İnsanlar her konuya meraklı olmalarına rağmen duydukların konunun ya da olayın doğruluğuna yönelik araştırma yapmaya yanaşmazlar. Bunun yerine anlatılan olayların, enjekte edilen duygu ve düşüncelerin etkisi altına da çok kolay girebilmektedirler.
Ölçüsü farklı olan insanlar, farklı duygu, düşünce ve davranış gösterirler. Bundan dolayı da insanların sahip oldukları ölçüye göre duygulanmaları, ölçüye göre düşünmeleri ve davranım sergilemeleri gayet doğaldır.
Atalet, bedeni ve ruhu sardıkça tembellik ve miskinlik kişinin kimliği haline gelmeye başlar. Oysa insandan beklenen atalet değil atılganlıktır. Üstelik bu davranış insanların ve insanlığın lehine olduğu için övülmüş bir davranıştır. Atılgan olmak aslında bize göre normal olmayı içermektedir.
İnsanoğlu yapısındaki geleceği ve kişiliği oluşturan, geliştiren, olgunlaştıran ve yenileştiren zahmete katlanma yerine zahmetten kaçmayı yani zora katlanamamayı tercih etmesi sorumluluğu başkasına atmaktan başka bir şey değildir.
Bazı düşünürler insanları değerlendirirken "sürü insan" ifadesini kullanırlar. Bu şekildeki bir görüş ise bize, insanların düşünmekten ziyade sadece inanmaya eğilimli oldukları yönünde bir anlayış oluşturmaktadır. Bundan dolayı genelde insanlar yönetilmeyi tercih ederler. Çünkü işler iyi gitmediğinde suçlanacak birilerini bulmak gerekecektir. Yönetilmeyi tercih de bunu doğurmaktadır. Yönetme ya da yönetilmeyi seçme kişinin kendi iradesinde olmasına rağmen "anlık rahatlığı," zevk ve keyfi seçmesinden dolayı "hayvani davranışların" kişide egemen olmasına neden olmaktadır.
İşte tam burada şunu söyleyebiliriz: anlık rahatlığı seçmenin sonucunda kişi bir takım korkular üretmeye başlar. Bir sürü vehim, kalbine ve zihnine saldırmaya başlar. Saldırılar kuvvet buldukça insanın kalbine ve aklına bir yılan gibi çöreklenir. Felç geçiren bir insan ne hale gelirse artık duygu ve zihin açısından o durumdadır. Dolayısıyla her türlü tehlikeye karşı korumasız bir duruma sahip olur. Kendini korumasız ve çaresiz hissetmeye başlar. Öyle bir hal oluşur ki, artık kişi normal değildir. Belki görünüşü yine insan, içinde yaşadığı toplumun davranışlarına uygun tepkili ama içerde dumûra uğramış bir varlıktır.
İnsanımız farkında olmadan hatta çoğu zaman iyi niyetle bu hale gelmiş ya da getirilmiştir. Üstelik bu durum hala devam etmektedir. İnsanımızda hala biraz olsun düşünme ve akletme yeteneği vardır.
Her türlü tehlikelere açık hale gelen insan sürekli tedirgindir, endişelerle doludur, her an tetikte ama bir şey yapamayacak kadar hareketsizdir. Doğal olarak aklını, zihnini ve kalbini bir fare gibi kemiren vehimlerin etkisi altındadır. Bu durum onun normal bir davranışıymış gibi gelişmeye başlar. Kendini normal görmeye başlayınca başkaları onun gözünde otomatikman anormal olacaktır.
Düşünmeyi bırakan insan artık dedikodu yapmaya başlayacaktır. Dışarıdan söylenen ve kendisinin de eksik olduğu konularda bir şekilde kabul etmeye karşı açık olacaktır. Bu kabul ediş farkında olunan bir kabul olabileceği gibi reddedilmesine rağmen kişinin içine yerleşen bir vehime de dönüşerek dolaylı bir kabul şekline de yönelebilecektir.
Fikir üretme becerisinden yoksunlaşan insan bulunduğu toplumda bir şekilde "var olma" mücadelesi verecektir. "Kabul edilmek", "ben varım" diyebilmek çok önemli olduğu için doğru ya da yanlış yalan olmasına bakmaksızın konuşmayı tercih etmek çok daha kolaylaşacaktır. Atalarımızın bu konuda güzel bir özdeyişi vardır: "Aşağı mahallede bir yalan söyledim. Yukarı mahalleye geldim ben de inandım." Artık insanların yaşamında doğru ile yanlış karışmıştır. Bu karışıklık düşünce sistemini de allak bullak etmiştir. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bile anlamadan davranış göstermeler başlar. Bundan sonra içerden ya da dışardan dimağlara enjekte edilen felaket senaryoları ortaya çıkmaya başlar. Senaryolar çoğaldıkça kendini ve içerisinde bulunduğun toplumu küçük ve çaresiz aciz görmek başlar. Bu durum düşüncelerin önünde zihinsel süreçlerin ters çalışmasına neden olan olumsuz bir olgudur. Duygular çaresizlik, acizlik, kendine güvensizlik, korku, endişe, vehim ve vesvese gibi şekillerle kendini iyice gösterir. Kendini bir şekilde kabul ettiren bu duygular, düşüncelerin de önünü tıkayacağı ve hatta kapatacağı için artık yaşam biçiminizi de etkilemeye başlayacaktır.
Duyguda ve düşünce kısır döngü başlar. Bir dolap beygiri gibi dönüp durur. Aynı yolu defalarca geçer ama uygun yolu göremez. Dedikodular felaketlere dönüşmeye başlar. "Benden adam olmaz" deyimini hatırlayın. Hangi insan benden adam olmaz demiş de adam olmuştur?
Kurtuluş noktası da işte tam burasıdır. İnsan nerede tökezliyorsa orada düzeltmesi gereken çok önemli bir durum vardır. Onu görmesi, anlaması, kurtulmak istemesi ve çaba göstermesi gerekir. Şenel İLHAN Beyefendi'nin bir makalesinde "insanın günahları aynı zamanda kurtuluş için itici güçleri, motorlarıdır" demişti. İnsan ruh sağlığı ile uğraşan psikolog, psikolojik danışman, psikiyatristler bile bu noktayı tam olarak yakalayamamaktadırlar. Üstelik aldıkları onca ücrete karşılık bu hizmeti vermekte çok büyük bir sıkıntı yaşamaktadırlar. Kabul ve itiraf etmeseler de acziyet içerisindedirler. Burada günün yani zamanın silahlarıyla donanmış bilge âlimlere ihtiyaç vardır. İşte bu alimler ise Allah'ın veli kullarıdır. Eğer onlara ulaşılıp gerekli yardımlar alınmazsa bütün dedikodular kendini gerçekleştiren birer kehanetlere dönüşecektir.
İşte kurtuluş yolu, insanı bu felaketlerden duygu ve düşünce boşluk ve açmazından çıkaracak bir yol…
Taha Ömeroğlu