Hayata Yükseklerden Bakmak

Hayat iniş ve çıkışlarıyla engebeli olan bir yolculuk serüveni. Kimine göre zor, kimine göre de kolay olan. Ama bazıları da vardır ki, hayat onlara gerçek yüzünü göstermemiştir hiçbir zaman. Her insan gibi belli zorluklardan geçmemiştir onlar. Kendilerine göre zorluklar yaşamış olsalar bile, adı üstünde kendincedir yaşadıkları ve çok nasiplidirler pekâlâ... Çünkü hayat birçok güzelliği meşakkatsiz bir şekilde hediye etmiştir onlara. Güzel ve geniş imkânları da kucaklarında bulmuşlardır. Hayatın gül bahçelerinde gezinirler çoğu zaman, hep pembe hayallerde yüzerek…

Ve bu hayallerinin gerçek olmasını arzu ederek yaşarlar durup dinlenmeden. Onlar için hayat, kendilerinden ibarettir sadece! Çünkü, kendi düşünceleri ve yaşadıklarıdır esas olan. Başka dünyaları fazlaca umursamazlar, arada bir vicdanlarının sesine kulak verseler de… Bu halleri pek derinlemesine yol bulmaz hayatlarında. Sığ kalırlar vesselam..!

Onlar bir ekmek dilimini çöpe atarken hiç düşünmezler hangi evrelerden geçerek sofralarına geldiğini. Bir buğdayın tohum olarak toprağa düşmesinden itibaren, ekmek haline gelinceye kadarki aşamalarından habersizdirler zira. Şayet bilselerdi de önemsemezlerdi zaten. Yine bir peçetenin kâğıt halini alana kadar, kaç ağacın canına mâl olduğunu da dikkate almazlar doğrusu. Veya bir dilim peynir, bir zeytin, bir pirinç tanesi ya da bir sebze ve meyvenin ne gibi aşamalardan sonra sofralarına geldiğinin fazla önemi yoktur onların dünyalarında. Bir insanın yetişmesinin yıllara şamil olduğunu da düşünmezler menfaatlerine ters düştüğünde. İnsanların güzelim duygularının da bir kıymeti yoktur onları heba ederlerken. Önemli olan o andaki ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmadığıdır… Çünkü bu kategorideki insanlar, alın terinin ne anlama geldiğini sadece kendi yaptıkları işin yorgunluğundan ve kendi döktükleri terden ibaret sanırlar. Şayet o kadar yoruluyorlarsa tabiî ki! Kışın soğuğunda ayakkabısı delik olarak yürüyen bir işçinin veya öğrencinin halini anlayamazlar, içi tüylü ayakkabılarla yürürken... Kömür ve odun sobası yakmanın ve kül atmanın zorluklarını da bilemezler, kalorifer peteklerine ellerini uzatırken. Kırılan bir kalbin, mahzun bir yüz ifadesinin ve istismara uğramış sevdalı bir gönlün ifade ettiği bir anlamda yoktur, onların baktığı pencerelerde…

Izdıraplara dair, imkânsızlığın gizli gözyaşları da anlamını pek bulmaz, yine onların dünyasında. Çok zaman bu hissîliklerden uzak kalırlar imkân içinde yüzerlerken. Çileyi kendi çektiklerinden, sevinci ise kendi yaşadıklarından ibaret sanırlar. Hayatı da kendi etrafındaki hayatlardan ve çevresinde gördükleri örneklerden ibaret!.. Zira biraz da değer verme meselesidir bencil yâda sencil olma ilişkisi. Kendilerine verdikleri değer kadar başkalarının değerli olduğunu anlayamayanlar açısından, bu meseleler biraz da girifttir. Nitekim, bu hususların nasıl bir anlam ifade ettiğini anlayamamaları da bu bakımdan normaldir aslında. Çünkü onlar, hayata tepeden bakanlardır. Halbuki hayat, hayata yüksek tepelerden bakmaktan da, onların yaşadıklarından da, kurdukları hayallerden de çok farklıdır oysa. Pek tabiî ki haber vitrinlerinden yâda gazete köşelerinden bunları anlamaya çalışanlarla olayları bizzat yaşayanların hissettikleri, duydukları ve yudumladıkları şeyler, aynı türden hissedişler değildir hiç şüphesiz.

Hayata yüksek tepelerden bakanların her iş ve konuya bakış açısı aynı şekildedir. Yani biraz tecrübesiz, biraz da ham'ca ! Kendileri özeldir onların. Ayrıcalıklı bilirler kendilerini ve öyle de inanırlar bunun doğruluğuna... Alın terlerini başka sahalara dökmek isterler. Asıl yorucu işler, çile, meşakkat onlara göre değildir hiçbir zaman. Hazır tüketimi daha çok tercih eder ve severler kolaylarına gittiği için. Yine onlar az yorulup çok para kazanmalı ve onu da doyasıya yemelidirler kendi istekleri doğrultusunda. Nasılsa kendi kazançlarıdır. Eh! Haklarıdır ne de olsa. Emek yoğun işler bizim gibilere göre alın teri iken, hayata tepeden bakanlara göre tâli işler sınıfındandır. Acımaları ise yazık, vah, tüh gibi serzenişlerle akseder dış dünyaya. Dildendir sızlanmaları. Çünkü akıl kuramları ile yakalarlar olayları, kuru bilgi ile süzerler hadiselerin iç yüzünü. O yüzden üzülmeleri de işlenmemiş bilgi düzeyindedir. Kalpler aynı duyumsamayı hissetmez söz dizimleri sıralanırken, acımalarına. Merhamet ve tepkileri duygusallığın zenginliğinden uzaktır sırf bu sebepten...

Onlar toprakla teması sevmedikleri gibi ölümlü olduklarını da akla getirmezler hiçbir zaman. Böbürlenerek yürürler toprak üstünde. Hastalıkla yüzleşmeyi, yaşlanmayı ekonomik ve sosyal statülerinin bozulmasını asla istemezler. Bu gerçeklerle buluşmaktansa, kenarından dolanarak kolaycı bir hayat yaşamayı benimserler. "Topraktan geldik toprağa gideceğiz" diyemezler. Üzerinde sert adımlarla yürüdükleri toprağın, bir gün üzerlerine yorgan olacağını unutuverirler. İşte bu yaklaşımlar hayata tepeden bakanlarla, hayatın bizzat içinden gelenlerin farkı ve ayrıcalıklarıdır belki de! Zira kendileri övünürler bu halleriyle. Kimilerine göre kendilerini beğenmek olarak algılansa bile bu halleri. Şimdilerde moda bir tüketim biçimi olan "kullan-at" denilen yöntem hâkimdir hayatlarına. İşte bu yüzden de kolay tüketirler temel ihtiyaç maddelerinden tutun da, dostluklarını, ilişkilerini, birlikteliklerini ve herşeyi… Alın terinden elde edilen üretimler onlar için pek bir anlam ifade etmez, ilgi alanlarına girmediği için... Klasik bir tarz olarak algılarlar bu bağlamda gerçekleşen hadiseleri. Hatta zaman zamanda utanma sebebidir onlar açısından bu gibi durumlar, hayat gerçeğinden uzak bir algılama içinde…

Evet, onlar da hayatı böyle algılayıp, böyle yaşarlar genellikle. Fakat bir gün, hayatın kötü yüzüyle karşılaştıklarında içinden çıkılmaz bir hal alır hayatları. Hayatı çile ile yudumlayanların ve hayata tepeden bakmayanların yaşadıkları şartlarla karşı karşıya geldiklerinde, işte o zaman hayatın acı gerçekleri onları zorlar. Bu kötü buluşma kendilerince, alışık oldukları durumun altına düşmek olarak algılanır ki, bu sonucu hiç mi hiç, hazmedemez ve kaldıramazlar. Yukarılardan aşağıya çakılmış gibi algılarlar hallerini. Belki de geldikleri nokta yıllar önce unuttukları hallerinin tekrarıdır. Yani tekrar başa dönmüşlerdir aslında. Gerçek bu olsa da aradan geçen yıllar ve yaşadıkları modernite, geldikleri yerleri çoktan unutturmaya yetip de artmıştır bile...

Dünyada işlerinin hep rast gidiyor olması ve bu rahat yaşantılarının kaynağı, aldıkları hayır dualar sebebine midir, yoksa hayat sınavının rabbani bir cilvesi midir? Yoksa gerçekten Allah'ın (Celle Celalühü) sevgili kulu olduklarından mıdır, biz fanilerce bilinmez! Evet, ne kadar büyük bir ilahi hikmet yüklü şu sırlar ve sınavlar dünyası. Sizce de öyle değil mi?

Mademki öyle; insan, hayatın kendisine kimin tarafından, neden ve ne amaçla verildiğini, bu hayatı nasıl yaşanması gerektiğini bilmelidir… Hatta dünya hayatından sonra bizi nelerin beklediğini de… Bilmeli ki, dünyada oluş gayesine göre bir hayat sürüp, öylece de hayata veda edebilmeli..! Dileğimiz odur ki, herkes geldiği yeri unutmasın. "Neyim" demesin. "Neydim, ne oldum ve sonunda ne olacağım" sorularını kendine sormak suretiyle hayata karşı antrenmanlı olsun. Ve Yüce Mevla'mızın; "Ey insanlar hiç şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın..." ilahi ihtarını hayatının temel ölçüsü yapsın…

Hayatın gerçeklerinin farkında olarak, dünyada kendi hayatımızdan başka hayatların da var olduğu bilinci içinde; ideal bir hayat yaşamanızı ve en güzel ve anlamlı günlerin sizlerin olmasını dilerim.

Hüseyin USTAOĞLU / email: huseyin_ustaoglu37@hotmail.com