Kavram ve ıstılah olarak zekât nedir? Günümüzde fakirlikle mücadele, ekonomik imkânların yaygınlaştırılması, insanca yaşamak konuları üzerinde çokça duruluyor. Zekâtı, sosyal yardımlaşma, toplumda ahengin sağlanması, açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kelime olarak zekât “bereket, gelişme, artma/çoğalma temizlik, arınmak” anlamlarını taşıyor. Istılahi olarak ise hadisteki ifadesiyle “zenginlerden alınıp ihtiyaç sahiplerine verilen” mali ve iktisadi bir ibadettir.
Günümüzde mevcut iktisadi ve mali yapının hastalıkları saymakla bitmiyor. Çağdaş finans sistemi insanlığın sırtına öyle bir hançer saplamış ki, bırakın kanı durdurmayı, zehrini temizlemeye bile güç yetiremiyoruz. Bugün dünya nüfusunun en fakir yarısıyla, 26 kişi aynı müsavi servete sahip. Böyle bir denge/sizlik olabilir mi?
Yusuf Kardavi, zekâtı anlattığı eserinde dünya tarihinde ilk defa fakirlerin hakkı için böylesine mücadele verildiğini naklediyor. Zekât fakirle zengin arasında bir köprü olduğundan toplumsal ahengin hem iktisadi hem de içtimai ahengini sağlıyor.
Servete dair çakma ideolojilerle savrulan kaybedilmiş yıllar var. Bugün zekâta dair tespitlerin, bu ideoloji ve felsefelerle kıyas götürmez güzellikleri var. Zekât müessesesini, içinde zekât olmayan diğer iktisadi yaklaşımlarla karşılaştırma imkânı var mı?
Marx Kapital kitabını servete karşı çıktığı için yazdı. Smith de İlm-i Servet-i Mileli yazarken servetin nasıl kazanılacağını söylüyordu. Bugün hangisi ihtiyaç sahipleri için pratik fayda temin edebildi? Milletler zengin oldu, işçiler ise egemen peki ya sınırdakiler? Bir de bugün Piketty var, artan oranlı küresel servet vergisini tartışmaya açtı. Peki, kimin için, sınırdakiler için mi? Hayır tabii ki, sınırsızlar için. İhtiyaçlarını sınırsız kabul edenler için. Bugüne kadar hiçbirisi zekâtın zekâtı kadar bir fayda sağlayamadı hayat-ı içtimaiyye için.
Zekâtın ekonomik hayatın canlanması açısından faydaları nelerdir? Mesela zekâtta “çarpan etkisi” üzerinde duruluyor...
Bir zengin zekât veriyor, ihtiyaç sahibi bunu kendi ihtiyaçları için harcıyor. Zaruriyyat, haciyyat ve tahsiniyyat biçiminde düşünürsek; zaruriyyat için aldığı zekât ile haciyyata malik kişinin servetine katkı sağlıyor, haciyyat dairesindeki adam da tahsiniyyat dairesindeki adam için harcama yapıyor, dolayısıyla tahsiniyyata malik derecedeki zengin vermiş olduğu zekât ile piyasayı canlandırdığı için hem topluma hem de dolaylı bir şekilde kendisine de katkı sağlıyor. İktisadi olarak buna çarpan etkisi deniyor. İhtiyaç sahiplerinin marjinal tüketim eğilimi yüksek olacağı için bunun GSYH’a katkısı çok yüksek oluyor.
Zekât vermek özverili ve aşkın bir psikolojiyi de kaçınılmaz kılıyor. Zekâtın zengine psikolojik etkileri nelerdir? Mesela zekât vermek yoluyla mal sevgisi, cimrilik, eşyaya köle olmak gibi çeldiricilere yönelik bir etkinin insandaki karşılığı nedir? Fakir için zekât ne anlama geliyor?
Mal canın yongasıdır denilir. Yani öyle içselleştirilmiş ki can kadar önemli hale gelebiliyor. Zekât veren, vermeyi göze alabilen, vermek için meyleden kişi öncelikle bir nefis terbiyesinden geçiyor. Taparcasına sevme derecesine çıkabilecek olan mal sevgisini Cenab-ı Hakk, zekât yolu ile bir hududa çekiyor. Ve hatırlatılıyor ki o mal senin değildir!
Zira “Mülk Allah’ındır.” ilkesiyle insan için mal bir emanet konumundadır. Bu yüzden malı emanet olarak görmemek ve mala olan düşkünlük insanın bu dünyadaki asıl vazifesini unutturabilir ve onu cehenneme sürükleyebilir niteliktedir.
Buna ilave olarak ise zekât insanlar içerisinde bir şefkat duygusunun yeşermesine, büyümesine ve diğergamlığa vesile oluyor. Zekât veren insan kendi nevinden olan insanlara karşı bir şefkat beslemeye başlıyor. İşte köprü bu!
Güncel bir problem olarak “vergiyi vermekle ben zekât vermiş oluyorum” yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok yanlış bir algının yanı sıra deve kuşu meselinin ta kendisi. O kadar mal kazanmış bir insanın vergiyi zekâttan ayıramayacak bir zekâya (!) sahip olmadığını mı düşüneceğiz? Bu, avcının geldiğini görüp de başını kuma sokmaktan başka bir şey değildir. Tabi ki cehaletin de bunda payı var. Ama insan önce kendi inancını bizzat kendi araştırması lazım.
Türkiye’de zekât politikası nasıl oluşturulabilir? Zekât için kurumsal bir devlet otoritesinin gerekliliği konusunu değerlendirir misiniz? Dünyanın yarısı açken, bireysel hassasiyetler bekleneni vermeye yeter mi?
Türkiye’de zekât politikası oluşturmak için önce zekât ile ilgili algıyı topyekûn düzeltmemiz lazım. Burada tüm görevi Diyanet’e yükleyemeyiz. Vakıf ve derneklerle birlikte üniversitelerin değerli araştırmacılarına büyük görev düşüyor. Elhamdülillah son yıllarda İslam iktisadına artan bir ilgiyle birçok yerde bu hususlar iktisadi ve mali açıdan çok daha etkin bir şekilde zikredilmeye başlandı.
Devlet açısından kurumsallaştırılmasının elzem olduğu şuradan anlaşılabilir: Bugün Türkiye’nin zenginlerinin tahmini zekât potansiyeli 100 milyar TL’yi geçiyor. Sadece en zengin 100 kişi zekâtlarını tastamam vermiş olsa 15 milyar TL ediyor. Peki, bu gerçekleştirilebiliyor mu? Türkiye’nin en büyük yardım kuruluşlarının raporlarına bakarsanız bu potansiyelin çok çok altında olduğumuzu anlarsınız.
Ama ümitliyiz. Zira bu ülke dünyada GSYH’sine oranla en çok bağış yapan ülke. Sadece yöntemsel eksikliklerimiz mevcut.
Günümüz dünyası her doğruyu en güzel şekilde sunmak için pek çok imkâna da sahip. Zekât verme düşüncesini güçlendirmek için neler yapılabilir? Türkiye için zekât politikaları önerileri, ideal zekât teşkilatı önerileri var mı?
Bediüzzaman’ın çok güzel bir sözü var, eğer diyor, biz doğru İslamiyet’i, İslamiyet’e layık doğrulukla yaşarsak diğer dinlerin tabileri çoklukla İslam’a girecekler. Bizim zekâtı doğru bir şekilde en doğru araçlarla dünyaya sunmamız gerekmektedir. Böylece dünyaya İslamiyet’in toplum ahengini her yönden nasıl sağlamış olduğunu çok açık bir şekilde gösterebiliriz. Ama önce kendimizden başlayarak…
Zekât müessesesini oluşturmak için birçok yol çizilebilir. Bugün İslam ülkelerindeki uygulamalara baktığımızda çok çeşitlilik görüyoruz. Bu ülkelerin kendi toplumlarına özgü uygulamalar geliştirebildiğini göstermektedir. Güney Asya tarafında Malezya ve Endonezya bu işi işletme mantığıyla çok organize bir şekilde yapıyorlar. Ortadoğu’da daha çok devlet bünyesinde. Amerika, İngiltere ve Güney Afrika gibi gayrimüslim ülkelerde ise Müslümanlar kendi kurdukları vakıflar ile zekâtı harikulade bir biçimde müesseseleştirmişlerdir.
Türkiye için en güzel ve en mükemmel zekât politikasını geliştirmekle yola çıkmak çok doğru olmayabilir. Öncelikle işin bir yerinden başlamak gerekiyor. Türkiye için hangi model uygundur, istişare suretiyle karar verilmelidir. Bu illa devletin elinde olmak zorunda değildir. Ancak devlet yönetmeliği ile ilkelerin belirlenmesi ve yönetişim unsurlarının açık bir surette tesbit edilmesi oldukça elzemdir.
Zekâtın müesseseleşmesini bir İslami finans kuruluşu ile birlikte ele almak da mümkündür. Günümüzde fintech olarak kısalttığımız finansal teknoloji girişimleri ortaya çıkmaktadır. Böyle bir proje ile zekâtı yaymak, devlet ve diğer paydaşları tetiklemek mümkündür.