Bereketzade Vakfı Başkanı; Kasım Efendi ile Ekonomik Sıkıntıların Aile Üzerindeki Etkileri

Feyz: Günümüzdeki ekonomik sıkıntıların sebebi nedir?

Kasım Efendi: Sizden önceki kavimler de bu sıkıntıları yaşamışlardır. Onlar da aynen günümüzde olduğu gibi isyanları neticesinde bir çok çeşitli belalara uğramışlardır.. Ümmeti Muhammed bugün, Allah'ın (Celle Celalühü) hududuna tecavüz etmek üzeredir ve hatta, sınırı aştı bile diyebiliriz. Maişetin daralmasının nedeni işte bu işlediğimiz günahlardır. Allah (Celle Celalühü) da, insanların günahlarını temizlemek için, tövbekâr olmaları için bu sıkıntıları veriyor. Bazılarını da cezalandırmak için belalar veriyor. Şu anda dünyadaki insanların merhamet ve acıma duyguları kaybolmuş durumda. Günümüz insanında da bencillik had safhalara ulaşmış durumda. Allah açıkça ‘Sizin maişetinizi daraltırım' diyor. Bu sıkıntıları başka türlü açıklamak mümkün değil. İnsanlar bunun idrakine varamazlarsa daha büyük sıkıntılar yaşayacakları da muhakkak…

Allah'u Teala bizi ikaz ediyor. Bu ikaz bizim için bir rahmettir yani ekonomik kriz dediğimiz şeyin sebebi isyanda olmamızdır ki, bugün dünyanın geldiği noktanın sebebi de budur. Allah (Celle Celalühü) kendi hukukunu çiğnetmez. Dünyada insanların tek bir korkusu var, o da ekonomik sıkıntı yani parasızlık. İnsanlar açıkçası ahiretlerini değil de ‘Dünyada bir kıtlık olursa ne yapacağız?' diye düşünür oldular…

Bakın Kur'an-ı Kerim'de Allah (Celle Celalühü) ne diyor; "Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz." (Taha Suresi 124). Burada açıkça "maişetinizi daraltırım" diyor. Bu bir ikazdır. Hem de ciddi bir ikazdır. Bütün medya görünür sebepler üzerinde duruyor. Birçok açıklamalarda bulunuyorlar. İşte şöyle oldu da böyle oldu şeklinde. Hiç "Rabbim ne diyor" deyip bakmıyorlar. Oysa yeryüzünde Allah'ın koyduğu kurallar geçerlidir. Biz farkına varsak ta varmasak ta…

Öncelikle kulluk bilincinde olmalıyız

Feyz: Efendim Tövbe istiğfar nasıl yapılır. İstiğfar nedir?

Kasım Efendi:  Bir an önce başımıza gelen bu ekonomik sıkıntı belasını defetmek için bizi yaratan rabbimize yönümüzü dönmeliyiz. Öncelikle kulluk bilincinde olmalıyız. İstiğfar etmek, estağfirullah demektir. Tevbe, haram işledikten sonra, pişman olup bir daha yapmamaya niyet etmek demektir. Peygamberimiz ne diyor; "Tevbe, günahtan sonra o günahı bir daha yapmamaktır. " (İ.Ahmed). Kur'an-ı Kerim'de de mealen buyuruluyor ki; "Allahü Teâlâ, tevbe edenleri sever." (Bakara 222). İstiğfarın, tövbe etmenin fazileti çok fazladır. Yapacağımız tövbe ekonomik sıkıntılardan kurtulmamıza sebep olur. Kur'an-ı Kerim'de mealen Rabbimiz buyuruyor ki; "İstiğfar okuyun, imdadınıza yetişirim. " (Hud 52). Yine hadis-i şeriflerde de Efendimiz buyuruyor ki; "İstiğfara devam edeni, Allahü Teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Ummadığı yerden rızıklandırır. " (Nesai). "Derdinizi ve devasını bildireyim. Derdiniz, günahlar, devası da istiğfardır." (Hakim). "Tevbe eden günah işlememiş gibi olur." (İbni Mace). "Günahına pişman olup abdest alıp, namaz kılanı ve günahı için istiğfar edeni, Allahü Teâlâ affeder." (Nesai)

Günah, kulun yanında küçük ve kıymetsiz görününce, Allahü Teâlâ katında büyük olur. Kul küçük günahı büyük görünce, o günah Allahü Teâlâ'nın katında küçülür. Mümin, iman ve marifetiyle küçük günahları da büyük görür. Her günah işleyişte kalbi sızlar. Hadis-i şerifte Efendimiz buyuruyor ki; "Mümin, günahını dağ gibi görüp, üstüne düşeceğinden korkar. Münafık ise, burnunun üzerine konan ve hemen uçacak sinek gibi görür." (Buhari)

Günah işlediğini bilmek, büyük nimettir

O kişinin mümin olduğunu gösterir. Allahü Teâlâ'ya günahları için tövbe etmeli, pişmanlık ve üzüntü duymalı, günahı terk etmeli, kefaret olması için çok sevap işlemelidir. Hadis-i şerifte ki; "Günah işlediğin zaman, karşılığında onu mahvedecek sevap işle! " buyuruldu

Allahü Teâlâ'nın gazabı günahlar içinde saklıdır.

Kişi, bir günah yüzünden büyük azaba maruz kalabilir. Âdem aleyhisselamın oğlu, bir adam öldürdüğü için ebedi Cehennemlik oldu. Karun zekat vermediği için malı ile helak oldu.

"Günahım çok, ne yapsam Allah beni affetmez " demek de doğru değildir. Çünkü Cenab-ı Hak, tövbe edilen her günahı affeder. Bir kâfir, küfrüne tövbe ederse, mümin olur, bütün günahları affolur. Bir mümin de Allah'a şirk koşsa, sonra pişman olup tevbe etse Allah affeder. Bir âyet-i kerime meali; "Ey günahta haddi aşanlar, Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin! Zira Allah, bütün günahları affeder. O, gafururrahimdir, affı, merhameti çoktur. " (Zümer 53)

  Sen, Allah'a (Celle Celalühü); "Ya rabbi sen ganisin, sen merhametlisin, affetmeyi seversin, beni affet." de ki, rızkın açılsın. Ama sen ne diyorsun? "Benim ne suçum vardı da bana bu belayı verdin." diye hala isyanını sürdürüyorsun!..

  Taha Suresi'nde Cenab-ı Hak ne diyor; "124- Biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. 125- O da (şöyle) demiş olur: -Ben görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak haşrettin Rabbim? 126- (Allah da) der ki: İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın. 127- İşte Biz ölçüsüzce davrananları ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız; ahiretin azabı ise gerçekten daha şiddetli ve daha süreklidir."

Allah'u Teala bizi dünyada da ahirette de âma olmaktan muhafaza buyursun.

Bir insan şeytanın öz kardeşi olur da işi rast gider mi?

Feyz: Ekonomik sıkıntı içinde olan aileler nelere dikkat etmelidirler?

Kasım Efendi: Cenabı hak "Müsrifleri helak ettik." (Enbiya 9) buyuruyor. Demek ki ekonomik sıkıntımızın ikinci sebebi, müsrif oluşumuzdur. Dinimizde, cimriliğin, israftan daha çok kötülenmesi, israfın cimrilikten daha az kötü olmadığını göstermez. Cimriliğin daha çok kötülenmesi, insanlardan çoğunun mal biriktirmeye meyilli olmasındandır.

Şimdi Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de "Yemeyin içmeyin" demiyor. Aksine şöyle söylüyor; "Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. " (Araf 31) ve yine "İsraf etme! İsraf edenler, şeytanların kardeşleridir. " (İsra 26,27) buyuruyor.

  Bir insan şeytanın öz kardeşi olur da işi rast gider mi? Kılavuzu karga olanın hali nasıl olur? Anadolu'da bir söz vardır. "Bülbülün kılavuzu karga olursa gagasını güle batırıyorum zanneder." Okuyanlar anlasın artık… Çünkü ben insanlara bazen nasihat ediyorum. Evladım şöyle yap böyle yap diye, bakıyorum ki kendini haksız görmüyor ve hatta yanlış yapmadığı konusunda öyle bir gururlu duruyor ki… Sen ne biliyorsun? Adam İslam'ı bilmez, nefsini bilmez, üstelik şeytanın maskarası olmuş farkında bile değil…Kul olduğumuzun farkına varalım. Acizliğimizin ve günahlarımızın farkına varalım ki istiğfar edelim. Çeşitli israflar vardır. Bir defa israf, malı helak etmek, faydasız hâle getirmek, faydalı olmayacak şekilde sarf etmek manasına geliyor. Artık herkes kendi hayatını gözden geçirecek ve nerelerde israf yaptığını bir defa bulacak. Madde israfı, kaynak israfı, imkân israfı bizi başkalarına muhtaç hale getirir. Değerlendirilmeyen zaman, değerlendirilmeyen kaynak, değerlendirilmeyen hayat israftır.

Yarınlarımızın huzuru için fert ve millet olarak iktisatlı davranmalı ve israfa sapmamalıyız. Bu ekmek "bayatladı" diye çöpe atanlar, tabak tabak yemekleri dökenler israf ediyorlar. Artık bir insan şeytanın kardeşi olunca daha ne diyelim… Hangi işi rast gider böyle bir insanın, hiçbir işi…

İnsan hayatında rahat bir yaşam ve geçim için iki şey zaruridir. Bunlardan biri helal kazanmak, diğeri de elde olanı israf etmeden ölçülü harcamaktır. Biri eksik olursa hayatın düzeni ne olur? Ailede huzur yok olur, düzen bozulur ve ailede çatışmalar başlar. Peygamberimiz Efendimiz'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); "Kıyamet gününde kişi, ömrünü nerede tükettin, gençliğini nerede geçirdin, malını nereden kazanıp nereye harcadın sorularına cevap vermedikçe yerinden ayrılamaz" hadisini de unutmamalıyız. Aileler kendi kendilerine şikayet etmek yerine, öncelikle "ben ne yaparım da israftan kurtulurum" diye soracaklar. Tabi bunu hem hanımlar hem de beyler soracak… Tek taraflı olursa, bu sefer de eşi "sadece ben mi fedakarlık yapacağım" der.

"İktisad eden sıkıntı çekmez. "

Burada dikkat edilecek nokta cimriliğe düşmemektir. Allah-ü Teâlâ, salihleri, cömertleri överken bakın nasıl buyuruyor; "Onlar sarfettikleri zaman ne israf ederler, ne de cimrilik. İkisi arasında orta bir yol tutarlar. " (Furkan 67) Bu konuda Efendimiz bize ne güzel bir örnektir. Hadis-i şeriflerde bakın ne diyor: "İktisad eden sıkıntı çekmez." (İ.Ahmed) "İktisad eden zenginleşir, israf eden fakirleşir." (Bezzar) "Yiyip için, giyinin ve tasadduk edin. Fakat israf ve kibirden sakının! " (Buharî)

  Feyz: İslam tarihinden sahabelerden bize örnek verir misiniz?

Kasım Efendi: Kur'an'dan sonra en önemli kaynak Hz. Peygamber Efendimizdir. Bu kaynağı bize nakledenler kimlerdir? Sahabelerdir, müfessirler, âlimler, evliyalardır...

Ashabın hepsi aynı derecede âlim değillerdi. Yerine göre bir kısmı esnaf, bir kısmı da toprakla ve çeşitli işlerle uğraşırdı… Ama Peygamber Efendimizin önemli sahabeleri de vardı.. Bir defa aşere-i mübeşşere var. Kimdir aşere-i mübeşşere ? Hayatta iken Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından Cennet'le müjdelenen ashabın ileri gelenlerinden on kişi için kullanılan bir tabir. Resulullah'ın sahîh hadisleriyle sabit olan bu ashabın Cennetlik oluşları, İslâm'ın genel prensipleri dahilin de gayet tabi bir olaydır. Bu meşhur on sahabi şunlardır: Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Abdurrahman b. Avf, Hz. Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, Hz. Talha b. Ubeydullah, Hz. Zubeyr b. Avvam, Hz. Sa'd b. Ebi Vakkâs, Hz. Said b. Zeyd.

Bu büyük sahabelerin kendilerine has özellikleri vardır. Meselâ: Mekke'de ilk müslüman olan bu şahsiyetler aynı zamanda Hz. Peygamber'e ve İslâm davasına büyük katkıları olan kişilerdir. Bu büyük sahabelerin hepsi İslâm devletinin müşriklere karşı giriştiği ilk büyük cihat hareketi olan Bedir gazvesinde bulundukları gibi, Hz. Peygamber'e, O'nu ve İslâm'ı sonuna kadar koruyacaklarına dair Hudeybiye gününde ağaç altında Bey'at etmişlerdir. İslâm akidesi için Allah yolunda en yakın akrabalarına karşı çarpışmaktan geri durmamışlardır. Hadis âlimlerinden bazıları eserlerine bu on sahabenin rivayet ettikleri hadîslerle başlamışlardır.

Efendimizin ağzından çıkan bir kelimeyi bile zayi etmeden ezberliyorlardı.

Bu sahabeler Efendimizin hareketlerini konuşmalarını gelen vahiyleri yazarlardı. Onlar Efendimizin ağzından çıkan bir kelimeyi bile zayi etmeden ezberliyorlardı. Peygamber Efendimizin bir kılını bile zayi etmiyorlardı. Bugün "sakal-ı şerif" diyoruz, ziyaret ediyoruz öyle değil mi... Yani son derece saygılı ve ona bağlı insanlardı. Evet, kimin cennetlik olduğu ahirette belli olacaktır. Fakat Allah sahabeye daha bu dünyada iken cenneti vaad etmiştir. Nitekim Allah; "Sizden fetihten önce infak eden ve savaşan kimse ile fetihten sonra infak edip savaşan elbette bir olmaz. İşte onlar, bundan sonra infak edip savaşanlardan derece bakımından daha yüksektirler. Bununla beraber Allah her birine cennet vaadeder. Allah yaptığınız herşeyden haberdardır." (Hadid, 57/10) buyuruyor.

  O büyük insanlar Efendimizin yürüyüşlerini bile zayi etmemişler. Peygamber Efendimiz nasıl yürüyorsa aynen öyle yürümüşler. Bizim bu sahabeyi kirama çok büyük saygı duymamız, onları örnek almamız lazım.

Ondan sonra da bugüne kadar gelen müfessirler, içtihat sahipleri, müellifler İslam'ı ayakta tutmak için Ümmet-i Muhammed'e büyük hizmet yapmışlardır. Bugün bazıları kendinden haberi olmayan insanlar. Okumadan katip yazmadan hoca olan takımından… Ya da ilimden nasibini almamış, merkep yüklü olanlar... Mezheplere dil uzatırlar kendilerince. Oysa bütün mezhepler "Laillahe illallah" üzerine çalışmışlardır. Yani tevhid üstüne çalışmışlardır. 1400 yıldan beri de dinin günümüze kadar tertemiz gelmesine vesile olmuşlardır. Fakat kasıt sahipleri de, cahillerin kafasını bulandırmıştır. Kavramlarla oynanmaya çalışılmış, kavramlara yüklenen manalar değiştirilmeye çalışılmıştır. Bu durum günümüz insanının bazı konuları kavramasını zorlaştırmıştır. Bazıları da bu kafa karışıklıklarının oluşmasını körükleyen konularda kitaplar yazmış ve bu yaptıklarıyla da İslam dininin temel dinamiklerine savaş açmışlardır. Kitabın başına Allah'ın adı ile yani besmele ile başlamış, ortasında şükür yarabbi demiş sonunda da elhamdülillah demiş... Böyle yazmakla şimdi İslami kitap mı oldu yani. İçine birkaç tane de ayet koymuş; ilimde zayıf olanlar da bunları "İslami kitap" diye okumuş ve onların da nefsine hoş gelmiş olabilir... Üstelik de bunu televizyonlardan halka vaaz etmişler... Şimdi bu yapıcılık mı oldu yoksa yıkıcılık mı!..

  Sonuç olarak, Allah'ın Kur'an-ı Kerim'deki ikazlarına, Peygamber Efendimizin de hadislerindeki nasihatlerine uymamaları bu ümmeti şaşırtmış durum da…

Herkes fetva veriyor. Sen bana bir şey sorduğunda, konuya hakim olmam lazım. Hocalara soru soruyorlar, onlar da hemen cevap veriyorlar. Sen ne bilirsin başa sürülen kimyevi boyanın muhdeviyatını, inceledin mi? Araştırdın mı? Ya içinde insan sağlığına zararlı bir madde varsa, ya necis ise, biliyor musun? Bilmediğin şeye neden fetva veriyorsun? Bilmiyorum diyeceksin… O konunun uzmanı ona karar verecek, inceleyecek ve araştıracak. Yüzde yüz zararlı ise nasıl "olur tabi" diyorsun. Bilen konuşsun, sen ne konuşuyorsun? Sen fetva veremezsin. Sen kimyevi maddesini bilmediğin konularda neden hüküm veriyorsun, sen kimyager misin?

Bakın akşamları televizyonlarda yemek programları yapıyorlar. Birbirlerine puan veriyorlar. Çok puan alan kazanıyor, az puan alanlar üzülüyor. Bak işte çorbanın yağını tuzunu yanlış koymuşsun, eksik ya da fazla koymuşsun diye karşı tarafı tenkid ediyor. Bu bir program ama olsun, hikmetli bakan için ibret vardır. Bir insan çorbaya bile yanlış malzeme kullanırsa çorba bulamaç oluyor. Sonra da puan bekle, sen bir çorbayı bile beceremiyorsun fakat İslami konularda hüküm vermeye kalkıyorsun. Bu olmaz. Bak yemek konusunda herkes istediği gibi konuşabilir. Buna ben katılıyorum ama İslami konularda konuşamaz. Çünkü bu yemek yarışması değil dünya ve ahiretimizi ilgilendiren bir meseledir.

Bugün yeryüzündeki Müslümanların durumu nasıl? Bütün sıkıntıların başında, -dil ile inkar etmiyoruz ama halimizle inkar ediyoruz. Bu konunun üzerinde çok durmak lazım. Mühim bir mesele bu- "Lailahe illallah" diyoruz fakat uygulamada güç ve kuvvet sahibinin Allah'tan başkası olduğuna inanıyoruz. Bir kişi zikir çekiyor "Lailahe illallah, Lailahe illallah, Lailahe illallah…" Fakat bakıyorsun ki, yaşantısında ve fiilinde güç ve kuvvet sahibi başka… Bu nasıl oluyor? Herkes adeta, dünya ekonomisine bir şey olmasın diye neredeyse dinini bir kenara bırakmış. Olursa olsun ne yapayım ben, bu dünyanın bir sahibi var, O da Allah (Celle Celalühü)…

  Peygamber Efendimiz zamanında da münafıklar vardı.

Yeri geliyor kumardan yeniyor, yeri geliyor faizden yeniyor... Yeri geliyor hırsızlık malı yeniyor, yeri geliyor yetim malı ve fakir fukaranın malı yeniyorsa, vakıf malları her tarafta talan ediliyorsa; bunu yapan bir millet, bu haliyle Allah'a karşı gelmiş demektir. Söz ile kimse inkar etmiyor ama kimse de bunları hiç önemsemiyorsa, bu da bir inkardır.

Peygamber Efendimiz zamanında da münafıklar vardı. Onlara baktığın zaman onları dindar zannederdin. O münafıklar Efendimize gelerek diyordu ki; "Biz sana iman edelim ama şu kölelerle aynı safta olmayalım. Gelip bizim yanımıza duruyorlar, bazıları önümüze duruyor, biz bunu kabul edemeyiz, bizim mescidimiz ayrı olsun." diyorlardı. Bunu bile söyledi müşrikler. E ne olacak…

Görüyor musun cahillerin cesurluğunu. Neler söylemişler? Oysa Allah'ın peygamberine itaat, Kur'an'ın en temel hükümlerinden biridir. Münafıkların en sapkın özellikleri bu hükmü çiğnemeleri, Allah'ın elçisine isyan etmeleridir. Çünkü elçiye isyan, Allah'a isyan demektir.

  Münafık kelimesi, nifak, fitne çıkaran anlamına gelir.

Münafıklar, mümin olmadıkları halde, müminlerin güç ve imkânlarından yararlanmak amacıyla kendilerini mümin göstermeye ve mümin topluluğu içinde barınmaya çalışan kimselerdir. Kur'an münafıkların bu gafletlerini şöyle bildirmiştir: " (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. " (Bakara Suresi, 9)

Münafıkların kendilerini koruma ve temize çıkarma çabalarında açıkça gözlenebilen bir hırs vardır. Bu hırsla her türlü haramı göze alabilir, yalan söyleyebilir, iftira atabilirler. Söz konusu durumla ilgisi olmayan, alakasız ve manasız açıklamaları arka arkaya yaparlar. Münafıklar hakkında ayet vardır. Bu surenin adı zaten Münafikun suresidir. "Onlara: ‘Gelin Allah'ın Resûlü sizin için mağfiret (bağışlanma) dilesin' denildiği zaman başlarını yana çevirdiler. Sen, onların büyüklük taslamışlar olarak yüz çevirmekte olduklarını görürsün. Senin onlar adına mağfiret dilemen ile mağfiret dilememen onlar için birdir. Allah, onlara kesin olarak mağfiret etmeyecektir. Şüphesiz Allah, fasık bir kavme hidayet vermez." (Münafikun 5, 6)

  Sen de bu yaşa kadar geldin, Allah'a ve Resulüne gösterecek hangi amel işledin, ne yaptın diye bana sorsan, ben kendimi savunurum.

Feyz: Peki efendim, bu şartlarda sağlıklı ve sonuç verici bir muhasebe nasıl yapılmalı?

Kasım Efendi:  Muhasebe çok faydalıdır. Tefekkürdür. İnsan kendi kendine "Ben bugün ne yaptım. Ben otuz yaşına geldim ne yaptım, ben kırk yaşına geldim ne yaptım, ben altmış yaşına geldim ne yaptım." demelidir.

Benim bir hocam vardı şöyle derdi; "Bezirgâna niye geç geldin diye sormazlar. Siz ne yediniz ne içtiniz diye de sormazlar, ne getirdiniz ne kazandınız diye sorarlar." Sen de bu yaşa kadar geldin, Allah'a ve Resulüne gösterecek hangi amel işledin, ne yaptın diye bana sorsan, ben kendimi savunurum. Ama zaten hiç kimse başkasının onu sorgulamasına razı olmaz, muhatap kabul etmez. Ama bir insan kendisinin ne kötü fiil işlediğini gayet iyi bilir. Kendi kendisine der ki, "Tavuk çaldım, adam dolandırdım, insanları kandırdım. Allah bana zerrenin hesabını soracak. Zerrenin hesabını ben nasıl vereceğim. Sen bana develerin hesabını da sorsan, ben yine cevap veremem. Benim yediklerim, yaptıklarım ve işlediğim cürümlerin hesabı dünya kantarı ile ölçülemez." der. İnsan kendi kendine bunları kabulleniyor da, başkası gelip birisine "Sen zamanında çok üç kağıtçılık yaptın." dese, "Nerde gördün lan çek git." diye kızar. Onun için başkasının güzel sözünden hoşlanıyoruz da, hatalarımızın söylenmesi bizi rahatsız ediyor. Tabi başkasının hatasını yüzüne vurmamak gerekiyor. Peygamber Efendimizin tavsiyesidir bu. Yani bir insan kırk yaşına kadar günahkâr olabilir, elli yaşına kadar hatalara düşmüş olabilir. Allah-u Zülcelâl, tövbe ettiği andan itibaren "başkasının geçmişini ortaya koymayın" diyor. Allah'ın koyduğu kuralları vardır. O kurallara riayet etmeye mecburuz.

"Sen bu suçu işledin bir daha ben seni affetmem" demiyor Allah. Ama kul kendi kendine bu hesabı sormalı, bir daha yapmamaya cehdeylemeli. Tövbe ettiğimiz halde, biz kendi kendimizi hala suçlu kabul ediyoruz. Buna bizim hakkımız yok, günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir, bunu böyle kabul edeceksin. İstiğfarın anlamı nedir, affedilmeyi istemektir. Acizliğimizi kabul etmektir. Sonuçta affedecek olan Allah'tır. Allah-u Teala Kitabında Bakara Suresi'nde mealen buyuruyor ki; "Sabır ve namazla Allah'a sığınıp yardım isteyin." Yani sen tövbeni yapar, namazlarını vaktinde kılarsan, hiçbir zaman maişet darlığına düşmezsin…

"Her zorluğun bir kolaylığı vardır"

Feyz: Sıkıntılardan kurtulmak için ne yapmalı?

Kasım Efendi: Sıkıntıdan kurtulmak için sebeplere yapışmak gerekir. "Çalışmadan dua eden, silahsız savaşa giden gibidir." hadis-i şerifi de sebeplere yapışmayı emretmektedir. Kur'an-ı Kerim'de mealen, "Her zorluğun bir kolaylığı vardır" buyuruluyor. Sıkıntıdan kurtulmanın da çaresi vardır. Hiç boş vakit geçirmemeli, kendine faydalı bir meşgale bulmalıdır. "Sabır kurtuluşun anahtarıdır" sözüne uymalı, çalışıp sabrederek bir çıkış yolu aramalıdır. Psikolog doktorlar, sıkıntının başlıca çaresinin meşgale olduğunu söylüyorlar. Kendinize severek yapacağınız işler bulursanız, rahatlarsınız. Ayrıca manevi yönden, bazı dualar okumanız da faydalıdır. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki; "Her gün sabah akşam yedi kere, ‘Hasbiyallahü la ilahe illahü aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabb-ül arşil azim' okuyan, dünya ve ahiret sıkıntısından kurtulur." "La havle ve la kuvvete illa billah okumak, 99 derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdır." (Hakim),

"Rızka kavuşan çok Elhamdülillah desin. Rızkı azalan çok istiğfar etsin. Üzülüp sıkılan, ‘la havle vela kuvvete illa billah' desin." (Beyheki, Hatib), "Sıkıntıya düşen veya borçlanan, bin kere "La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim" derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır" (Şir'a), "Sıkıntılı iken "Hasbünallah ve ni'mel-vekil" deyiniz!" (İ. Merdeveyhi), "Yasin okuyanın sıkıntısı gider." (Deylemi), "Cuma namazından sonra, İhlâs, Felak ve Nas'ı yedişer defa okuyan, bir hafta, kaza, bela ve sıkıntılardan kurtulur." (İ.Sünni), "Sıkıntıları sadaka ile önleyin." (Deylemi), "Başkasının sıkıntısını giderenin sıkıntısı gider." (İ. Ahmed), "Sıkıntıda duam kabul olsun diyen, genişlikte çok dua etsin." (Tirmizi), ve "En üstün ibadet sıkıntıya sabretmektir." (Tirmizi)

İnsan, sıkıntıların zararlı etkisinden kurtulmak için boş ver hapı alacak. Dünyaya çıkıyoruz sabah. Her türlü sahtekâr ve hilekâr insanlarla karşılaşıyoruz; olacak ki ticaretimizde zarar edebiliriz. Ola ki bizi kandırmış olabilirler, malımızı paramızı almış olabilirler. Bugün İstanbul'da bin bir türlü insan var. Bunların bazıları sana samimi davranıyor, bazıları sana hainlik düşünüyor. Sana samimi davrananlara karşı iyi ol, diğer insanlara da karşıda tedbiri elden bırakma. Diyelim ki, sana yanlış yaptılar. Kendi kendine; "Neden bana böyle yapıyorlar, benim gibi adama bu yapılır mı, benim kimse rızkımı alamaz." deme. Almışlar işte, ne yapabilirsin… Ancak kendi kendine depresyona girersin ama hastalıkların yanına kar kalır. İşte bu durumlarda sabah akşam birer tane "boş ver" hapı alacaksın. Elden bir şey gelmeyen durumlarda, "Ne yapalım nasip değilmiş…" deyip yolumuza devam edeceğiz. "Beni niye üzdün, bana niye böyle dedin" dersen ruhi bunalım ve depresyona düşersin.

Allah günde beş defa namazı emretmiş. İşte sen orada muhasebeni yapmalısın. Ama namaz bitti ve sen işe başladın, hala tezgâhın arkasında gözlerini yummuş ölü taklidi yaparsan, tezgahın başında uyur kalırsın, işinden de verim alamazsın. Bu olmaz, ticaret anında ticaret, ibadet anında ibadeti düşüneceksin. Ticarette doğru ol, dürüst ol, ticaret yaparken güya derinleşiyorum diye cehennemi, sıratı, azabı düşünürsen ticaret yapamazsın. Her şey yerli yerinde olmalıdır. İbadetin anlamı Allah'a kul olmaktır.

Subhane rabbiyel ala subhane rabbiyel azim. Bunları söylemekte büyük incelikler vardır. Alış verişinizi doğru yapacaksınız. Ticaretinizi de yapacaksınız. Tembellik yapmanın anlamı yok. Bu bilgiler atölyedeki aletler gibidir. İyi usta bunları yerli yerinde kullanır. İyi kul da Allah'ın (Celle Celalühü) emirlerine itaat eder ve onları nerede nasıl kullanacağını bilir. Bilmiyorsa okuyarak öğrenecek, o da olmadı bilenleri dinleyecek. Bu bir eğitimdir, kimse kendi kendine öğrenmedi bu bir süreçtir. Senin işin ayrı benim işim ayrı; rızk kapılarımız ayrı ayrı…

"Sen erkek misin be?"

Feyz:  Efendim ailenin huzur ve mutluluğu için eşler nasıl düşünmelidir, birbirlerine nasıl davranmalıdır?

Kasım Efendi: Ailelerin dikkat etmesi gereken bir konuda tutumlu olmaktır. Sevgili peygamberimiz "İktisad eden fakir düşmez." buyurmaktadır. Öyleyse imkânlarımızı, kazanımlarımızı, sağlığımızı ve servetimizi ölçülü kullanmalıyız. Mesela, adamın biri bin lira maaş alıyor. Hanım diyor ki kocasına; "Sen erkek misin be?" Bak bak, maişetin daraldığı yerleri görüyor musun? "Sen bana sanki bir şey mi aldın? Hiç biz yazlığa gitmeyecek miyiz? Sen bizi şöyle on beş gün olsun yazlığa götürmeyecek misin?" Alsana depresyon... Hatta; "Evde hiçbir şeyimiz yok, eşyalar eski gibi" şikayetleri duyuyorum. "Kendine gelince harcıyorsun bize gelince yok öyle mi?" Bunlar da beni üzüyor. Ailelerde kanaat olmayınca huzur da olmuyor. Hanım da Allah'ı ve Peygamberi unutmuş, erkek de…

İşte Allah'ı ve Peygamberi unutunca, darlık başlar bir evde. Kabir azabı gibi. Evdeki kabir azabı da böyle başlar. O ne demek, iki insan birbirlerine zıt gitmişler ve yaptıkları birbirlerine batıyorsa, işte evdeki kabir azabı daha ölmeden başlamış oluyor. Yatak kabir olunca ne kocanın uykusu geliyor, ne de kadının uykusu geliyor, birbirlerini kandırıyorlar. Kadın "Nasıl olur da istediklerimi yaptırırım" diye düşünüyor. Diğeri de "Ne yapsam da hanımı atlatsam" diye düşünüyor. Yatak oldu cehennem çukuru, yatak oldu kabir işte. Şimdi yatak oldu hapishane. Siz şimdi maişet darlığının nerelerden geldiğini anladınız mı? Bir insanın eşi de kendisi kadar Kur'an'a inanmalı ve amel etmelidir. Kadının, kocasına saygılı olması gerekir. "Kocamın maaşı şu kadar, öyleyse ben de şunu harcayabilirim" diye kanaat getirmelidir. İktisat yapmak yani. Giyimde kuşamda ona göre alış veriş yapmak gerekir. Bu kredi kartları ile taksitli alış verişler, adamın başına bela oluyor. Kadın "Taksitle ödersin canım, ne zaman bana şunu alacaksın?" diye baskı yapınca, adam takside giriyor. Üstelik ödeyemeyince hem faize giriyor hem de eşine karşı sert ve soğuk davranmaya başlıyor. Eşi "Ne oldu?" deyince, fıtratı icabı "borcumu ödeyemedim" demiyor da kadına ne biçim yemek yapmışsın diye kızıyor. Al sana huzursuzluk…

Erkekler eşlerine karşı dürüst olmalı. "Benim maaşım şu kadar, giderimizde bu kadar. Ben dışarıdaki harcamalarıma dikkat ediyorum. Kendime bir ufak harçlık alıyorum, o kadar." demeli. Eğer adamın sigarası yemesi içmesi olursa, kadın da "Ben de isterim, tek taraflı fedakârlık olmaz" der. İki taraf da fedakârlık yapacak… Böyle yaparsan ne depresyon olur ne bir şey olur.

  Bugün insanların yüzde doksan dokuzu depresyon geçiriyor

Feyz: Efendim bu sebepten dolayı aileler depresyon geçiriyor mu?

Kasım Efendi: Bana bir çok hastalar geliyorlar. Hastalara doktora gönderiyorum işsizlere iş bulmak için çaba sarf ediyorum tavsiyede bulunuyorum oluyor olmuyor. Bugün insanların yüzde doksan dokuzu depresyon geçiriyor. Tıp âlemine sesleniyorum hadi önleyin bunu bakalım. Gidin akıl hastanelerine bakın doktorlar da depresyonda. Bırak hastaları doktorlar bile onların arasında dura dura kendi ciddiyetini bozmuş. Ben bana gelenlere şöyle bakıyorum. "Kardeşim sen depresyon geçiriyorsun" diyorum. O da evet doktora gidiyorum ilaç alıyorum diyor. Sesleniyorum her hastaya ilaç vererek bu iş olmaz. Ne biçim doktorsunuz tedavi etsenize. Tedavi edemezsiniz ne yaparsanız yapın. Allah'a dönmek mecburiyetindesiniz kulluk şuuru ve bilinci olmayan kişilerde depresyondan kurtulamaz. Başka çareniz yok dökeceksiniz sizi yaratana, ya da depresyondan kurtulamayacaksınız.

  Evinize gittiniz mi huzurlu olun neşeli olun ;

Geçen akşam medreseye iki adam geldi. Adamlar öyle kasıntılı kasıntılı duruyorlar ki, bir endam, bir duruş. Dışardan bakan onları bir şey sanır. Ama ben baktım hasta adamlar. Onları önce biraz konuşturdum. Dünyadan siyasetten ekonomiden bahsettiler. Biraz sonra onlara dedim ki bakın beyler bir insan ikindiden sonra pek üzülmemeli. Sinirlenmemeli. Eğer böyle yaparsanız eşlerinizin karşısında onlara mahçup olursunuz. Evinize gittiniz mi huzurlu olun. Ancak öyle yaparsanız evinizde bir huzur bir neşe hali olur. Siz de eşinize mahçup olmazsınız. Sinirli adamın erkekliği görünüştedir. Yoksa onun erkekliği on para etmez." dedim. Şimdi siz çok sinirlisiniz ne yapacağız o zaman dediler.

Ben de onlara gönlümüzden pası silelim dedim. Tasavvuf musikisi ile fasıl yaptık. Öyle gam ve kederleri dağıldı ortalıktaki sıkıntılı hal geçti bir rahatladık neşelendik hali geldi üzerlerine. Onlara dedim ki bu rahatlığınızı bozmadan evlerinize gidin. Adamlar bana haber göndermişler. O akşam bize verilen tedavi iki gündür bize iyi geldi. Bakın buradan özellikle söylüyorum. Bir insan durmadan ölümü düşünürse iyi değil. Ne düşünüyorsun öleceksen öleceksin ölümü düşüne düşüne yürüyen cenaze olursun. Mezardaki ölü gibi olursun. Aileniz içinde neşeli olun. Sıkıntılar insanı depresyona sürüklüyor. Depresyon geçiren bazı insanlar da hayal görmeye başlar. Şizofrenler ise daha farklı onlar önce bir yalan uydururlar ve o yalana kendileri inanır ve başkalarını da inandırmaya çalışırlar. Hayal mayal hiçbir şey yok ortada. Onların tedavi olması gerekir…

  Eskiden üç harfliler lafı yoktu

Bana gelip diyorlar ki, "Evde gözümün önüne üç harfliler geliyorlar" Eskiden yoktu üç harfliler lafı, yeni moda bir tabir. Sanki cinleri kandıracaklar. Adamlar duvardaki asılı levhaları cin diye görmeye başlamışlar. Allah aşkına her yer cinci hocalarla doldu, onlar da kim gitse cinleri yaka yaka bitirir. Ben de onlara diyorum ki, "Bu kadar yakmayın oğlum, yakında cin nesli de yok olmaya yüz tutacak" diyorum. Tabi bu sahtekârlık önceden de vardı, şimdi de var ama maalesef İstanbul cinciden geçilmiyor. Onlara para kaptırmayın. Onlara vereceğiniz para ile sadaka verin, belalar başınızdan defolsun, ömrünüz uzun olsun… Bu durumda insanlar şeytanlaşmış. Görünen şeytanlar görünmeyen şeytanlardan daha da çoğaldı bu zamanda. Allah bizi imansızlıktan uzak tutsun inşallah.

Helalinden yeyip içmeli, helalinden harcamalıyız

Müsriflik ise haramdır. Çalışmak Allah'ın emridir. Parayı har vurup harman edenler de şeytanın öz kardeşidir. Bu, Allah'ın kitabından yüz çevirmektir.
Geçim sıkıntısı belki de yok ama içimizde şeytani bir korku var. Harp çıkarsa ne olacak, işsiz kalırsam ne olacak diye korku var içimizde, bu korkuyu veren şeytandır.

O yüzden son olarak tavsiyemiz şudur ki, bu yazıyı ailece hep beraber okuyunuz, tekrar tekrar okuyunuz ki, hem istifade edin, hem de mutlu olun.