214. Sayı / Feyz'den

FEYZDEN…

Bir ateistin gözüyle her şeyiyle mükemmel şu koca âleme "kupkuru bakmakla", hayatı ve yaşadığımız olayları "hikmet gözüyle" seyreden bir müslümanın, dünya sevgisi itibariyle çok süslü ve cazip bir dünyayı hissetme biçimi arasındaki fark; mükemmel dizaynıyla her şeyiyle insan için yaratılmış olan dünyadan istifade etme hususunda sadece zevklerinin peşinde koşan bir ateistle bir müslümanın ahlâk anlayışları arasındaki farkın hayata yansıma biçimlerindeki fark gibidir.

Bediüzzaman Hz.'nin, önüne gelen meyveleri yemeyi değil de seyrederek tefekkür etmeyi daha çok sevmesindeki fark gibi, hayata tefekkür gözüyle bakabilmek, gerçek insanın dünyasına felsefi ve ontolojik olarak "düşünebilmeyi" sokmuş, üstelik iyi bir Müslüman için de "aşk ederek düşünebilme" farkını getirmiştir. İnsanlık adına şu koskoca evrendeki nizam ve düzeni çözebilmek için sadece kuru bir akılla düşünse bile çok güzel ilmi disiplinlerle ancak doğru sonuçlara ulaşabilen bilim adamının yakaladığı salt doğruyu, kâinattaki gaye ve nizamı sebep-müsebbip ilişkisi içinde çözümleyebilmek, insanı, evrenin "akıllı canlı"sı durumuna getirirken, varlığını "mutlak varlıkla" irtibatlandırabilmek ve acziyetini fark ederek ağlamak, duygulanmak, düşünmek ise, insanlığa "Mevlânâ" olabilmenin yollarını açmıştır. Yerlerde ve göklerde canlı ve cansız her şeyin madde kıvamının tek bir elden ve bir başlangıç eseri olduğunu bilmek ve bulmak ise, insanı cansızlardan ayıran farkı yani "ruhu" fark etmekle, insanın kendi içinde kendine ve yaratıcısına olan merakını bir anlam dahilinde ifade etmesi ve su yüzüne çıkartmasıyla sonuçlanmıştır.

 "İnanç" adını verdiğimiz bu çaba, canlı ve cansız her şeyin "Allah'ı" zikrettiğinin bilindiği müminin dünyasında, insanın kutsalla olan bağını ortaya koymuş, inanan inandığıyla "aşkederken", "kuru akıllar" sadece maddeyle hemhal olma seviyesinde kalmışlardır. Bu da Agust Comte ve Karl Marks gibi eksik akıllılar sayesinde insanlığa materyalizmi hediye etmiştir. Akılla kalp arasındaki inanç bağını kuramamak, sadece, maddeyle, ona bir gaye ve ruh veren mânâ arasındaki bağı kopartmakla kalmamış, hakikatte insanın evrenle olan illiyet bağını ve hakikatle birebir örtüşen ve insanı yücelten sorumluluk bağını da kopartmıştır. Adeta şizofreni diyeceğimiz, kâinattaki o müthiş nizamı anlamlandıramamakla başlayan bu ontolojik yoksunluk ve yoksulluk, hayata bakışta insanı sadece maddenin peşinde koşan illüzyona uğramış melankoliklere çevirmiştir. Çünkü bu durum, oturduğu yerden kâinatı izleyen insanın, evrenle kendi arasındaki bağlantıyı çözememesiyle sonuçlanmış, bu yanlış tesbit, insanların, kendilerini, varlıkları kendilerinden menkul canlılar olarak hissetmeleri yanılsamasına sokmuş, insanlık tarihindeki hercümerclerin savaşların, kavgaların, katliamların oluşmasında da en büyük rolü oynamıştır. Kendisiyle barışamayan insan, zaman zaman, içindeki savaşı tüm dünyaya taşıyacak bir taşkınlık içine düşmekten kendini alamamıştır. Üstelik en saçma duyguları ve en saçma düşünceleri kendince kuru bir yücelikle yücelterek, kendi cüceliğine sahte yücelikler icad etmekten de geri kalmamıştır. Karl Marks'lar, Agust Comte'lar, Sartre'ler, Freud'ler, Darwin'ler gibi…

Evet, son yıllarda bütün dünyada ateistlerin kendi fikirlerinden dönüş itirafları, insanlıktan özür dileme mesajları, dünya basınında sık sık gündeme gelmekte... Nedense bu çaba hep ömürlerinin son yıllarına rastlarken, bu arada geçmişte bıraktıkları saçma fikirler de sınırlı sayıda insanın aklını ve ruhunu iğfal etmekte… Sonuç olarak attıkları çamur kuruduğunda ise ateistler çoktan fikirlerinden vazgeçmiş duruma gelmekteler. Biz de bu sayımızda Doç.Dr.Aydın Topaloğlu ile yaptığımız güzel mülakatla pak gönüllere ve sâfî zihinlere ışık tutmak istedik. 

Gönlünüzce tefekkür edin diye…