Günümüzde hızla değişen toplum yapısı içinde ailenin yaşadığı dönüşümü yakından takip ediyorsunuz. Modern çağın getirdiği yeni yaşam biçimleri, teknoloji ve bireyselleşme aile kurumunu nasıl etkiliyor? Bu değişim sürecini tarihsel perspektiften değerlendirir misiniz?
Aile insanoğlunun var olduğu ilk günden beri var olan; insanoğlunun neslini devam ettirmesini sağlayan hayata hazırlayan inancını, çevresini, geçmişini ve geleceğini algılaması tanımlamasını ve farkına varabilmesini sağlayan toplumsal sosyal kültürel yapının özüdür. Bu nedenle şartlar ve aile içi rolleri ne olursa olsun tarihin her aşamasında önemini koruyarak inançlara ve yaşantılara göre şekillendirilmeye çalışılmıştır. Bu öneme binaen yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in de üzerinde en çok durduğu, kurulmasını ve korunmasını en çok teşvik ettiği grup da ailedir. Dolayısıyla şeytan ve uzantılarının da yıkmaya tahrip etmeye en çok çalıştığı yapı da ailedir. Tarih boyunca dönemin şartlarına ekonomik gerçekliklerine ve inançlara göre ailenin yapısında, nüfusunda ve aile bireylerinin birbirine olan bağlılıklarında birçok değişme olmuştur. Yani aileyi yaşadığı toplumun ve dönemin şartlarından inançlarından bağımsız düşünmek mümkün değildir. Günümüzde değişen ve gelişen teknoloji hayatın birçok alanına etki ettiği gibi aile kurumunda da birçok değişime sebep olmuştur. Hayatın birçok sahasında büyük kolaylığa sebep olduğu kadar aile üzerinde büyük tahribatları ve erozyonları olmuştur. Teknoloji ile birlikte ailenin, gelecek nesilleri yetiştirmekteki kritik görevine yönelik gerek teknolojinin olumsuz getirileri gerekse teknoloji üzerinden bazı düşünce gruplarının bilinçli saldırısı ile yıpratılmak istenerek hedef hâline getirilmiştir. Bireyi yalnızlaşmaya iten, İslam’ın inanç ve değerlerini ayaklar altına alan, aile bireylerinin bağlarını zayıflatmaya çalışan içerik ve uzantıları ile teknolojinin aileyi zayıflattığı hatta parçaladığı maalesef gözlemlediğimiz bir gerçeklik haline dönüşmüştür. Bundan yaklaşık bir asır önce Çanakkale’den yurda giremeyen düşman çanak antenden yıllardır ailemizin mahremi olan evimizde birçok olumsuz değişime sebep olmuştur. Bu değişimi yaparken özgürlük, çağdaşlık, modernlik kavramlarını sık sık kullanmış, bu algı ile yalnızlığa mahkûm ettiği aile bireylerinin arasındaki sevgi, muhabbet ve bağlılığı zedeleyerek aynı ev içerisinde yaşayan farklı dünyalar oluşturmuştur. Özellikle sanayi sonrası toplumlarda televizyon dizilerinde ve sanal mecralarda, romantik aşk başarılı bir evliliğin anahtarı olarak sunulmaya başlamıştır. Bu durum varolan sosyal ve ekonomik değişimden ziyade duyguların zamanla değişmesiyle romantik aşkın eşler arasındaki geçerliliğinin azalmasına, zamanla kaybolacak bir şeymiş gibi algılanmasına ve evlilikte birçok sosyal problemlerin oluşmasına kapı aralamaktadır. Dünya üzerindeki aile olma veya var olan aile kurumunu bitirme isteği olan boşanma oranlarındaki artışta bu tür bir etkinin önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu duygu kaybedilince ailenin bir arada durmasının başka bir anlamı yokmuş algısı bireylere ve topluma hâkim olmaya başlamıştır. Ailenin geçirdiği bu değişim sadece dünyanın bir bölgesiyle sınırlı kalmayıp gelişen iletişim araçlarının etkisiyle küresel çapta yayılma imkânı bulmuştur. Kültürel bir yayılımla toplumları etkisi altına almıştır. Kadın ve erkeğin kendini daha fazla özgür hissetmesiyle yuvaya olan bağlılıklarında ve tahammül düzeylerinde azalmalar olmuştur. Eşlerin aynı ailede bağımsız hayatlarmış gibi yaşam algısının oluşması dünya çapında aile kurmaya olan ilgiyi azaltmıştır.
Elbette bugünün şartlarından, teknolojiden bağımsız ve uzak aile ortamlarının oluşmasını beklemek bugünün gerçekliğine aykırıdır. Lakin bize düşen teknoloji üzerinden ailemize, inançlarımıza, örf ve adetlerimize karşı bilinçli yapılan bu saldırının farkına varmak, bu tip içerik ve paylaşımlar konusunda bilinçlenmek ve bunlara prim vermemektir. Unutmayalım, havuzu temizlemek istiyorsak önce bu havuza gelen kir kanalların tıkanması gerekmektedir. Aksi takdirde istediğimiz kadar havuzdan bir şeyler atalım havuz kirli kalmaya devam edecektir.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) aile hayatı, İslam toplumları için her dönem ilham kaynağı olmuştur. Peygamberimizin eşleriyle olan muhabbeti, çocuklarına olan şefkati ve aile içi iletişimdeki hassasiyeti günümüz ailelerine nasıl örnek olabilir?
Hz. Peygamberimiz, (s.a.s.) “Kadınlarla iyi geçinin” ayet-i kerimesinin gereğini hakkıyla yerine getirmiş cahiliyyedeki uygulamaların aksine hanımlarına adil davranan ve onlara eşit muamele etmeye çalışan ilgili bir eş olmuş, ashabını da bu yönde eğitmiştir. Müslümanlara da böyle davranmaları gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunmuştur. O, âlemlere rahmet ve Müslümanlar için rol modeldir. Eşleriyle olan ilişkisi güven duygusu üzerine kurulmuştur. İslam dini kadını; kıymetli bir birey, onurlu ve salih bir kul, ayağının altına cennet verilen bir anne, huzur ve güvenin limanı olan bir eş, babası için cennet fırsatı olan bir evlat şeklinde tanımlamıştır. Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) kadınların maddi ihtiyaçları ile ilgilendiği gibi manevi ihtiyaçlarını da gidermeye çalışmıştır. Her fırsatta kadınlara sevgi ve şefkatini göstererek onlardan ilgisini esirgememiştir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), hanımlarıyla arasında bulunan sevgi bağlarını güçlendirmek ve yakınlığı pekiştirmek için samimi ilişkiler kurardı. Eşleri ile olan bu samimiyete verilebilecek en güzel örneklerden birisi Hz. Aişe ile yaşadıkları bir hadisedir. Bir yolculuk esnasında yaşanan bu olayda Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Aişe’ye “Yarışalım mı?” diye bir teklifte bulunuyor. Hz. Aişe, Allah Rasulünden gelen bu teklifi sevinerek kabul eder ve diğer insanlardan geride kalarak koşmaya başlarlar. Yarışı Hz. Aişe kazanır ve Allah Rasulü ile gülüşerek muhabbetini yaparlar. İlerleyen zamanda Hz. Peygamberimiz (s.a.s) bir daha bu teklifi yapar. Geçmişteki galibiyetini hatırlatan Hz. Aişe bu teklifi memnuniyetle kabul eder. Yarıştıklarında ise bu sefer Allah Rasulü kazanır. Hz. Aişe bunun sebebinin biraz kilo aldığından dolayı olduğunu söyler. Karşılıklı olarak Hz. Peygamberimiz de (s.a.s) “Bu, vaktiyle kazandığın müsabakanın rövanşıdır.” buyurarak gülüşerek eğlenirler. (Müsned 6/39, 264) Eşlerine karşı olan sevgisini her daim ve koşulda onlara hissettirmeye çalışan Allah Rasulü (s.a.s.) onların su içtikleri kaptan dudaklarının değdiği yere kendi dudaklarını değdirerek su içer, ısırdıkları et parçasından aynı yeri ısırırmış. Bu şekilde onlar ile aralarındaki muhabbeti pekiştirmeye çalışmıştır. Eşlerin arasındaki samimiyeti artırıp birbirlerine bağlayacak yolları gösteren örnekler Hz. Peygamberimizin (s.a.s) aile hayatında çokça mevcuttur. Bunlara vereceğimiz başka bir örnek de Hz. Aişe annemizin anlattığı şu misaldir: Ezvac-ı tahirat bir gün Allah Rasulünün yanında toplanarak ona merak ettikleri bir konuda şu soruyu sormuşlardı: “Ya Resulullah! Senin vefatından sonra, en önce hangimiz sana kavuşacağız?” Allah Rasulü: “Eli uzun olanınızdır.” buyurmuştur. (Müsned, VI, 121; Buhârî, “Zekât”, 11) Olayın devamını Hz. Aişe annemiz şöyle anlatmaktaydı: Hangimizin kolunun daha uzun olduğunu ölçmek için elimize bir çubuk aldık ve sırayla kollarımızı ölçtük. Sonradan öğrendik ki Allah Rasulü bu tabirle en çok sadaka verenimizin olduğunu kastetmişti. Allah Rasulü vefat ettikten sonra hanımları içerisinde ona ilk kavuşan Hz. Sevde annemiz olmuştur. Çünkü sadaka vermeyi çok seven bir kadındı.
Allah Rasulü’nün (s.a.s.) aile hayatında yakaladığı samimiyet, huzur ve mutluluğun aile bireylerine karşı olan ilişkilerinde sevgi, saygı, güven, adalet, nezaket, zarafet, duygudaşlık ve sabır gibi insanları birbirine bağlayan güzel duyguların hâkim olması etkili olmuştur. Ailede bu farkındalığı oluşturabilmek eşe karşı pozitif bakış açısıyla yaklaşılarak tahammül düzeyini artırmak önemli bir ölçüt olacaktır. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s.) eşler arası geçimin önemini hatırlatan bir hadisinde “Bir kimse karısına kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ 61) buyurarak olumsuz anlarda başvurulması gereken çözüm yollarından bir tanesini işaret etmiştir.
Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) eşlerinin mutluluğunu kendi mutluluğu saymış ve hayatın her anında onların işlerini kolaylaştırmaya çalışmıştır. Hayvana binecekken eşlerine yardımcı olur, davet edildiği yemeklere uygun durumlarda eşleri ile katılırmış. Böylece kadınları mutlu etmek için onlara değer verildiğinin hissettirilmesi gerektiğini bu nazik yaklaşımları ile insanlığa öğretmiştir.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.), hayatı somut ve görünen olması çocukların algılayabilmesi için de önemlidir. Çocukların gelişimi somuttan soyuta doğru ilerlemektedir. Bu sebeple Peygamber Efendimizin (s.a.s.) çocuklarla olan iletişimi ve onlara yaklaşımı çocuklara doğru rol model olabilmek için, bizler için çok kıymetlidir. Peygamber Efendimizin (s.a.s.) çocuklarla olan iletişimi, çocukları devesi ile gezdirmesi, kuşu ölen çocuğa taziyeye gitmesi, O’nu gören çocukların etrafında toplanması, çocukların Peygamber Efendimizi (s.a.s.) ne kadar sevdiğini sonrasında sevdiği insanı nasıl örnek aldıklarını bize gösterir. Onları istenilen davranışların oluşması konusunda eğitirken onların zihin dünyalarına ve anlayış düzeylerine uygun şekilde örnek olmuştur. Çocuklara yaklaşırken onların akıl düzeylerine göre davranmış ve güçlü kişiliklere sahip olabilmeleri için merhamet ve sabırla onlara dokunmuştur Maalesef bugün çocuklarımıza karşı en çabuk kaybettiğimiz duygular sabır ve bunun sonucu olarak da merhamettir. Allah Resulünün bu davranışları çocuklar ile nasıl iletişime geçilmesi gerektiğinin en güzel örneği ve güçlü geleceklerin inşası için en etkin mayasıdır.
Kadının toplumsal konumu tartışılırken, aile içindeki rolü de sürekli sorgulanıyor. İslam’ın kadına verdiği değer ve aile içindeki konumu hakkında neler söylersiniz? Özellikle cahiliye dönemindeki uygulamalarla karşılaştırıldığında İslam’ın getirdiği değişimi nasıl yorumluyorsunuz?
İnsanlık medeniyetinin aydınlık ve kurtuluş yolu olan İslamiyet’in gelişiyle beraber insanlığın anası ve yarısı olan kadın, içinde bulunduğu bu vahşetten kurtulmuş ve hak ettiği haklara kavuşmuştur. İslam’la, medeniyetin insanlar arasında cinsi ve sınıfsal ayrımlar yaparak değil insanlığa değer vermekle olacağı mesajı verilmiştir. İslam dininde ilk başta kadın ve erkekten değil “insan” kavramından söz edilmesi Kur’ân’ın mesajının cinsiyet, soy-sop, makam mevki ayırmadan insana olduğunun kanıtıdır. Kur’ân’da “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık.” (Hucurât, 49/13) buyrulur. İnsanın bir erkek ve dişiden yaratıldığını ve bu iki cinsin bir arada insanlığın temelini teşkil ettiğini haber veren Rabbimiz, bu mesajıyla her ne kadar yaradılış olarak farklı olsalar da kulluk vazifesi ile sorumlu birer insan olarak eşit olduklarını, hak katında birbirlerine karşı övünme veya yerilmeye mahal verecek bir üstünlüklerinin olmadığını açık bir şekilde ortaya koymuştur.
İslam hukukuyla beraber aile ve kadın hakları konularında yapılan bu çarpıcı değişikliklerle beraber; cahiliye devrinde insan olarak dahi görülmediği, sadece cinselliğinden ve gücünden faydalanılması amaçlanılan, diri diri toprağa gömülmeye varacak kadar birçok zulme maruz kalmış, evlilikten mirasa kadar birçok hakkı gasp edilmiş olan kadın, hak ettiği değere yükseltilerek hakları iade edilmiştir. Yapılan bu yanlışların günahından bahsedilerek kadının bir insan olduğu ve insanların da insani olarak eşit oldukları, saygıyı ve sevgiyi hakettiği, toplumun önemli bir parçası olduğu önemle vurgulanmıştır. Daha ötesinde evladı için cenneti kazanmaya vesile olan bir fırsat ve koca için haramlardan korunulan bir sığınak olduğu söylenerek kıymetine atıfta bulunulmuştur. Evlenecekleri insanları gönül hoşnutluğuyla, özgürce seçebilir, mahkemelerde tanıklık yapabilir, ailesindekilerin malında hak sahibi olabilir. Ticaret yapabilir ve kazandığı malın mülkiyet hakkı kendine ait olacağı için usulünce tasarrufta bulunabilir bir durumda ailenin iki temelinden biri haline gelmiştir.
Aile kurumunun korunması için İslam’ın getirdiği hukuki düzenlemeleri incelediğinizde, evlilikten boşanmaya kadar her aşamanın ince detaylarla ele alındığını görüyoruz. Bu düzenlemelerin hikmetleri ve günümüz açısından değeri hakkında düşüncelerinizi alabilir miyim?
Cahiliyye dönemi olarak adlandırılan İslamiyet öncesi Arap toplumunda evlilik iki tarafın karşılıklı iradeleri ve muvâfakatlarına dayanan karı-koca arasında müşterek hayatı ifade etmemektedir. Buna karşılık sanki bir satış sözleşmesi olarak önümüze çıkmaktadır. Kadın, bu sözleşmede söz hakkı olan bir birey konumunda değil, sanki satılan bir eşya konumunda görülerek hiçbir söz hakkının verilmediği muamele ile karşı karşıyaydı. Kadın, bu şekildeki satış akdi ile babasının mülkiyetinden çıkarak kocasının kontrolüne girmekteydi. Bir araya gelmede söz hakkı olmadığı gibi ayrılma konusunda da hiçbir söz hakkı yoktu. Erkek ise dilediği zamanda iradesini kullanarak nikâh akdinden vazgeçebilme hakkına sahipti. Hatta koca, karısını boşadığı hâlde mutlak otoritesi sonucu karısının bir başkasıyla evlenmesine müsaade etmeyerek onu kendi hâkimiyeti altında tutabilmekteydi. Toplum buna yabancı değildi. Fakat bu uygulamadan zarar gören her zaman kadın oluyordu. Zira erkek, eşini boşuyor, iddet süresi dolmak üzereyken tekrar hanımına dönüyordu. Fakat kocanın karısına dönüşü pişman olarak onunla tekrar yaşama arzusundan değil ona zulmetmek, tekrardan boşayarak yeni bir evlilik yapmasına mani olmak içindir. Böylece ne geri döner ne de onu boşardı. Bu şekilde defalarca karısını boşayabiliyor, sınırsız olarak da ona geri dönebiliyordu. Hatta kaynaklarda Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında bu minvalde vuku bulmuş bir olay zikredilir: Ensardan bir adam hanımından ayrıldı. Kadının iddet süresi bitmek üzereyken eşine geri döndü. Bu durumdan dolayı çokça mağdur olup zor durumda kalan kadın, kocasından kendisini serbest bırakmasını istedi. Buna karşılık kocası: “Seni ne tutacağım, ne de başkasıyla evlenmen için boşayacağım.” dedi. Kadın da Hz. Aişe’ye giderek meseleyi aktardı ve buna bir çözüm bulmasını istedi. Bunun üzerine Hz. Aişe de durumu Rasulullah’a (s.a.s.) iletti ve netice itibariyle Bakara sûresinin 229. ayeti nâzil oldu. Nihayet Hz. Peygamber (s.a.s.) bu şekildeki bir haksızlığı ortadan kaldıran hükmü bildirdi. Bu ayette Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır; “Boşama iki keredir. Her ikisinden sonra ya iyilikle evlilik içinde tutmak veya güzellikle serbest bırakmak gerekir…”
Sadece Arap toplumunda değil araştırmalarımıza göre bu gibi durumlar tarih boyunca birçok toplumda ve inançta ortaya çıkmış ve birçok zulme yol açmıştır. İnsanoğlu duygusal bir varlıktır yaşadığı olaylar karşısında anlık duygularına kapılarak aklı ve mantığı kolayca devre dışı kalabilmektedir. Bu gibi anlarda sonradan pişman olacak birçok iş yaptığı ortadadır, yukarıda anlattığımız örnekte olduğu gibi aile gibi toplumun sigortası ve gelecek için üretim fabrikası olan toplumun özü olan bir yapının insanoğlunun bu gibi duygusal ve keyfi davranışlarına bırakmak tarih boyunca aile içinde ve toplumda birçok yaralara ve zulümlere kapı açmıştır. Yüce Rabbimiz insanoğlunun bu durumunu en iyi bilen olduğu için aile gibi gerek insan için gerek toplum için kritik bir öneme sahip bir grubun oluşumunu da ayrışımını da ve bu gibi durumlarda aile bireylerinin hak ve sorumluluklarını ayrıntılı bir şekilde belirterek aileyi ve ailedeki huzuru korumuştur. Bize düşen yaratıcının bizleri en iyi tanıyan yaratan olduğunu bilerek bu hakikatler ışığında hareket etmektir. Böylece fertlerde de ailede de toplumda da istenilen huzuru kaliteyi ve samimiyeti yakalamış olacağız.
Aile bağlarının giderek zayıfladığı bir dönemde yaşıyoruz. Anne-baba ve çocuklar arasındaki iletişim, sevgi ve saygı bağları nasıl güçlendirilebilir? İslam’ın bu konudaki öğretilerinden bahseder misiniz?
Bu sorunun cevabını en net alabileceğimiz yer hayatın her alanında olduğu gibi bu alanda da bize en güzel örnekliği gösteren Allah Resulü’nün (s.a.s.) ailesiyle olan ilişkilerine bakmak en güzel çözüm olacaktır.
Daha önce dediğimiz gibi Allah Rasulü’nün (s.a.s.) aile hayatında yakaladığı samimiyet, huzur ve mutluluğun aile bireylerine karşı olan ilişkilerinde sevgi, saygı, güven, adalet, nezaket, zarafet, duygudaşlık ve sabır gibi insanları birbirine bağlayan güzel duyguların hâkim olması ile mümkün olmuştur. Bu konuda evlatların anne babasına karşı olan sorumlulukları kadar anne babanın da evlatlarına olan yaklaşımı önemlidir. Aile bireylerinin karşılıklı olarak sorumluluklarını yerine getirmesi ve diğer fertlerin haklarının korunma çabası her bireyin kendi huzuru için yaptığı bir yatırımdır. Öncelikle evlatlar olarak anne babalarımızın bizlerin üzerindeki haklarını unutmamalı ve ne yaparsak yapalım bu hakların tam olarak ödenemeyeceğini kabul etmeliyiz. Yüce dinimiz cenneti annelerin ayaklarına sermiş, baba duasını peygamber duasına benzetmiştir, İslam’ın ana-babaya ne kadar değer verdiğini görmekteyiz. Öyle ki İslam, anne ve babamıza karşı her zaman iyi davranmayı, arzu ve isteklerini (imkân dâhilinde) yerine getirmeyi, gönüllerini hoş etmeyi, onlardan dua almayı ve dua etmeyi, evlat olarak yapmamız istenen hem insani hem dini vazifelerimiz olarak belirtmektedir. Onlara karşı kırıcı konuşma ve olumsuz davranışlarda bulunmayı, onlarla ilişkiyi, onlara karşı gelerek isyankâr davranmayı büyük günahlardan saymıştır. Bununla birlikte anne baba dışında onların vesilesi ile olan yakın akrabalardan başlayarak tüm aile üyelerinin büyüklerine saygı küçüklerine sevgi göstermek de sorumluluklarımız arasındadır.
Modern toplumda, ilişkilerin mekaniklik içinde adeta samimiyeti kaybedercesine yaşandığı, iletişim imkânlarımızın artmasına rağmen iletişimin azaldığı, bu dönemde ebeveynlerimizin ve büyüklerimizin bizlerin yakınlığına, sevgisine daha faza ihtiyaç duydukları aşikardır. Onlara olan sevgimizi onlar yanımızdayken / sağ iken göstermemiz onları yalnızlık fikriyatına kapılmaktan kurtarma çabamız en doğru hareket ve tercihlerimizden olacaktır. Sevgi ve şefkatle bezenmiş bu çaba, onların manevi olarak daha güçlü hâle gelmesine büyük katkı sunarak yaşama daha pozitif tutunmasına imkân sağlayacaktır. Ancak bu şekilde yuva tüm aile fertlerinin manevi olarak doyduğu, çağın getirisi olan mental ve beden yorgunluğunun giderildiği mutlu ve huzurlu aile ortamı oluşabilecektir. Daha önce ifade ettiğimiz gibi, toprak tohuma, tohum yağmura, yağmur buluta ne denli ihtiyaç duyarsa evlat da anne ve babasına o kadar ihtiyaç duyar. Onların sevgilerini yüreğimizde hissedersek ve bu sevgiyi hâl ve hareketlerimizle yansıtabilirsek ana babamızı memnun etmiş ve rızalarını kazanmış oluruz.
Anne babalar olarak ise ebeveynliğin ilahi bir görev olduğunu bilerek hareket etmeli, çocuklarımızın ailemizin meyvesi ve Allah’ın bir emaneti olduğunu bilerek ahiretimiz için yaptığımız en büyük yatırımlardan biri olduğunu unutmadan onlara yaklaşmalıyız. Sevgi, şefkat ve samimiyetle yaklaşmalı manevi ve maddi eğitimlerini ihmal etmeden onlarla geçireceğimiz en güzel çağları dünya koşuşturması uğrunda heba etmeden hayattaki en büyük kahramanları olmalıyız. Çünkü Allah Resulü (s.a.s.) hem ailesi için hem insanlık için bizlere bunu öğretmiştir. Unuttuğumuz, kaybettiğimiz ya da kibrimize kapılıp gururumuza yediremediğimiz için uzak durduğumuz bu hakikatleri yaşamak ailede kaybettiğimiz huzur saygı ve güven ortamını yeniden kazanmamız için en büyük artımız olacaktır.
Günümüzde gençler evliliğe karşı çekimser davranıyor, yalnız yaşamayı tercih ediyor. Bu durumun toplumsal nedenleri ve olası sonuçları hakkında ne düşünüyorsunuz? İslam’ın evliliği teşvik eden yaklaşımı bu noktada nasıl yol gösterici olabilir?
Evlilik akdi, kadın ile erkek arasında birlikte yaşama ve yardımlaşmanın helalliğini ifade eden ve her iki tarafın hak ve sorumluluklarını belirleyen bir akittir. Nikâh kadın ve erkek birlikteliğini meşru bir zemine oturtan ve iffetin ve neslin korunabilmesi için vazgeçilmez bir akittir. Kadın ve erkek birlikteliği ancak nikâh ile helalleşir. Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) nikâhın önemini vurgular nitelikte tüm peygamberlerin ortak sünneti olduğunu beyan etmiştir Ayrıca “Birbirini seven (çiftlerin birleşmesi) için nikâhtan daha iyi bir çözüm yoktur.” (İbn Mâce, Nikâh, 1) buyurarak ideal bir ailenin oluşabilmesi ve temiz bir neslin yetişebilmesinin çözüm yolunu nikah olarak göstermiştir.
İslam dini, insanlığa her zaman samimi ve iyi ilişkiler içerisinde bulunarak güçlü toplumlar olmayı, birbirimiz ile yardımlaşmayı, kaynaşmayı ve güçlü bağlar kurmayı emretmiştir. Kur’ân-ı Kerîm de bu konuda da şöyle buyrulur: “İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.” (Mâide, 5/2) Müslüman elinden ve dilinden insanların güvende olduğu ve kendisiyle kolaylıkla muhabbet kurulabilen insandır. Ancak insanların akılları, ahlakları, anlayışları, kültürleri ve seviyeleri farklı farklıdır. Bunlar dikkate alındığında beşerî ilişkilerimizi geliştirip toplum hayatımızı bir düzene koyarsak, hasretinde olduğumuz sevgi, kardeşlik ve barış gibi güzel özellikler kendiliğinden meydana gelecektir. Arzulanan bu hususları barındıran bir toplum olabilmek, kadın ve erkeğin meşru olarak bir araya gelmesinin ve sağlıklı bir yuvanın ilk şartı olan nikâh ile mümkün olacaktır. Bu şekilde hukuki bir zemine oturan ailenin bireyleri, mutlu olabilmek için gerekli olan sorumluluklardan kaçmadan bunları yerine getirecektir. Güçlü aileler için evlilik akdi vazgeçilmezdir. Birbirini tanımayan iki insanı bir araya getirerek her birine dini ve hukuki olarak fıtratına uygun vazifelerin yüklendiği nikâh ile kurulan aile, fertlerin, toplumların ve milletlerin ahlakını, davranışını, mutlu veya mutsuz olmalarını etkileyen ve yön veren bir değere sahiptir. Nikâh akdi şehvet duygusunu terbiye ederek kulu zina ve fuhuştan korur, neslin devamını temin eder, neseplerin karışmasını önler, çocuk terbiyesinin oluşmasını ve ahlaklı toplumların temiz nesillerle temelini oluşturur. Bu ve benzeri fonksiyonlarıyla kazandırmış olduğu dini ve dünyevî faydalarından dolayı nikâh, ibadet niteliği taşır ve nafile ibadetten daha faziletlidir. Nikâhın kıymetli bir ibadet olduğunda ortak bir fikir birliği vardır. Tesis edilen bu yuvanın saadeti de nikâhla yüklenilen sorumlulukların ibadet bilinciyle yerine getirilmesi ile mümkün olacaktır. Aksi takdirde hayal ettiğimiz özlem ile arzuladığımız bu toplum bilincine ulaşmamız mümkün olmamakla beraber kaosun kargaşanın ve haramların yaygın olduğu bir topluma dönüşmek kaçınılmazdır. Nitekim bu durumları her gün sıklıkta görmekteyiz. Ayrıca bir toplumda helaller zorlaştıkça, haramların yaygınlaşma eğilimi artabilir. Bu yüzden çağımızın hastalığı olan gösteriş düşkünlüğüyle hareket ederek helal olan nikâhı ağır külfetler altında ezdirmemeliyiz. “En hayırlı evlilik en külfetsiz olandır.” Nebevi buyruğunu dikkate alarak gençleri altında ezilecekleri evlilikten soğuyacakları uzaklaşacakları isteklerin muhatabı yapmamalıyız. Maalesef gösteriş yarışı içerisinde her geçen gün daha da ağırlaşan masraflarıyla evlilik artık gençlerimizin hayallerinde dahi uzak durdukları bir olgu haline dönüşmeye başlamıştır. Bu da dinimizin büyük bir ahlaksızlık diye tarif ettiği zinanın kolaylaşması ve yaygınlaşmasının önünü açmıştır. Bu da zinaya düşen her gençte helal olan nikâhı zorlaştıran kişilerin vebalinin olduğu düşüncesine beni sevk etmektedir.
Aile içi şiddet maalesef toplumumuzun kanayan yarası. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ‘Sizin en hayırlınız ailesine karşı en hayırlı olanınızdır’ sözünden hareketle, İslam’ın şiddete bakışını ve çözüm önerilerini değerlendirir misiniz?
Kadının; kıymetli bir birey, onurlu ve salih bir kul, ayağının altına cennet verilen bir anne, huzur ve güvenin limanı olan bir eş, babası için cennet fırsatı olan bir evlat olduğu ve erkeğin, dininin yarısını kurtarabilecek bir fırsat şeklinde ifade edildiği İslam dininde, hanımların kocaları tarafından haklarının yenmesine, sözlü veya fiili şiddete maruz bırakılmasına sert bir şekilde tepki gösterilmiş ve kınanmıştır. Belirttiğiniz gibi Resulullah Efendimiz “Kadınlara(ailesine) iyi davrananlar insanların en hayırlısıdır.” buyurarak hayrın yolunun erkeğe ilahi bir emanet olan kadına iyi davranmaktan geçtiğini ortaya konmuştur. Birçok sahih hadis kitabında bahsedilen bir hadiste Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir erkeğin karısını dövdükten sonra akşam nasıl aynı yatağa girebileceğini söyleyerek adeta bu işin utanç verici bir hadise olduğunu belirterek kadını dövmenin aciz zavallı erkeklerin işi olduğunu beyan etmiştir.
Kadına şiddet konusunda en etkili çözüm, Allah Resulü’nün (s.a.s.) hayatında eşlerine olan sevgisini saygısını ve bağlılığını örnek alarak bu kıymetli rehberliği modern çağın çağdaşlık safsatalarına kurban etmemek olacaktır. Erkeğe göre fıtri olarak daha zayıf yaratılan kadınlarımızın Allah’ın emanetleri olduklarını unutmadan insanlıklarının, kişiliklerinin, onurlarının ve haklarının bizzat Allah tarafından korunduğu bilincini çocukluktan itibaren toplum bilinci olarak yerleştirilmesi bu konuda en etkili çözümlerden biri olacaktır. Ayrıca gözlemlediğimiz kadarıyla toplumdaki bu üzücü olayların sebeplerinden biri de kadın ve erkeğin Yaratıcının fıtri olarak onlara biçtiği rollerden sıyrılarak özgürlük sayıklamalarıyla İslam’ın tasvip etmediği birçok rol ve harekette olduğu gözümüze çarpmaktadır. Bu sebeple kadın ve erkeğin ilahi buyruklarla bildirilen fıtratına uygun rolleri muhafaza etmesi aile içi çatışmaları ve huzursuzluğun engellenmesi için çok önleyici bir şuur bilinci olacağını düşünüyorum. Kadın ve erkeğin karşılıklı olarak huzur ve mutluluklarının kendi mutlulukları vesilesi olduğunu bilerek davranmalıdır. Bu şekilde bu olaylarda büyük azalmaların olacağını düşünmekteyim.
