelmediği daha anlaşılır olmuştur. Tabii bu bilimsel gerçek, aklını biraz olsun kullanabilenler için kabul edilebilir bir şeydir.
Neticede “kader” denen yazgının varlığı Kur’ân’da açıkça görülür.
Mesela , “Allah her dişinin karnında neyi taşıdığını, rahimlerin neyi eksiltip neyi artıracağını bilir. O’nun katında her şey bir ölçüye bağlıdır.” (Ra’d, 13/8)
“De ki: “Allah’ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim Mevlamızdır, inananlar Allah’a güvensin.” ” (Tevbe,9/51)
“Hiçbir kimse Allah’ın yazılıp bir süreye bağlanmış izni olmadan ölmez (Âl-i İmrân, 3/145)
Bu konuyla ilgili hadis-i şeriflere gelince:
Cibril hadisinde Cebrail (a.s.) Peygamber Efendimize (s.a.v.) “Bana imandan haber ver?” demiştir. Rasûlullah (s.a.v.): Allah’a, Allah’ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır.” buyurmuştur. (Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1)
Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Kul, hayrıyla, şerriyle kadere inanmadıkça, kendine (hayır ve şerden) isabet edecek şeyi atlatamayacağını, (hayır ve şerden) kaçacak olan şeyi de yakalayamayacağını bilmedikçe iman etmiş olmaz.”(Tirmizi, Kader 10)
Ubade İbnu’s-Samit (r.a. ) oğluna ölümü sırasında demiştir ki: “Oğulcuğum, başına gelecek olan şeyin asla atlatılamayacağını, kaçırdıklarını da yakalayamayacağını bilmedikçe sen, imanın hakikatının tadını asla bulamazsın. Zira ben, Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın şöyle söylediğini işittim: “Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Kalemi yarattı ve: “Kıyamete kadar olacak şeylerin miktarlarını yaz!” dedi.” “Oğulcuğum, Resulullahtan (s.a.v.) şunu da işittim: “Kim bu inanç dışında olarak ölürse benden değildir.” (Ebu Davud, Sünnet 17, (4700); Tirmizi, Kader 17, (2156).
Görüldüğü üzere kader konusunda ehl-i sünnetin görüşleri, bu ayetler ve hadis-i şeriflerle açıkça desteklenmektedir, nitekim onların görüşlerinin temelini de zaten bu tür ayet ve hadis-i şerifler oluşturmaktadır.
Aynı şekilde gaybın bilgisinin de öncelikle yalnız Allah’a ait olduğu ama insanlardan meleklerden veya cinlerden bazı kimselere bu konuda zaman zaman bilgi için izin verildiği de ayet ve hadis-i şeriflerde açıkça görülmektedir.
Mesela: “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez.” (En’âm, 6/59), “O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez. Ancak seçtiği resûller başka. (Onlara bildirir.)” (Cin, 72/26,27).
Bu iki ayet, ehl-i sünnetin görüşleri doğrultusunda gaybın bilgisinin yalnız Allah’a ait olduğunu, ama dilerse bu bilgiden başkalarını da faydalandırabileceğini açıkça ifade etmektedir.
Bu konuya açıklık getirecek şekilde Peygamber Efendimizin de (s.a.v.) birkaç hadisine yer vermek yerinde olur.
“Saflarınızı düzgü tutun; şüphesiz ben arkamda sizi görüyorum.” (Buhari, Ezan, 71-72)
“Rükû’ ve secdelerinizi tam yapınız. Vallahi ben sizi rükû’ ve secde ederken arkamdan da görüyorum.” (Müslim, Salat: 38; Tirmizî, Salat: 206)
Bütün bunların dışında, ayrıca ehl-i sünnetin kader konusu ve gaybın bilgisi hakkındaki görüşlerini tasdikleyen ve destekleyen olayların, yaşadığımız bu dünyada inkâr edilemeyecek şekilde objektif karşılıklarının olduğu da bir gerçektir. Mesela gelecekten haber veren peygamberlere ait mucizeler bunlardan birisidir. Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem 1400 yıl öncesinden geleceğe dair verdiği haberlerin bugün yüzde doksanından fazlası çıkmış gerçek olmuştur. Bu hakikat geriye kalan kısmının da çıkacağının en açık bir göstergesidir. Evliya veya Allah dostu dediğimiz maneviyat sahibi kişilerin gelecekle ilgili rüyaları ve keşifleri de böyledir. Yine sıradan insanların gördüğü özellikle gelecekten haber veren rüyaların aradan neredeyse onlarca yıl geçtikten sonra aynen vuku bulması böyledir. Bu tür yaşanmışlıkların sayısı o kadar çoktur ki bunlar İslam’da mütevatir denilen haberler kapsamında bir kıymet ifade ederler. Bu gerçekte bu tür bilgileri inanılması zaruri olan bilgiler kapsamına sokar.
Öncelikle Kur’an’ı Kerim’de bahsi geçen ve aradan yıllar geçtikten sonra aynen vuku bulan rüyalar vardır ki hem kaderin varlığını hem de gayba ait bilgilerin Allah’ın izin vermesi ile kulları tarafından bilinebileceğini açıkça gösterir.
Mesela, Kur’an-ı Kerim’de çok meşhur olan Hz. İbrâhim, Hz.Yûsuf ve Mısır hükümdarının gördüğü rüyalardan söz edilir ki bu rüyalar gün gelip aynen çıkmış ve sonuçları yaşanmıştır. (Yûsuf, 12/4,5,43, 100), (es-Sâffât 37/105).Yine Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) gördüğü bir rüyanın doğru çıktığı da Allah tarafından bildirilmektedir (el-Fetih 48/27).
Bütün bu bilgilerin ışığında gelecekten haber veren ve sonra da çıkan rüyalar, keşifler, hem kaderle ilgili bilgilerin, hem de gaybın bilinmesine dair tartışılan kadim mevzuların ehl-i sünnetin görüşleri doğrultusunda bir hakikat olduğunu en güzel şekilde ispatlar, diyerek yazımı noktalıyorum.
Allah’a emanet olunuz.