Bir yaprak dökümüdür hayatlara, sararmış ibretlik manzaralar. Bir dönemin kapanıp, istenmeyen yeni zamana adım adım ayak direyerek gitme zamanı. Her yer sarı yapraklarla bezenmiş, hüzün mevsimi. Tıpkı gün boyu içimizi ısıtan güneşinin akşam vakti olduğunda ortalığı kızıllığa bürüyerek veda edişi gibi… Bu bahar ilkin gelenden çok farklı zira. Önceki gibi heyecan oluşturmaz gönül diyarlarında. Çünkü bir doğuş değildir bu defa ki! Belki de geri dönüşü olmayan bir gidiştir adeta. Kış uykusuna ve çıplak bir yolculuğa çıkmanın ilk adımlarıdır. Savunmasız yakalanmamak için ilgililere gönderilen soğuk mevsimin ilk tabiat sinyalleridir. Aynen yaşlılık ve ölümden önceki hastalık habercisi gibi…
Geçmişe özlem duymanın ve melankolizmin mevsim sonundaki zorunlu bir geçiş evresi. Neler hatırlatmaz ki insana? Bir filmin geri sarılması, sıcaklık günlerinin yeniden gözden geçirilmesi. Ne de güzel uyanmıştı tabiat hani o ilkbahar günlerinde. Güneşin hafiften hafiften ısıtmaya başladığı tatlı bir sıcaklıkla birlikte. Ama şimdi öyle mi? Ya yaz! Tüm yakıcı sıcaklığına rağmen, çeşitli avantajlarıyla yine de cömert davranmıştı sizlere değil mi? Nihayetinde bir hasat mevsimi gibi, uzunca süren maratonun son demlerini bize getirmiş ve son sıcaklarını da sunmak istemişti. Şimdi bu günlerin bittiğini haber vermekte işte şu hazan günleri… Yeşilliklerin bin bir çeşit meyve ve sebzelerin kendi doğallığının son bulduğu dönem. Hormonlu yiyecek ve içeceklere terk ediliş vaktini haber vermiyor mu? Sararan yaprakların dallarından savunmasızca kendini yere bırakması, rüzgârların savurarak onları sürüklemesi, ağaçların çıplak kalması, kuşların yuva bulmakta zorlanması, çiçeklerin bir bir solması ve bir bağbozumu hazan günleri! Telaşlı bir kaçış hazırlığı, kabuğuna çekilme mücadelesinin son demleri. Aniden bastıracak yağmur ile soğuk ve karlı günlerin habersiz sürprizlerine savunmasız yakalanmamak isteğinin karmaşık telaşı…
İnsan hayatları da tıpkı böyle değil mi? İlk gelen bahardaki sıcak ilişkiler, yerini; tabiliğini yitirmiş hormonlu üretimler gibi bir durağanlığa ve yapaylığa terk etmiyor mu? Ruh iklimlerini samimiyetsizliğin kıskacında bir melankolikliğe ve yalnızlık hissine bırakmıyor mu? Doğumun güzelliği, saflığı, yüzlerde açtırdığı tebessümler ve koca koca umutlara kurulan köprüler var mı hiç hazan mevsiminde? Zira o, yaşlılığın simgesi, o yaprak dökümünün habercisi. Hoyrat rüzgârlar karşısında direncin tükendiğinin ifadesi. Belin bükülme zamanı ile olgunlaşma vaktinin hatırlatıcısı. Tam bir kırılma mevsimi. Yere düşme vaktini haber veren kötü ulak...
Sonbahar..! Kim bilir? Belki de son olacak bu sonbahar. Kötü çağrışımlar, hazırlıksız yakalananı çıplak bırakacak bir son. Kar, buz ve don mevsimine hazırlanış ihbarının son jurnalcisi… Elbette herkes de farklı çağrışımlar yapacak, maziyi taratma ve hatırlatma işaretçisi, acı-tatlı hatıralarda yumaklanmış bir topaç, bir iç burkuntusu. İşte böyle garip bir mevsimdir hazan dönemi. İnsanı garipleştiren ve dostlukları, güzellikleri bir bir özleten. Hayatın son dönemeci olacağına ışık tutan ve bizleri hayatımızın muhasebesini yapmaya davet eden döngüsel bir tabiat olayı…
Kendi hayatımızla mukayese edebileceğimiz mevsimler, geliş ve gidişleriyle her yıl bir kez daha hatırlatır kendi hayat gerçeğimizi. Dünyanın bir sevk zinciriyle dönerek, tekrar tekrar aynı noktaya gelmesiyle oluşan mevsimlerin, daha önceki mevsimlerde yaşananları bir kez daha hatırlatması. Olup biten bu değişimlerden elbette bizimde payımıza düşen bir hisse olması gerektiği ihtarıyla… Madem ilkbahardaki doğum gibi kalamıyor insan, madem yaz mevsimindeki gibi gençlik misali mukavemetli olamıyor insan! O zaman; yaşlılığımızı yüzümüze vuran hazan günlerinin ölüme bir hatırlatma olduğu, gelecek olan kışla hayatın duracağının habercisi olan mevsimlere kulak verelim. Mevsimler bir kıssa ise şayet, bizim de alacağımız bir hisse vardır elbet! İklimlerin sürekli tekrarlanıyor olması bir hayat kuralı demiştik. Fakat insan öyle mi? Bir gün içinde insanların ruh iklimi kaç mevsimi birden yaşamaktadır. Bir ömürde insan ne mevsimler görüp geçirmektedir, sizce de öyle değil mi? Mademki böyle, başımıza gelen sıkıntıların altında kalmayalım. Elbette geceden sonra hep gece gelmez ya! Elbette arada bir güneş vardır. Mütebessim çehresiyle doğacak, size ışık huzmeleriyle dokunacak ve içinizi ısıtırken samimi bir şekilde merhaba diyecek… Aynı bunun gibi hayata kıyasla içinde yaşadığımız hazan, elbette son olan bir zaman dilimi değildir. Bakış açısına göre arada bir kışın dinlenme modu da olacaktır. Kar beyaz güzellikler tüm kir ve olumsuzlukları örtecek ve yeniden bir ilk olacaktır sizin için de… Hayatımız hep son ve ilkler arasında gidip gelen med-cezirlerle örülü değil mi zaten? Her son olan nefesten sonra, yeni bir nefes almıyor muyuz? Her eskiyen son günün ardından yeni bir güne merhaba diyerek başlamıyor muyuz?
İşte yaşadığımız hayatlarda tıpkı böyle; ilk ve sonbaharlarla ve de yenilenmelerle doludur. Sonbaharlar olmalı ki, bizi ilkbaharlara taşısın, eskiyen bir şeyler olsun ki, yenilenmek mümkün olsun ve rutinlikler son bulsun. Umutsuzluk, sabırsızlık, acelecilik, dayanıksızlık, o zaman niye? Sonbahar ya da kışı gördük diye bu karamsarlıklar neden? İlkbahar ve yaz da var! Tıpkı bundan öncekilerde de olduğu gibi. Unutmayalım ki, mevsimler arası geçişlerde olduğu kadar, hayatımızın evresi olan mevsimler arası geçişlerde de sancı kaçınılmazdır. Gönül dünyamız ve ruh halimiz de mevsimsel bazı değişimler yaşarken, bir takım zorluk ve sıkıntılarla elbette karşılaşacaktır. Hiç kuşkusuz hepsine dair yeni doğumlar da devam edecektir, son ölümlerin ardından. Yeter ki son olan son gelmesin! Sondan önceki sonlar hep olacaktır..! Düşünün, bir spor müsabakasında çok kez düdük çalınır? Fakat her düdük sonrasında yeniden oyun başlar. Yeter ki çalan düdük son olmasın! İnsanların hayat dönemeçlerinde de çok düdükler çalınacaktır hiç şüphesiz! Her biri kazanmak için yeni bir ümit taşıyan… Bir başka açıdan bakıldığında ise; sonbahar hasat mevsimidir de. Bir yıllık emeğin ve ürünlerin depolandığı mevsim… O zaman biz de; hayat karşısında iyilik ve güzelliklerden yana yerimizi almalıyız ki, sonbahara geldiğimizde utanıp sıkılmadan kendimizle yüzleşebilelim. Sonbaharın sonrasındaki son yolculuğa ulaştığımızda; hem geride bıraktıklarımız, hem de yanımızda alıp götürdüklerimiz açısından depolarımız ve ambarlarımız dolu olsun ki, sondan sonra da sonsuz olabilelim…
Bu sonbaharınızın da tıpkı bundan öncekilerde olduğu gibi, tekrarı olan sonbaharlarınızdan olmasını dilerim. İlkbahara ümitler taşıyan ve geleceğe temiz hayallerle köprü kurulan… Son olan sonbaharların ise düşlediğiniz bir son olmasını ve “sonsuzluk kervanından” bambaşka yeni bir ilkbahara kapı aralayan, sonsuz ve solmayan bir sonbahar olmasını diliyorum..!
Sonsuz sevgi, huzur, güzellik ve mutluluklar sizlerle olsun. Allaha emanet olun.