Ey ihvan topluluğu! Allah yardımlarını bizden ayırmasın. Şunu iyi bilelim ki Allah’ın yanında kalblerin en hayırlısı ve en sevdiği kalb batıldan, şeklerden ve tüm şer manasını taşıyan bütün şeylerden pak olan ve Hakk’a ait olan; hidayette ve bütün hayırları ve doğrulukları kap gibi içine alan kalbdir.
Hadisi şerifte şöyle zikir olunmuştur: “Kalb dört çeşittir. Biri hilesiz, içinde nur vardır, parlar. Bu mü’minin kalbidir. Biri kılıflara konmuş ve ağzı bağlanmış kalp. Bu da münafığın kalbidir. Biri de kararmış ve ters döndürülmüş kalp. Bu kafirin kalbidir. Biri de kendi haline bırakılmış kalp. Onda iman da bulunur, nifak da. Bu kalpte iman, temiz suyun besleyip geliştirdiği yeşil bir bakla gibidir. Nifak ise, irin ve cerahatın azdırıp artırdığı yara gibidir. Bunlardan hangisi diğerinden fazla ise, kalbe o hâkim olur ve hüküm ona göre verilir. Bu kalb İslam’ın emir ve nehyini birbirinden ayırmayan ve dinde tefrit edenlerin kalbidir.” (Ahmed bin Hanbel,Müsned,III,17)
Yine bir hadisi şerife göre iman kalpte önce parlak beyaz bir nokta olarak başlar, fazlalaşarak bütün kalbi kapsayarak hepsini beyaz yapar. Nifakta, kalpte önce siyah bir nokta olarak başlar sonra fazlalaşarak bütün kalbi kaplayıp hepsini siyah yapar. Allah bu gibi hallerden kurtarsın ve dinde afiyet, selamet, nasip etsin ve İslam dini üzerinde canımızı alsın.
İman, ihlasla daimi yapılan salih amellerle fazlalaşır. Ama nifak, kötü amel, vacipleri terk ve haramları yapmakla fazlalaşır. Bu konuda Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Kim bir günahı işlerse kalbinde bir siyah nokta oluşur. Eğer tövbe ederse kalbinde kir gibi olan günahlar silinir ve temizlenir. Eğer tövbe etmezse gitgide bu siyahlık fazlalaşır, ta ki bütün kalbi siyahlatıncaya kadar. Cenab-ı Allah Kalpteki siyahlık hakkında Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur; “Hayır bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir.” (El mutaffifin suresi-14). Dünya ve ahirette insan için daha şer ve daha zararlı bir şey yoktur. Sana bulaşan kötü ve çirkinlikler günah cihetinden oluyor. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur; “Başınıza gelen her musibet kendi ellerinizle kazandığınız (günahlar) yüzündendir.” (Şura-30) Her müminin günahlardan korunması ve onlardan uzaklaşması lazımdır. Şayet o bir günah işlerse hemen Allah’a tövbe etsin. Tövbe, hatalarını gördüğün an hemen yanlış yoldan Allah’a dönme anlamındadır. Yani yapmış olduğun tüm günahların affı için Allah’a sığınıp yalvarmak ve tekrar işlememeye taahütte bulunmaktır, tövbe.
Zira Cenab-ı Allah kulunun tövbesini kabul eder ve nasuh ve ihlaslı olarak yaptığı tövbesinden sonra günahlarınıda affeder. Bizim yaptığımızı Cenab-ı Allah çok iyi bilir. Tövbe etmeyen zalimlerden olur. Çünkü kendi nefsine zulmederek günahlara girmekle Allah’ın hoşnutsuzluğuna hazırlanıyor. Cenab-ı Allah ayette kendisini tövbeleri kabul eder vasfıyla vasıflandırmıştır. “O günah bağışlayan, tövbe kabul eden, azabı şiddetli olan, ihsan sahibi Allah’tandır ki ondan başka hiçbir ilah yoktur. Dönüş ancak O’nadır.” (Gafir-3-mümin) Allah’ın rahmeti üzerinize olsun. Bu ayeti şerife ve esrarı latifesinde reca ve korku içerdiği manayı iyice teamül etmek lazım ve diğer benzer şeyler “Size ayetlerini gösteren, sizin için gökten rızık indiren O dur. Allah’a yönelenden başkası ibret almaz. Haydi kafirlerin hoşuna gitmese de Allah için dindar ve ihlaslı olarak dua edin” (Gafir 13-14 mümin)
Yakin; imanın kalpte sabit kalması ve onun istilasıdır. Bu ise İbrahim Peygamberin Allah’tan isteği, temennisidir. İbrahim Rabbine; “Ey Rabbim! ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster” demişti. Rabbi ona; “Yoksa inanmadın mı?” dedi. Bunun üzerine Allah; “Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al sonra (kesip parçala) her dağın başına onlardan bir parça koy, sonra da onları kendine çağır, koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azizdir, hakimdir, büyüktür.” (El Bakara-260).
Hazreti İbrahim (as) ölen bir canlının yeniden nasıl dirileceğini merak etmiş ve bunun kendisine gösterilmesini Rabb’inden istemiştir. Allah-u Teala ona ayette geçtiği gibi maddi bir örnekle cevap vermiş, dirilişin mahiyetini izah etmiştir. Çünkü insanın bilgi kapasitesi, dirilme, canlanma olayını kavramaya elverişli değildir. Bundan önceki ayetlerde de geçtiği gibi peygamberlere verilen bu örnekler birer mucizedir. Mühim olan Allah’ın bütün canlıları özellikle insanı mutlaka diriltip hesaba çekeceğine kesinlikle iman etmektir. Bu ayetten anlaşıldı ki; yakin, imanın gayesidir ve sonucudur. Hadiste şöyle zikir olunmuştur: “Yakin imanın tümüdür. Semadan yakinden daha şereflisi inmedi. Zenginlik bakımından yakin kafidir.” Yine başka bir hadiste de Rasulullah şöyle buyurmuştur: “Allah’tan yakin ve afiyeti isteyin. Çünkü yakinden sonra hiç kimseye afiyetten daha üstün bir şey gelmedi. Ama selabet (sertlik, katılık) dinde kuvvettir. Sebattır ve gayrettir. Ne kadar acı da olsa Hak’tan ayrılmadan doğruyu söyleyip kınayanın kınamasından korkmamaktır. Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de dostlarını şöyle vasıflandırmıştır: “Münafıkların hali açığa çıkınca müminler birbirlerine şöyle diyecekler; sizinle beraber olduklarında kuvvetli yeminleriyle, Allah’a yeminleriyle Allah’a yemin edenler şunlar mı? Onların bütün yaptıkları boşa çıktı da ahirette hüsran (pişmanlık) içinde kaldılar. Ey iman edenler! içinizden kim dininden dönerse şunu bilsin; Allah onun yerine öyle bir kavim getirecek ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler, müminlere karşı yumuşak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve başları yukarıdadır. Allah yolunda mücadele ederler. Dil uzatanın kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın ihsanıdır. Onu dilediği kimseye verir. Allah’ın ihsanı geniştir. Her şeyi bilendir.” (Maide-53,54)
İslama hiç girmemiş kafirler ile Müslümanların içinde bulunan münafıklardan başka bir de mürtedler vardır. Bunlar evvelce Müslüman oldukları halde sonradan dinden dönen, İslam’ı terk eden bedbaht kişilerdir. Hazreti Peygamber (sav) zamanından beri İslam dünyasında az da olsa irtidat olayları olmuş, bazı şahıs veya gruplar İslam’ı terk etmişlerdir. Ancak bunların İslam’ın yayılmasına ve yaşamasına hiçbir zararı olmamış, Allah’ın cihanı aydınlatmak için yaktığı meşale her geçen gün biraz daha kuvvetlenerek yanmış ve ışıklarını beş kıtaya ulaştırmıştır.
Tarih boyunca birçok toplum İslam’ın bayraktarlığını yapmış, onun bayrağını hiç yere düşürmemiştir. İnsanlar yeryüzünde yaşadıkları müddetçe İslam ümmetinden bir topluluk daima hakkı ayakta tutacak ve bayrağı taşıyacaktır. Hazreti Peygamber (sav) Hazreti Ömer‘i dinde sert ve katı olduğundan dolayı şöyle vasıflandırmıştır; “Dinde Ömer en kuvvetliniz, en güçlünüzdür.” Hazreti Ömer (ra) Allah’ın dininde müminler arasında en katı yüreklisiydi. Dinde kendi hakkı veya başkalarının hakkı olsun en güçlü bir şekilde elinde tutar ve korurdu. Bu nedenledir ki şu ana kadar hak, hukuk, adalet ve diğer iyi meziyetler anıldıkça Hazreti Ömer (ra) temsil gösterilmektedir. Ama müminlere yumuşaklık, onlara şefkat ve merhamet etmektir. Bu ise en şerefli ahlak ve en üstün huydur. Cenab-ı Allah Rasulullah’ı şöyle vasıflandırmıştır: “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün ve mü’minlere çok şefkatli, merhametlidir.” Allah-u Teala bu ayette kendi isimlerinden olan – Rauf - çok şefkatli ve Rahim, çok merhametli sıfatlarını Peygamberimize vermiştir ki önceki peygamberlerden hiç biri bu sıfatların ikisine birden mazhar olmamıştır. (Tevbe-128)
Rasulullah şöyle buyurmuştur: “Merhamet edene Rahman da rahmet eder. Merhamet etmeyene merhamet edilmeyecektir.” Başka bir hadiste “Ümmetimin ebdalları çok namaz kılmakla, çok oruç tutmakla cennete girmeyecekler. Belki de temiz kalp, kendilerinde bulunan cömertlik ve Allah’ın rahmetiyle girecekler.” Ebdal Allah’ın veli kullarından bir cemaattir. Yetmiş kişi olarak söylenir, şerif ve kerim anlamındadır. Bundan anlaşılmasın ki ebdallar çok namaz kılmıyorlar veya çok oruç tutmuyorlar, bilakis çok namaz kılarlar ve çok oruç tutarlar ve diğer salih amellerin hepsini yerine getirirler. Lakin Peygamber (sav)’in buyurduğu şu iki vasıf; temiz kalp ve cömertlik –sair salih ameller- daha şerefli ve Allah’a daha çok yaklaştırdığı içindir. Çünkü bunlar kalplerin amelleri ve esrarlı vasıflarındandır. Kıyamette, kalplerin amelleri uzuvların amelleriyle tartılınca, kalplerin amelleri açıkça daha ağır gelecek. İki ağırlığın arasında çok büyük farklılık olacak. Bu vasıflarından dolayı kalplerin tezkiyesiyle tanınan, üstün vasıflar ve salih amellere ehemmiyet gösteren tasavvuf ehli, tasavvuf ve batıni emirlere özen göstermeyenden daha efdaldır (üstündür). Fazıl Allah’ın elindedir, istediği kimseye verir. Allah’ın rahmeti geniş ve her şeyi bilendir. Müslümanlara rahmet vacip bir iş ve lazım bir haktır. Ama fakir, miskin, belalar, musibet ehline daha evla ve daha vaciptir.
Müslümanlardan maddi yönde zayıf olan ve bela ehillerinin, müşahade edip kalbine yumuşaklık ve merhamet gelmiyorsa o kişi katı yüreklidir. Kasavet kalbine galebe çalmış ve içindeki merhametinin hepsini çekip çıkarmıştır. Eğer kişi Müslümanların fakirleri ve miskinleriyle buluşunca kalbinde kibir ve tenezzül etmeme bulunuyorsa, Allah’tan uzaklık ve O’nun kızgınlığına yolaçarak kapısından kovulmasına müstahak olacak ve mütekebbir sınıfların içine girecektir. Çünkü o Allah’ın büyüklük sıfatında Allah’la karşı karşıya gelenlerden olmuştur. Tekebbu (büyüklük, gurur) taslayanlar hakkında Peygamberimiz şöyle demiştir: “Kalbinde bir hardal tanesi kadar kibir bulunan cennete giremeyecek.”