Aile bir milletin çekirdeğidir. Bir binayı oluşturan tuğlalar gibidir. Çekirdek sağlam olunca millet sağlam olur, güçlü olur. Tuğlalardaki çürüklük binayı da çürütür ve şiddeti küçük bir depremde bile bina yerle bir olur. Aynı şekilde fertlerdeki ahlaki çürüklük de milleti çürütür. Dışarıdan gelen ufak bir tehlikede milletin dağılıp perişan olduğunu görürüz. İnsanlık tarihi böyle olaylara çok şahitlik etmiştir.
Bizim milletimiz köklü ve necip bir millettir. Uzun yıllar ayakta kalmış, nice güçlü depremleri yıkılmadan atlatmış tarihi bir binayı andırır. Bu milleti böyle uzun ömürlü kılan ise dokusundaki sağlamlıktır. Bugün için aynı şeyleri söylemek mümkün görünmüyor. Gerek çevremizde şahit olduğumuz gerekse medyadan takip ettiğimiz kadarıyla bu doku bugün ciddi yaralar almıştır. Sebeplerden birisi ise evlilik kriterlerinin iki maddeye indirgenmiş olmasıdır. Bu iki madde, zenginlik ve güzelliktir. Bu ikisi veya bu ikisinden birisi olduğu zaman evlilik şartları yerine gelmekte ve böyle bir temel üzerine yuva kurulmaktadır. Sadece zenginlik ve güzellik üzerine bina edilen evliliklerde eşler arasında sevgi, saygı, sadakat gibi unsurların olması mümkün değildir. Zira zenginlik ve güzellik geçici şeylerdir. Zengin biri bir anda fakirleşebilir, güzel bir yüz de bir hastalıkla çirkinleşebilir veya dışarıda daha zengin ve daha güzel nice kimseler bulunabilir. Bu kriterlere düşkün kalplerde vefa olmaz, onların her an başkalarına kayma ihtimali mevcuttur. Nitekim de öyle olmaktadır. Bu sebeple kurulan evliliklerde çatırdamalar çok erken başlamakta ve genellikle ortada mutsuz çocuklar da bırakarak son bulmaktadır.
Gerek çocuklarını evlendirmek isteyen anne ve babalar, gerekse evlilik çağı gelmiş gençler evlilikte aranması gereken kriterleri iyi düşünmeli, bu hususta kesinlikle Peygamber Efendimize (sav) kulak vermelidir. Efendimiz; “Bir kadın dört şey için nikâhlanır; malı, nesebi, güzelliği veya dini için... Dindar olanı tercih edin ki, eliniz dert görmesin.” (Buharî, Nikah, 15) buyurmuştur.
Bugün bu tavsiyeye kulak verilmediğindendir ki mutsuz ailelerin sayısı anormal derecelere çıkmıştır. Çoğu da en nihayet boşanmayla bitmektedir. Evlilik kutsal bir şeydir, ona kıymet vermeyen onu korumak için mücadele ve fedakârlık edemez. Evlilik aynı zamanda, bu âleme imtihan için gelmiş insanoğlunun en önemli sınavlarından biridir. Ahireti kazanmayı amaçlayan insanlara destek sağlayan kutsal bir beraberliktir. Mesela; evlilikle, eşler karşılıklı olarak cinsel arzularını tatminle kendilerini zina günahından korumuş oldukları gibi cinsel günahların yaygınlaşmasına engel olmakla toplumun kokuşmasının da önünü almış olurlar. Bununla beraber güzel ahlaklı, imanlı çocuklar yetiştirmekle sağlıklı bir toplumun oluşmasına da yardımcı olurlar. Bu tür sağlıklı bir düşünceyi paylaşan eşler evlilikte cinselliğin yanısıra daha önemli şeyleri de ararlar. Onu elde etmek için karşılıklı yardımlaşırlar. Sabırla evliliklerini güzelleştirir, evlerini bir huzur mekânı, bir mutluluk yuvası haline getirirler. Küçük meseleleri büyütmez, büyük sorunları küçültmeye gayret ederler.
Ahiret hayatı ile dünya hayatı bir bütündür. Bu parçaları birbirinden ayırmak çok büyük sorunlar oluşmasına yol açar. Dünya asla bütün arzuların tatmin mekanı olamaz. Bu düşünce çok büyük bir yanlış ve aldanıştır. O sebeple bir müslüman dünyadaki işlerini ahiret düşüncesinden soyutlayarak halledemez. Evlilik de böyledir. Bu dünya hayatında imtihanda olduğunun farkında olan bir kadın, kocasının, kocasıda eşinin kıymetini bilir. Onu Allah’tan kendine bir nimet bilir. Mesela bir koca, karısının güzelliklerini görür, bundan dolayı Allah’a şükreder, kötülüklerini görürse bunu da kendisi için yine bir imtihan vesilesi bilir ve sabreder. Çünkü eşlerin kötü huyları hastalık gibidir. Hastalığa sabredilir, sabır da kişilere güzel ahlak kazandırır. Allah katında derece sahibi yapar, günahlar bu sebeple affa uğrar. Herşeye rağmen sabırla ve güzel öğütlerle evliliğini devam ettirirse eşi de kötü huy ve işlerini bırakır ve düzelir. Aynı şey kocasına sabreden kadınlar için de geçerlidir. Onların da kocaları kendileri için aynı zamanda bir imtihan sebebidir. Kocasının güzel tarafları için Allah’a şükretmeli, kötü huyları için de hem dua etmeli hem de Allah’tan sabır istemelidir.
Her zorluğu ve sıkıntıyı boşanma nedeni haline getirmek asrımızın hastalığı olmuştur. Bir insan kötülüğü iyilikle savmayı öğrenirse hem günahları dökülür, hem ibadet etmiş gibi büyük ecir kazanır. Hem de bu tür fedakârlıklar zamanla eşler arasında ahlaken terakkilere sebebiyet verir.
Bu anlayışta kurulmayan yuvaların yürümesi çok zordur. Bu dünyaya yalnızca keyif ve sefa sürmek için geldiğine inanan insanların, evliliğin ağır sorumluluğunu üstlenmeleri hayaldir. Bu tür evliliklerde erkek olsun kadın olsun, eşinin güzelliğinden bıkmışken, kötülüğüne veya olumsuz taraflarına hangi güçle sabredecek? Bu sebeple evlilik kriterlerimizi yeniden gözden geçirmeli, çağın hastalığından kendimizi kurtarmalıyız. Evet, çağın hastalığı zenginlik ve zahiri güzellik düşkünlüğüdür. Bu hastalık iyi bir müslüman olduğunu söyleyenlere bile ciddi anlamda bulaşmış durumdadır.
Medyanın menfi yöndeki etkisi de bu meselede çok fazladır. Dindar ailelerin kızları, zengin ve yakışıklı erkeklerle, erkekler de manken gibi kızlarla evlenmeye can atıyorlar. Güzel ahlak, dindarlık gibi vasıflar söz konusu edilmiyor. Bu tür yanlış hesapla yapılan evliliklerin faturası acı, sonu büyük pişmanlık oluyor. Dönüşü acı olan ve yıktıklarının tamiri mümkün olmayan böyle evlilikleri engellemek için ebeveynlere çok önemli işler düşüyor. “Gelinim manken gibi güzel olsun, damadımın yatı katı olsun da gerisi nasıl olursa olsun” düşüncesiyle çocuklarımızı evlendirmekten kesinlikle vazgeçmeli ve Efendimizin (sav) bu konudaki uyarılarına kesinlikle kulak vermeliyiz. Peygamber Efendimiz (sav ); “Kişi kızını teslim ettiğine bakmalıdır.”(Beyhaki ) buyuruyor. Yani kızını veya oğlunu kime teslim ediyorsun bir bak!.. Gençler tecrübesizdirler, kuru bilgi onları pek etkilemeyebilir. Onlara tecrübenle sen ışık ol. Kendi ellerinle çok sevdiğin yavrularının hem dünya hem ahiretlerini karartma…
Bir gün Rasulullah’ın (sav) huzurundan bir adam geçti. Yanında oturanlardan birine; “Sen şu geçen hakkında ne dersin?” buyurdu. “Eşraftan birisidir. Vallahi kız istese kendisine verilmeye, bir şey hakkında konuşsa dinlenmeye çok layıktır.”cevabını verdi. Rasulullah sustu. Bir müddet sonra bir başkası geçti. Bu sefer yine; “Ya bunun hakkında ne dersin?”diye sordu. Adam; “Ya Rasulullah, bu adam Müslümanların fakirlerindendir. Kız istese reddedilmeye, bir şey hakkında şefaat etse kabul edilmemeye layıktır.” dedi. Bunun üzerine Rasulullah şöyle buyurdu; “Bu geçen genç, yeryüzü dolusunca öbüründen hayırlıdır.”
Evet, bu hastalık o zamanda da var. İslam’ın yerleşmediği sineler hep aynı derde müptelalar. Zenginlik, soy, sop ve hep zahiri görüntü meftunluğu. Sığlık, derinlere nüfus edememe hastalığı… Mikroskop icat edilmeseydi biz dünyayı sadece gördüğümüzden ibaret sanacaktık. Hâlbuki mikroskop çok daha zengin bir âlemi gözler önüne serdi. Gönül gözü mikroskoba benzer, zahirde baş gözünde kalanlar, hücrelerin ve atomların ışıltılı âleminden mahrum kalırlar. Manâdan mahrum sineler de bu âlemin varlık sebebinden bîhaberdirler.
Hayatını sadece maddi âlem üzerine inşa eden insan sadece bir zavallıdır.