Krizden Çıkış Yolu/Feyz (212.Sayı)

Global krizin etkileri derinden sürüyor ve işsiz-ler ordusuna katılan yeni işsizlerle huzursuz ve mutsuz insanların sayısı da gittikçe artıyor. Bütün dünya bu duruma çare ararken, ülkemizin yöneticileri de bu konuda kafa yorup, mesai sarf ediyorlar. Temennimiz en kısa zamanda bu krizin aşılması, yerini daha bereketli ve güzel günlerin alması. Ama böyle büyük sorunların kolay aşılması da mümkün değil… Bu gerçeğin farkında olarak, dünyayı ve ülkemizi bu krize iten nedenlerin tespitini ve teşhisini iyi yapmak gerekir.

Bu tür krizlerin nedenlerini iki ana başlık altında toplayabiliriz. Birincisi, ekonomiyi iyi yönetememekle alakalı maddi nedenler. Diğeri ise manevi sebepler. Maddi olanın çaresine siyasiler bakacaklar. Manevi olanı üzerine Kur'an ve hadisleri referans alarak önemli şeyler söyleyebiliriz. Evet, krize çare ararken bu iki yönü de değerlendirmek gerekir. Yoksa ürettiğimiz çözümler yetersiz kalacaktır.

Maddi cepheyi tarlaya tohum ekmek örneğiyle anlatabiliriz. Tarım yapmanın kurallarına göre ekim yapmak, bu konuda işi şansa bırakmadan çalışmak maddi cephenin gereğidir. Bunlar yapılmadan bol mahsul beklemek ne akli ne de İslami bir davranıştır. Tevekkül konusunda cahil Müslümanlar çok yanlış yapıyorlar. Ve İslam düşmanlarına bol eleştiri malzemesi veriyorlar. Ama bu gerçekte çok haksız bir eleştiri. Zira ilkelliğin ve tembelliğin adı asla İslam'ın emrettiği tevekkül değildir.

Bir işi kurallarına göre yaptıktan sonra sonuçları beklerken Yaratanla irtibatı koparmadan beklemek işin manevi cephesidir. Çünkü sebepler asla yaratıcının yerini alamazlar. Zira biliyoruz ki, her evlenenin çocuğu olmaz, her ekilen tohum istenen mahsulü vermez. İşte bu gerçeği görmezden gelerek, sebeplere ilahi bir güç yüklersek, farkında olmayarak ilahi kudretin hükmünü iptal etmiş, onu sanki yok farz etmiş oluruz. Dolayısıyla, müminler olarak çalışmalarımızın sonuçlarını, hamd, şükür ve dualarla noktalamalıyız. Yoksa, sebepleri yaratıcı makamına çıkararak gizli şirke düşeriz.

İnsanlar cahilliklerinden veya kasten böyle nankörce bir hal içine girerlerse, Rabbi Teala'dan gelecek uyarı ve ikaza da hazır olmaları gerekir. O yüzden, başa gelen her türlü bela ve musibetlerle beraber, yaşadığımız bu tür krizleri de böyle bir uyarı kapsamında değerlendirir, kendimize çeki düzen verebilirsek, basiretli ve akıllıca bir değerlendirme yapmış oluruz.

Manevi cephe aynı zamanda krizlerin hikmet cephesidir. Zira gerek ferdi olarak insanoğlunun, gerek o fertlerin oluşturduğu toplumların, başlarına gelen felaket ve musibetlerin, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bir maddi cephesi vardır, bir de manevi cephesi. Maddi cephesi genelde can yakıcıdır. Manevi cephe ise hikmet cephesidir ve aslolan cephedir. O cephede acının, elemin içinde merhamet, şefkat ve şifa saklıdır.

Evet, musibetlerin gizli bir lisanı vardır. O lisanı anlamak o mesajı almak Nübüvvetin nuru olmadan olmaz. O mesaj algılanır ve gerekli dersler çıkarılarak yapılan yanlışlardan dönülürse, musibet maksadını geçekleştirmiş demektir. Aşağıdaki hadisi şerif, nübüvvet nuruyla bakınca, bir mü'minin, nimet ve belayı nasıl karşılaması gerektiğini çok güzel anlatır.

Ebu Yahya Suheyb b. Sinan (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Müminin işi hayret vericidir. Zira onun her işi hayırlıdır. Bu meziyet yalnız mümine mahsustur. Zira o sevinirse şükreder. Bu ise onun için hayırdır. Başına bela gelirse sabreder. Bu da onun için hayırdır." (Müslim)

Ülke olarak yoğun sıkıntılar yaşıyoruz. İşvereninden işçisine, memuruna kadar her kesim zor durumda. Bütün bu olup bitenlere sabretmek şüphesiz zor geliyor. Hele bunca sıkıntıyı kendimizi tenzih ederek, bizim dışımızdaki nedenlere bağlamak ve başkalarının suçlarının faturasını ödediğimizi düşünmek psikolojisi bizi hepten yıkıyor ve dertlerimizin acılığını artırıyor. Halbuki, yalnızca başkalarını suçlamak yerine herkes bu krizden gerekli dersi çıkarmalı ve kendi sorumluluklarını ne derece yerine getirdiğini bir daha düşünmeli. Ve ciddiyetle tevbe etmeli o zaman umulur ki Rabbimiz, daha önce aklımıza gelmeyen bir çok çıkış kapısı açacaktır bizlere.

Dünya üzerinde bu günlere gelene kadar nice kavimler yaşadı. Onlar zenginlikle de sınandılar, yoklukla da. Hatta toplu azaba da maruz kaldılar. Kur'an ve eski kutsal kitaplar İbret alınsın diye bunlardan haber verirler. Nuh kavmi de bunlardan biriydi. Cenabı Hakk Teâlâ, azgınlıkları ve günahları sebebiyle, belki akılarını başlarına alırlar diye kuraklık, kıtlık vermişti onlara. Hz.Nuh Aleyhisselam Kur'an'ın ifadesiyle onlara şöyle seslenmişti.

10- Dedim ki: "Rabbinize istiğfar edin. Çünkü O affedicidir
11- Size gökten bol bol yağmur indirir.
12- Sizi mallar ve oğullarla destekler ve sizin için bahçeler verir, size ırmaklar akıtır.
(Nuh,10.11.12)

Hz. Nuh, kavmine Allah'tan (Celle Celalühü) af dilemeleri halinde Allah'ın (Celle Celalühü), kendilerine, mallar, oğullar, bahçeler ve nehirler vereceğini anlattı. Bu hususta Katade diyor ki: "Nuh (a.s.) kavminin dünyaya tamahlarından dolayı boyunlarının kırıştığını görmüş ve onlara: "Gelin Allah'a (Celle Celalühü) itaat edin. Bunu yaparsanız, hem dünyayı hem de âhireti elde edersiniz." demişti. Ama o azgın kavimce bu uyarılar dikkate alınmadı. Hatta kendileri yerine Nuh (a.s ) suçlamayı tercih ettiler. Sonunda toplu azaba maruz kaldılar.

Şa´bi diyor ki: "Bir gün Ömer b. el-Hattab, yağmur duasına çıktı ve orada istiğfar dilemekten başka bir duada bulunmadı. Geri dönünce: "Ey müminlerin emiri, senin, Allah'tan yağmur istediğini duymadık." dediler. Hz. Ömer de onlara şu cevabı verdi: "Ben, yağmuru, kendileriyle yağmur istenen, göğün kepçeleriyle istedim." Hz. Ömer bundan sonra Nuh suresinin "Ey kavmim, rabbinizden af dileyin. Sonra ona tövbe edin ki, size gökten, bol bol yağmurlar indirsin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlular olarak yüz çevirmeyin."[12] âyetini okudu. Dolayısıyla, tevbe etmenin her derdin ilacı olduğu mesajını Kur'an kaynaklı olarak onlara vermiş oldu.

Evet, sayın okuyucular, Allahu Teâlâ Nuh peygamber aracılığıyla bize de içinde bulunduğumuz krizden bir çıkış kapısı göstermiş olmuyor mu? Nitekim Hz. Ömer de öyle yorumlamış bu ayetleri ve kuraklıktan kurtulmak için ashabına tövbe istiğfarı hatırlatmış.

Hazreti Peygamber Aleyhisselam da Nuh Aleyhisselam gibi, geçim sıkıntısı, kuraklık, hastalık gibi her türlü musibetin altında yatan manevi sebepleri çok kereler ashabına açıklardı. Mesela şu hadis beş çeşit kötülüğü işleyenlerin maruz kalabileceği fitneleri sebepleriyle birlikte şöyle haber verir.

"Beş şey vardır ki, onlarla imtihan olursanız -ki onlara maruz kalmanızdan Allah'a (Celle Celalühü) sığınırım- beş çeşit belaya maruz kalırsınız:
1-Bir kavim içinde zina, fuhuş açıkça işlenirse orada taun ve daha önce bilinmeyen hastalıklar ortaya çıkar.
2-Ölçü ve tartıda hile yapılırsa, mutlaka bunu ekonomik kriz, kıtlık, geçim sıkıntısı idarecilerin zulmü takip eder.
3-Zekat verilmezse, yağmurlar azalır. Eğer hayvanlar olmasaydı bu durumda yağmur hiç yağmazdı.
4-Allah ve Resulüne verilen sözler tutulmazsa, yani onlara uyulmazsa Allah (Celle Celalühü) o kavme onların dışındaki başka bir kavmi ülkeyi musallat eder. Onlar da onların zenginliklerini onların ellerinden alırlar.
5-Yöneticiler Allah'ın (Celle Celalühü) kitabıyla hükmetmezlerse, Allah'ın (Celle Celalühü) indirdiğini terk ederlerse, Allah (Celle Celalühü) o ülkeyeiç karışıklığı terör anarşi belası verir."

Yukarıdaki ayetler ve peşinden gelen hadisler çerçevesinde düşününce yaşadığımız sıkıntıları hak ettiğimizi görüyoruz. Bu sıkıntıları aşmak için sadece maddi tedbirler almanın yeterli olamayacağını görmekteyiz. Siyasiler görevlerini yaparken halk olarak bizler de görevlerimizi yapmalı, hatalarımızı görmeli ve bir an önce yaptığımız yanlış işlerden nadim olmalıyız. Yoksa krizlerin sebeplerini hep kendimiz dışında ararsak asla bu krizlerin sonu gelmeyecek demektir.

Allah'a (Celle Celalühü) emanet olun.

Abdulkadir YILMAZ