İslami anlamda tevbe, aşağıdaki ayet-i kerimede gayet açık anlatıldığı gibi bir kulun işlediği kötülük ve günahlara pişman olup, onları terk ederek Allah’a yönelmesi, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah’a sığınması ve ondan bağışlanma dilemesidir.
“Onlar çirkin bir şey yaptıkları veya kendilerine kötülük ettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar da hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmrân, 3/135)
Bu ayet-i kerime bir müminin dünyadaki durumunu özetleyen bir ayet olması anlamında çok önemlidir. Bu ayette Rabbimiz kullarından ancak peygamberlere has bir durum olan hiç günaha düşmeme gibi bir masumiyet beklemediğini açıkça ifade etmektedir. O’nun kullarından beklentisi günahlara düştüklerinde Rablerini hatırlayarak tevbe etmeleri ve hatalarında ısrar etmemeleridir. Zira bu dünya hayatının imtihan formatında bir hayat olması hasebiyle bir kul için günahlara hiç düşmemek gibi bir şey, özel seçilmiş peygamberler hariç diğer kullar açısından mümkün değildir. Sonsuz merhamet ve adalet sahibi olan Allah’ın, kullarına böyle bir zorluk yükleyerek zulmetmeyeceği aşikârdır.
“Ey iman edenler! İçtenlikle ve kararlılık içinde Allah’a tevbe edin.” (Tahrîm, 66/8)
Yukarıda paylaştığımız ayet-i kerimede ise bir kulun düştüğü hata ve günahlardan sonra nasuh tevbesi olarak da ifade edebileceğimiz içtenlikle yapacağı bir tevbe ile Rabbine yönelişinin, Rabbi katında ne kadar kıymetli olduğu çok çarpıcı bir örnekle bir hadis-i şerifte şöyle anlatılmaktadır. “Kulunun tevbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu memnuniyet, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden çok daha fazladır.” (Buhârî, Deavât 4; Müslim, Tevbe 1, 7, 8) Bu hadis-i şerif, Rabbimizin kullarına olan sevgi ve şefkatini ve aynı zamanda onlara verdiği değeri anlatması anlamında gerçekten çok etkileyicidir.
Rabbimizi bu derece memnun eden tevbe, bizler için de geçmişimizdeki hata ve günahlarımızın ağır yüklerinden kurtularak, imtihan formatında dizayn edilmiş zorlu sınavlarla dolu bir hayata yeniden bir başlangıç imkânıdır. Bu anlamda tevbe ile yenilenebilmek kullar için çok büyük bir rahmet, çok büyük bir nimet ve merhamettir.
Malumdur ki, dünya denen hayatın yapısı ve yaratılışı gereği hem bedenlerimiz, hem de kıyafetlerimiz zaman içerisinde kirlenirler, bu nedenle sadece hayati bir gerekçe için değil temiz kalabilmek için de sudan uzak bir yaşamı asla tasavvur edemeyiz. Manevi dünyamız için de bu kural geçerlidir, yani bazen bilerek işlediğimiz hata ve günahlardan bazen de hiç bilmediğimiz veya farkına varmadığımız yanlışlarımızdan dolayı manen kirleniriz. Bir şey var ki: maddi kirlilikleri duyu organlarımız ile tespit edebildiğimiz için o kirlilik bizlere gerçekçi gelir, fakat ruhi kirlilikleri o kadar açık ve net göremeyiz; bu yüzden bu konuda aynı inanç ve duyarlılığa sahip olamayız. Hâlbuki manevi kirlenmeler de eğer anlayabilirsek hem fiziksel bedenimize psikosomatik hastalıklar olarak, hem de ruhsal dünyamıza mutsuzluk, doyumsuzluk, stres, obsesif kompulsif bozukluk, şizofren, panik atak, bipolar bozukluk gibi çok farklı rahatsızlıklar olarak mesajlar gönderir. Lakin bizler çeşitli bahaneler ile onları yine sadece fiziksel nedenlere bağlar, böylece bir ömür bu hastalıklarla boğuşup dururuz.
Bedenimizin temizliğini su ile yapıp rahatladığımız gibi, manevi kirlenmeleri de Rabbimizden bağışlanma dileyerek, günahlarımızdan pişmanlık duyup tevbe ederek yapmamız gerekir. Rabbimiz birçok ayet-i kerimede biz kullar için hayati öneme sahip olan tevbe ile ilgili şu mesajları verir:
“Elif Lâm Râ. Bu Kur’an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış, sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır. (De ki:) “Şüphesiz ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim. Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da O’na tevbe edin ki sizi belirlenmiş bir süreye (ömrünüzün sonuna) kadar güzel bir şekilde yararlandırsın ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum.” (Hud, 11/1-3)
Yukarıdaki ayet-i kerimede açıkça ifade bulduğu üzere dünyada huzurlu bir yaşam sürebilmemiz ve Rabbimizin bol bol ihsan ve lütfuna mazhar olabilmemiz için günahlarımızın farkına varıp, onlardan tevbe ederek arınmamız ve manen kötü olan halimizi düzeltmemiz gerekir. Aksi halde günahlarda ısrar etmek en azından müminler için bu dünya hayatında Rabbimizin onlara vereceği hem manevi huzurdan hem de yine maddi lütuf ve ihsanlarından mahrum kalmak veya onlardan yoksun düşmek anlamına gelir. Dolayısıyla bu ayetin açık anlamı: Allah’a yönelin ve içtenlikle tevbe edin ki, hem maddi yönden sağlık, sıhhat, bolluk ve bereket bulasınız, hem de manevi huzura kavuşasınız.
“Görmüyorlar mı ki her yıl bir veya iki defa musibetlerle sınanıyorlar da yine tevbe etmiyorlar ve ibret almıyorlar.” (Tevbe, 9/126)
Bu ayet-i kerime de aynı anlamları ifade ederek dünyada yaşadığımız zorlukların aslında tevbe etmemiz gereken günahlara karşı umursamaz tutumumuzdan kaynaklandığını göstermektedir.
“Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanmayı dileyin, sonra O’na tevbe edin ki üzerinize bolca yağmur göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın; sakın günahkârlar olup Allah’tan yüz çevirmeyin!” (Hud, 11/ 52)
Aynı şekilde bu ayet-i kerimenin de açık beyanıyla dünya üzerindeki bugün şikâyetçi olduğumuz kıtlık, kuraklık gibi artan musibetlerin ve başkaca karşılaştığımız sıkıntıların temelinde Allah’a karşı olan sorumluluklarımızı unutmamız yatmaktadır.
Tevbe etmek için tevbe ettiğimiz hata ve günahlarımızı bilmemiz, onları tanımamız gerekir. Toptan bir tevbe yerine, işlediğimiz her günahı tanıyarak ve bilerek onlar için yapılan tevbeler temizleyici ve kalıcıdır. Bu nedenle büyükten küçüğe düştüğümüz tüm günahları sıralamak ve sonra onların üzerimizdeki etkilerini veya manevi kirlerini tespit ederek belki bir ömürlük süreci tevbeyle geçirmek lazımdır.
Mesela zina, içki, kumar, hırsızlık gibi günahlar dışarıdan da tespit edilebilen günahlardır. Bunların tevbesi, tevbe etmek isteyen için kolaydır. Tıpkı vücuttaki kaba kirlerin tespitinin kolay olması ve temizlenmesinin bir banyoya bakması gibi, ama kibir, riya, haset, ucb, cimrilik, yalan, sevgisizlik gibi kalbi günahların tespiti de tevbesi de öyle kolay değildir. Zira bu günahlar vücudun içine girmiş, kana karışmış mikroplara benzerler ki, bunların tespiti için iç hastalıkları uzmanına gitmek, röntgen çektirmek, kan tahlili yaptırmak ve tedavi içinde uğraşmak gerekir. Bu nedenledir ki, kalbi dediğimiz manevi hastalıkların teşhis ve tedavisi avamdan insanların bilgi ve becerisini veya takatini aşar, bu konuda kendini yetiştirmiş, kalbin hastalıklarına vakıf olan manevi doktorlar gerekir. Bunları reddetmek, bu tür âlimlere başvurmayı şirk addetmek, zahir rahatsızlığımız olan hastalıkları için doktora giden hastaları şirkle itham etmek gibi abesle iştigal veyahut büyük bir cahilliktir. Zahiri ilminin verdiği gurur ve kibir ile bu konuda negatif tutum sergileyen, nefsinin cahili âlimlerin eleştiri ve itirazlarını asla kale almamak gerekir.
Kur’an ezberler, hafız olursun; medrese tahsili yaparsın, molla olursun veya ilahiyat fakültelerinde akademik kariyer yapar, hadiste, fıkıhta, siyerde, allame de olursun; lakin kalbin işlerinden anlayan manevi doktorlara gitmezsen, bilmelisin ki, senin korkup sakınacağın günahlar içki, kumar, zina gibi sadece görünen günahlar değil, zararı belki onlardan daha çok olan kalbi günahlardır. Bu kalbi günahlar; kibirdir, riyadır, yalandır, tevekkülsüzlüktür, cimriliktir, korkaklıktır. Bu alandaki günahlarla tanışmadan ve bunlarla mücadele etmeden kendini bir şey sanan âlimlerin akıbeti Allah korusun şeytanın yoluna girmek ve onun akıbetine düşmek olur. Zira günümüzde oldukça popüler olan bu tür nefsinin cahili, haddini bilmez sözde âlimler çok fazladır...
Gerçek âlimler ilmi ezberleyen değil, bildiğini yaşayan, kulluğun inceliklerini anlayan ve bunlara göre manevi dünyasına çeki düzen veren âlimlerdir ki, bu zamanda gerçekten çok azdır, ama yok da değildir. Dünya ve ahiret saadetimiz için böyle âlimleri bulmak, bunun için aramak ve aramanın önemini kavramak gerekir. Makalemi değerli büyüğümüz Şenel İlhan Beyefendi’nin bu konudaki önemli bir yazısı ile noktalıyorum.
“Tevbe etmek, yeniden başlamak ve Allah’a dönmek anlamında en özel ve en güzel amellerin başında gelir!
Ancak, tevbe etmek demek en asgari, bütün büyük günahlardan sakınmak ve küçük günahlara da ısrar etmemeye çalışarak yaşamak demektir! Ancak, bu ahir zamanda, benim gördüğüm kadarı ile, bin tevbe edenden biri bile, hakiki tevbeyi başaramamış ve sadece günahların yer değiştirmesini tevbe ettim sanma yanılgısı ile daha büyük bir fasık olarak kendini tevbeli, âlim ve hatta veli bile sanabilmiştir!
Mesela, adam büyük günahlardan tevbe ediyor. Zina, içki, kumar, hırsızlık vs. gibi haram ve günahlardan tamamen vazgeçiyor ama hiç farkında olmadan günahları yer değiştirip, zina etmiyor ama yalan söylemesi tavan, riya, kibir, ucup, haset, kıskançlık, kalp kırmak gibi kalp marazları sebebiyle işlediği büyük günahlar eskisinden daha da artarak ve bunların çoğundan haberi bile olmadan ve üstelik kendini tevbeli, mücahit ve hatta veli bile sanarak yaşayabiliyor!
Dediğimiz gibi, onun tevbe ettiğini zannettiği olay ise, günahların yer değişmesinden başka hiçbir şey değildir! Yani hala koca bir fasık ve ameli de olsa, tam bir münafıktır!
Mesela, bilinen zahiri her günahtan kaçan ama dediğimiz gibi günahları öncelik sırası olarak yer değiştirmiş bir âlim, ehli tebliğ, İslam’ı anlatan bir hatip, hoca, vaiz düşünün, her kalp marazını coşkuyla anlatıyor, yazıyor ama sadece anlatması ona kendini bunlardan kurtulmuş gibi sanmasına sebebiyet veriyorsa, cimriliği tavan, korkaklığı, riyası, sahtekârlığı, ucubu, kibiri maksimum ama hem yaşamadığı şeyleri yaşıyormuş gibi anlatarak mide bulandırıyor, hem de Allah’ın en sevmediği adamlardan olmak için bilmeden de olsa şeytanla ve şerlilerle yarışıyor!
Kalp kırıyor, iftira ediyor, gıybet en büyük zevki, Allah’ı unutmuş, halka tapan bir riya müşriki gibi yaşıyor ve üstelik, kendini kurtulmuş veli veya kutup, şeyh meyh sanıyor! Sözün özü: Gerçek kurtuluş ise hakiki tevbede, kendimizi nefs muhasebesi ile tanımada ve aldanan ve aldatanlardan olmamak için dosdoğru ve dürüst olmada ve hep öyle kalmadadır! Gerisi ise kendini kandırmak, bilerek ya da bilmeyerek aldanmak ve aldatmak, şeytana ve nefse oyuncak olup cehenneme yuvarlanmaktır!”