Bugünün dünyasında para için yapılan işin, ne yazık ki Allah için yapılandan daha iyi yapıldığını hayatımızın birçok alanında gördük. Bu durumun sebebini sorgularsak temelinde Allah’a olan imanın ve şuurun eksikliğini net bir şekilde görürüz. Çünkü şuurlu bir Müslüman Allah merkezli yaşar ve dolayısıyla attığı her adımı Allah’ı düşünerek, Allah için atar. Ortaya koyduğu duruşlar ve gerçekleştirdiği eylemlerin maksadı, Allah’ın rızası ve sevgisini kazanmak olduğu için doğal olarak en mukaddes duyguların fiiliyata dönüşmesiyle vuku bulur. Şuursuz bir Müslüman ise Allah’ı ve onun rızasını kendi küçük dünyasında tabiri yerindeyse geriye atar ve konsantrasyonunun büyük çoğunluğunu hatta neredeyse tamamını dünya ve içindeki muvakkat zevklere verir.
Durum bu haldeyken Allah merkezli yaşayan bir Müslüman, yeri geldiğinde büyüklerimizin söylediği gibi, akıp giden bu dünya hayatının çalışıp çabalayan talep eden insana vadettiği ne varsa hepsini elinin tersiyle iter ve Allah için gereken neyse onu yapar. Dünyevi sebepler de onu gerekeni yapmaktan alıkoyamaz. Derhal harekete geçer. Çünkü Allah sevgisinin, Peygamber sevgisinin, ilkelerinin yanında, kendisini durdurmaya çalışan dünya ve içindeki her şeyin zerreden daha zerre olduğunu bilir. Onun için Allah’ın rızası her şeyden daha önemlidir. Allah’ın rızası demek; âlemleri yaratan, bize hayatı, nefesi, ruhu veren, sonsuz merhamet, sonsuz kudret sahibi, her şeyi gören ve bilen Allah’ın rızası demek.
Bunlara sahip olan Allah’ın rızası, şuursuz bir Müslümanı harekete geçirmiyor, huşû içinde yaşatmıyor ama çalıştığı yerdeki amirinin, müdürünün gözüne girebilmek maksadıyla tüm hareketlerini baştan aşağı yalan bir tavırla değiştiriyor, yalaka psikolojisinde tüm konsantrasyon ve yeteneklerini bunun için harcıyor. Neden falancanın takdiri onlar için Allah’ın rızasından ve takdirinden önce geliyor? Neden birtakım maddi hevesler için önüne çıkan amelleri reddediyor? Çünkü Allah’ın onlar üzerindeki sevgisini, merhametini, lütfunu şuurlu bir Müslüman kadar algılayamıyor.
İmam-ı Rabbanî bu durumun sebebini surete iman ve hakiki iman olarak beyan eder. Surete iman nefsini mutmain etmemiş herkesin sahip olduğu imandır. Surete iman sahipleri Allah’ın onlar üzerindeki sevgisini algılayamaz. Yine İmam-ı Rabbani bu konuda şöyle der: Nasıl ki tat alma bozukluğu olan birisi ne şekerin ne meyvenin tadını alamaz, surete iman sahipleri de Allah’ın sevgisini anlayamaz.
Bunun aksine hakiki iman sahipleri ise nefsini mutmain etmiş “Ey iman edenler, iman ediniz...” (Nisâ,4/136) ayetinde buyrulduğu gibi, nefsini de iman ettirmiş olanların imanıdır. Onlar Allah’ın sevgi ve merhametini her an hissederler. Bu hakiki imana haşa Allah’ı hayatının kıyıda köşede bir yerinde tutup, en ufacık riya kokan iyiliğinde kendini dünyanın en büyük insanı addeden ama gerçek hakikat canını acıttığı için, gözünü kulağını kapatan bir kişi nasıl sahip olabilir! Rabbım hakiki iman sahibi olanlardan eylesin.