İffet Haya ve Müstehcenlik / Dr. Mustafa Aygen

İffet hayâ ve müstehcenlik konusunu ele almanızın nedenlerine dair neler söylemek istersiniz? 

Evvelâ Feyz dergimizin personeline bana böyle bir röportaj imkânı verdikleri için teşekkür ederim.

Özellikle Almanya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinde 20 yıl imam hatiplik, gezici vaizlik ve öğretmenlik hizmetlerinde bulundum. Haliyle Avrupa insanını ve bizim oradaki gurbetçi kardeşlerimizi yakinen tanıma imkânım oluştu.

Malum toplumlar, kendi yapısını oluşturan ahlâkî değerlere sahip olduğu müddetçe varlığını devam ettirmektedir. Ahlâkî değerlerine sahip çıkamayan ve yaşamayanların yer aldığı toplumlarda her türlü kötülükler ve fuhşun yayıldığı görülmektedir. Fıtrattan gelen değerlerini kaybeden ve iffetsizliğin, edepsizliğin, hayâsızlığın olduğu bir toplum varlığını devam ettiremez. Ahlâkî değerlere sahip çıkmak denince tabii olarak akla ilk gelenler arasında iffet, hayâ ve müstehcenlik vardır.

Çalışmama direk Kur’ân’ı Kerîm üzerinden başlamaya karar verdim. Zira yeni neslin kafaları karıştırılmış durumda mezhepten, hadisten bilgi aktarmak istediğimde Kur’ân’da var mıdır gibi farklı gözden bakarak yaklaşabiliyorlar. Bu tür sıkıntıları da aşabilmek için doktora tezimi “Kur’ân ışığında” diye hazırlamış oldum.

İffet, hayâ, ırz, namus, mahremiyet, nikâh ve tesettür değerlerinin şartlara göre değişen geçici değerlerden olmadığı bilakis bu değerlerin insanı insan yapan değerler olduğu, diğer yaratıklarda bu değerlerin bulunmadığını tekraren, Kur’ânî ve Nebevî uyarılara rağmen pespaye insanların ağına düşen nezih neslimize bu hakikatleri samimî bir şekilde hatırlatmanın bir insanlık görevi olduğu kanaati gönlümde kökleşti.

İffet, hayâ ve müstehcenlik konusu Kur’ân-ı Kerîm’in ahlâkî öğretisini anlama hususunda gerçekten önem arz etmektedir. Aslında Kur’ân’da yer alan ahlâkî temsiller ve kavramlar çok geniş bir yelpaze oluşturmaktadır. Önemine binaen ben sadece ahlâk içerikli ayetlerden iffet, hayâ ve müstehcenlik ile ilgili olanların günümüzde daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmayı, maalesef özellikle son 10 yıldır ülkemizde de hızla artan kural tanımazlığın, hayâsızca davranışların, müstehcen giyim kuşam tarzının İslâmî açıdan kabul edilemez olduğunu ortaya koymak istedim. Böylece Türkiye’deki yoğun bir lise öğretmenliği görevi, Kur’ân kursları müdürlüklerimin yanında 9 yıl süren bir zaman içerisinde doktora çalışmamı da 2022 itibarıyla tamamlamış oldum. İnşallah ümmete bir faydası dokunur diye ümit ediyorum

Asırlara hitap eden kutsal bir kitap olması itibarıyla Kur’ân’da iffet hayâ ve müstehcenlik konusu ele alınmakta. Kur’ân’da, iffet ve hayâ kavramlarının bol örneklerine rastlamaktayız. Örnekler üzerinden iffet ve hayâ kavramlarını açıklar mısınız?

İffet, sözlükte “haram olandan uzak olmak, haram söz ve davranışlarla amel etmemek, namuslu olmak, fenalıktan uzak durmak” gibi manalara gelir. Istılahta ise iffetli olmak, Gazalî’nin İhya adlı eserinde geçtiği üzere yeme, içme ve cinsel arzular hususunda dengeli bir yol izleme, aşırı isteklerin tesirinden kurtulup nefsin isteklerini dinin ve aklın belirlediği ahlâkî sınırlar çerçevesinde yönlendirme, bu yöntem ve gayret neticesinde erdem kazanmaktır.1

Aslında birbiriyle eş anlamlı gibi görünen hayâ ise sözlükte utanma, edep, ar, sıkılma, utanç, tevazu, namus vb. farklı manalarda kullanılmaktadır.2  Allah korkusu ile birlikte çirkin, ahlâka mugayir, günah olan durumlardan sakınma3 , yine hayâ, içten ahlâk ve Allah’tan korkmaktır4  gibi anlamlara gelir.

Kavram olarak hayâyı belirli bir kalıp cümleyle tarif etmek isabetli olmasa da hayâ için “Allah Teâlâ’nın razı olmadığı kötü şeylerden sakınma, başka insanların kötülemelerinden uzak durma ve korkma, ahlâkî olmayan iş yapınca sıkılma”dır, denilebilir. Lügatçıların, müfessir, muhaddis ve fukahanın tarifleri genel olarak aynı anlam çerçevesinde bulunmaktadır. Hayâ duygusu kötü olan duyguları yıkmakla birlikte mahcubiyet duygusundan doğan bir özelliktir5  de diyebiliriz.

Kur’ân-ı Kerîm’de “iffet”, “hayâ” ve “müstehcenlik” konusunda müspet ve menfî örnekleme metodu kullanılmış, müspet örnekleme ile Hz. Yusuf’un iffeti, Hz. Meryem’in iffeti, Şuayb’ın (a.s.) kızlarının hayâsı takdirle anlatılmış, menfî örnekleme ile Lut aleyhisselam’ın kavminin çirkefliği şiddetle reddedilmiştir. Nur sûresinde Hz. Âişe validemizin iffeti konusundaki on ayette (Nur,24/11-20) iffetin değeri ve önemi ve Hz. Âişe validemizin nezâheti vurgulanmıştır.

Aynı şekilde Hz.Adem ile Havva annemizin yasak ağaçtan yediklerinde başlarına gelen halden utanıp hayâ etmeleri hemen cennet yaprakları ile bedenlerini örtmeye çalışmaları örnek gösterilmiştir.

Yine örnek olarak iffetle tesettürün ilgisi olmadığını iddia edenlere rağmen; kitabımızın, Nur sûresinde (Nur,24/60) iffetli olmayı arzu edenlerin yaşlı olsalar bile tesettüre riayet etmeleri gerektiğini belirttiği görülmektedir.

Hayâ, imanın gereği ve iffetin kaynağıdır. Hadis-i şeriflerde her dinin kendine has temel ahlâkî özelliği olduğu, İslâm dininin temel ahlâkî özelliğinin “hayâ” olduğu ifade edilmektedir. Hayâsızlık iffetsizliğe; iffetsizlik, yüz kızartıcı suç olan fuhşa götürür. Fuhuş ise neslin, ailenin, nesebin ve ahlakın çürümesine sebep olur.

Neler müstehcenlik kapsamına girer? Müstehcenlik konusu Kur’ân’da nasıl değerlendirilmektedir? Kur’ân’da bu konularda geçmiş kavimlere gönderme yapılmasının nedeni nedir?

Müstehcen kelimesi, sözlük anlamı itibarıyla edebe aykırı, açık saçık, çirkin sayılan, insanın yaptığı ayıp şey, yakışıksız, “istihcan edilmiş-edepsiz, terbiyesiz, edepsizce” anlamlarında kullanılmaktadır. Bu durumda müstehcen olan ya da müstehcenliğe karşılık gelen her şeyin toplumun genel ahlâkına aykırılık oluşturduğu kabul edilmektedir. Şehvet duygusunu ortaya çıkarma, ar ve hayâya aykırılık olarak da anlamlandırılmıştır.

Müstehcenlik tabiri özellikle edepsiz davranışların konu olduğu yazılı, basılı, görsel yahut işitsel olarak kalıcı bir şekilde ve yayılma kabiliyeti olan araçlar vasıtasıyla toplumlara ulaşmanın gaye edinildiği davranışlardır.

Kur’ân, insanlığa fıtratını hatırlatır ve fıtratı korumak için örnekler sunar. Bunun yanında ahlâksızlığı ve fuhşu yasaklar. İnsanoğlu şerefli bir varlık olarak yaratılmıştır (en-Nahl,17/70). İnsan yaratılışla getirdiği birtakım niteliklere sahiptir (er-Rûm,30/30). Bu sıfatlar manevi ve sosyal davranışlarını şekillendirir (el-Bakara,2/138) ve kişiliğini oluşturur. Hz.Adem’den (a.s.) beri tüm peygamberler insanların ahlâkî davranışlarını muhafaza edebilmeleri adına olsa gerek kadın ve erkek olmak üzere insanları ahlâkî mümkün olduğunca birbirleriyle karıştırmadan tutmaya çalışmıştır. Böylece özellikle de kadının cazibesinin kullanılmasına fırsat vermemiştir. Hatta erkeklere ve kadınlara bir araya geldikleri zaman söz ve davranışlarında dahi kurallar getirilmiştir. Bugün tesettürü terk etmiş olan Hristiyan âleminde dahi rahibeler halen örtülüdür. Maalesef günümüzde insan, beden felsefesi üzerinden “eşref-i mahlûkat” olmaktan çıkıp cinsel tatminlerin, bedensel hazların peşindeki bireye dönüşmeye başlamıştır. İnsan aklının ve bedeninin alabildiğine abartısına yaslanan bir medeniyetin insan fıtratını zorlayan tercihleri evrensel değer olarak dayatması ile karşı karşıya kalınmıştır. Medya ve sanat çevrelerinde özendirilerek meşrulaştırılmaya, televizyon dizilerinde masum rollerle sempatik hâle getirilmeye çalışılan sinsi aymazlıklarla toplumsal ve kültürel olarak (hayâsızlık, fuhuş, eşcinsellik vb.) günümüz dünyasında karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Muhataplarının ev hayatından iş hayatına, toplumsal ilişkilerden özel hayata birçok noktada belirli esaslar belirleyen İslâm dini, gerçek hayattaki muamelelerde olduğu üzere medyada ve son çeyrek yüzyılda ortaya çıkan bir kavram olan “sanal dünya”da muhatapları sorumlu kılmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de müstehcenliğin her çeşidinin şiddetle yasaklandığı görülmektedir. Müstehcenlik deyince ilk etapta çıplaklık akla gelir. Zira insanoğlunun başına gelen ilk istenmeyen durumdur. “Ey Ademoğulları! Ayıp yerlerinizi örtecek giyimlikle sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır. Allah’ın bu ayetleri öğüt almanız içindir. Ey Ademoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kılarız.” (Araf,7/26-27) ifadesi ile Mevlamız çıplaklığı yasaklamıştır. Hatta çıplaklıktan kastın aynı zamanda giyindiği halde bedeni olduğu gibi gösteren elbiselerin de kastedildiğini görmekteyiz. Zira bir hadisi şerifte “Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: Allah’ın Resulü şöyle buyurdu: “Ateş ehlinden / cehennem halkından iki sınıf var ki henüz onları görmedim: Biri, yanlarında inek / sığır kuyruğuna benzeyen kırbaçlar / joplar bulunan, onlarla insanları döven bir topluluk. Diğeri ise; giyindiği halde açık olan (teni gösteren ince elbise giyinen veya bedenlerinin bir tarafı tamamen açık olan), erkeklere olan meyillerini yansıtan/veya omuzlarını sallayarak, çalımlı yürüyen, başları bir tarafa meyleden develerin hörgücü gibi olan kadınlar. Bu kadınlar cennete giremez ve -kokusu şu kadar / çok uzak mesafeden alınabilen- cennetin kokusunu dahi koklayamazlar.” (Müslim, Libas ve’l- zineh hadis no: 3971) sözleri meselenin ehemmiyetini anlamak için yeterlidir sanırım.

Allah Teâlâ’nın “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.”(İsrâ,17/32) ayeti ile zinaya yaklaşmayı dahi yasaklayan kitabımızda; zinayı özendiren müstehcen söz, tavır ve kıyafetlerin tamamı yasaklanmıştır. Aynı şekilde gerek radyo, televizyon gibi sanal âlemde, gerekse fiziki olarak müstehcen yayınlar yapmak dahi yasaklanmıştır. “İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse muhakkak ki o, edepsizliği (yüz kızartıcı suçları) ve kötülüğü emreder. Eğer üstünüzde Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir.” (Nur,24/19,21) ayeti sadece bir örnektir.

Burada mevzuyu daha fazla uzatmadan Nahl Suresi 90. ayetin anlamını vererek noktalayalım “Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğütler.” Her türlü hayâsızlık derken elbetteki kadın ve erkeğin diğer insanları tahrik edercesine giyim kuşamına dikkat etmeden dışarıya çıkmaları, toplum içinde edebe aykırı söz ve davranışların da girdiği aşikârdır.

Günümüzde de lezbiyenlik ve lûtiliğin izhar edilerek yaygınlaşması konuyu Kur’ân ve Sünnet ekseninde değerlendirmeyi zarurî kılıyor. Kur’ân’ın uygulayıcısı olan Hz. Peygamberin (s.a.v.) söz ve uygulamada konuya yaklaşımı nasıl olmuştur?

Maalesef yavaş yavaş insanlığın kanayan yarası haline gelen bu ahlâk dışı davranışlar Müslümanların da arasında görülmeye başlamıştır. İslâmî açıdan asla kabul görmeyecek bu duruma biran evvel müdahale edilmesi kanaatindeyim. Yoksa gelecek nesillerimiz bu durumu kanıksayıp normal görmeye başlayabilir.

Homoseksüellik yahut eşcinsellik diye tabir edilen erkek erkeğe yapılan cinsel ilişki yaygın olarak ilk defa Lut peygamberin kavminde görüldüğü için İslamî tabirde Lûtilik adını almıştır. Bu çirkin ilişki hemen hemen bütün dönemlerde ve bütün toplumlarda cinsel sapkınlık olarak bilinmiş ve kabul görmemiştir. Aynı zamanda hemen hemen tüm dinlerin şiddetle mücadele ettiği çirkin bir yol  olarak görülmüştür.

Kur’ân’da Lut Peygamberin kavminin çirkin davranışlarının onları büyük bir felâkete sürüklediği belirtilerek şiddetle kınanmış, Hz. Peygamber’in hadislerinde livâta ve sevicilik gibi çirkin fiilleri işleyen kimseler hakkında ağır ifadeler kullanılmıştır. Dinimizde eşcinselliğin fıtrata ve insanlık onuruna aykırı bir davranış olduğu ısrarla vurgulanmış ve zinaya denk bir suç olarak görülüp cezaî müeyyidelerle önlenmeye çalışılmıştır. Böylece İslâm toplumlarında bu konuda ortak bir bilinç oluşmuş, bu tür fiillerin toplumda yaygınlaşması önlenmiş yahut en alt düzeyde kalması sağlanmıştır.

Lûtilikle ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de Lut peygamber ve halkından bahseden 27 ayet vardır. Örnek olarak Âraf sûresinde “Lut’u da (peygamber gönderdik). Hani o kavmine demişti ki: ‘Siz, sizden önce dünyalarda hiç kimsenin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp erkeklere yaklaşıyorsunuz öyle mi! Doğrusu çok aşırı giden bir milletsiniz.’ dedi. Milletinin cevabı sadece, ‘Onları kasabanızdan çıkarın, güya onlar temiz kalmaya uğraşan insanlarmış.’ demek oldu. Neticede Lût’u ve ailesini kurtardık. Karısı hâriç; o geride kalıp helâk edilenlerden oldu. Üzerlerine müthiş bir taş yağmuru yağdırdık. Bir bak ki, günahkârların âkıbeti nasıl oldu!” (Araf,7/80-84) şeklinde helâk edildikleri haber verilmiştir.

Ayette geçen “Sizden evvel âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayâsızlığı mı yapıyorsunuz?” buyruğunda kastedilen hayâsızlığın manasını Kurtûbi, “Erkeğin erkeğe yaklaşmasıdır.” şeklinde ifade eder. Allah’ın “el-Fahişe: hayâsızlık” ismiyle bundan söz etmesi, aynı zamanda bu işin bir zina olduğunu açıklaması için olduğunu belirtir: “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, gerçekten bir hayâsızlık (fahişe)dir.” ayetini delil olarak sunmuştur.7  Kur’ân’ın “fahişe” kelimesini kullanması ile bazı kimselerin ifade ettiği gibi eşcinsellerin birbiriyle evlenmesinin de bir anlamının olmayacağına yapılan işin fuhuş olduğuna delil teşkil etmektedir.

Hadis-i şeriflerde de Lût kavminin yaptığı kötülüğü işleyenlere Allah’ın lânet edeceği ve onların öldürülmesi gerektiği bildirilmiştir. (Müsned, I, 217, 300, 309; Buhârî, “Enbiyâ’”, 11, 15, 19; Müslim, “Feżâ’il”, 152, 153)

“Kimin Lût kavminin sapık işini yaptığını görürseniz, fâili de mefûlü de öldürün.” (Tirmizî, Hudud 24, (1456); Ebû Dâvud, Hudud 29, (4462, 4463)) 

Bu ahlâksızlığın kötü sonucunu üç madde ile izah edebiliriz. İlk olarak bu davranışı yapan kişi, şehvetinin esiri olup kendilerinin organlarının fiziki ve fıtri işlevlerine karşı olarak savaş açmış misali olur. Bu noktada bu fiili yapanların fiziki, zihnî ve ahlâkî karakterleri üzerinde zararlı etkiler ortaya çıkarmaktadır. İkinci olarak kendi cinsine ve çevresine yönelik yapması gereken görevlerini yerine getirmek yerine gayrimeşru cinsel lezzetler peşinde koşagelmesi, tabiata ve fıtrata karşı vefasızlık ve ihanet kabahatini yapmış olmasına neden olur. Üçüncü olarak bu hayâsız ve uygunsuz hareket fayda getirmeyen bir hareket olmakla kalmaz, toplumun ve halkın ahlâkına  zararlar verir. Kendilerini insanlığa ve kendi ailelerine faydasız duruma getirirler. Erkekte doğal olmayan, kadınsal özelliklerin yerleşmesine neden olur. Böylece kadınlara rağbet edilmemesine, dolayısı ile kadınların da ahlâksızlığına (lezbiyen) ve zinaya düşmelerine yol açabileceğini ifade eder.8