Ehli-Beyt Cennetliktir / Prof. Dr. Ramazan Ayvallı

Ehl-i Beyt kimdir? Kime Ehl-i Beyt denir? Şüpheye yer vermeyecek şekilde Ehl-i Beyt kapsamına kimler girer?

Ehl-i Beyt tamlaması sözlük manası itibariyle “Beyt Ehli, hâne halkı, ev halkı” demek olup Peygamber Efendimiz Muhammed aleyhisselamın bütün aile fertleri için kullanılır.
Bu tarife göre, “mübarek hanımları, kızı Hazreti Fatıma ile damadı Hazreti Ali ve bunların evladı olan Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin, onların da çocukları ve kıyamete kadar gelecek torunlarının hepsi”ne de Ehl-i Beyt denir. Hatta Peygamberimiz’in temiz soyunun bağlı olduğu Hâşimoğulları’na da Ehl-i Beyt denilmektedir.
Ashâb-ı kiramdan Selmân-ı Fârisî de Ehl-i Beyt’ten sayılmıştır. Fakat özellikle Ehl-i Beyt denilince “Âl-i Abâ” anlaşılır. Buna göre de Ehl-i Beyt deyince “Hazreti Ali, Hazreti Fatıma ve mübarek iki oğlu Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin” anlaşılır.

EHL-İ BEYT’E HÜRMET EDENİN DÜNYASI VE AHİRETİ KORUNUR

Ehl-i Beyt, Kur’an ve Sünnette nasıl anlatılmaktadır?

Allahu Teala, Ehl-i Beyt’e hitaben buyuruyor ki: “Ey Peygamber’in ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzâb, 33/33)
Peygamber Efendimiz, Hazreti Ali’yi, Hazreti Fatıma’yı, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’i mübarek abâları ile örterek şöyle dua etti: “İşte benim Ehl-i Beytim bunlardır. Ya Rabbi, bunlardan kötülüğü kaldır ve hepsini temiz eyle.” (Mesâbîh)
Her namazda, “Âl-i Muhammed” diye dua ettiğimiz Ehl-i Beyt bunlardır. Allahu Teala’nın en çok sevdiği Resulü Muhammed aleyhisselamdır. Onun da en çok sevdiği kimseler, Ehl-i Beyti ve ashâbıdır. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki: “Şu üç hürmeti gözetenin, dini ve dünyası muhafaza edilir; yoksa hiçbir şeyi korunmaz. İslam’a, Peygamber’e ve O’nun nesline hürmet.” (Taberânî)
(İslam’a hürmet, dinin emirlerine riayet etmektir; Peygamber’e hürmet, sünnetine uymaktır; nesline hürmet ise, Seyyidlere ve Şerîflere hürmettir.)
Ehl-i Beyt terimi Kur’ân-ı Kerîm’de iki yerde geçmektedir. Birincisi, Hûd suresinin 73. ayet-i kerimesinde olup orada Hazreti İbrahim aleyhisselamın hâne halkı kast olunmaktadır:
“(Melekler) dediler ki: Allah’ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah’ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur.”
İkincisi de Ahzâb suresinin 33. ayet-i kerimesidir. Burada ise, sevgili Peygamberimiz’in (sav) hâne halkı kast olunmaktadır.
“Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Peygamber’in ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”
Bilindiği üzere, diğer peygamberlerin nesilleri, erkek çocuklarından meydana geldiği halde, Resulullah Efendimiz’in soyu Hazreti Fatıma’dan devam etmiştir. Hazreti Hasan’ın çocuklarına ve torunlarına “Şerîf”, Hazreti Hüseyin’in nesline de “Seyyid” denir.
Peygamber Efendimiz’in temiz ve mübarek kanını taşıyan Seyyidler ve Şerîfler, çeşitli ülkelerde yaşamaktadırlar. Her biri güzel ahlâk numunesi olup yurdumuzda da azımsanamayacak kadar Ehl-i Beyt yaşamaktadır.
Doğru yoldaki İslam âlimleri Ehl-i Beyt sevgisini, son nefeste iman ile gitmek için şart görmüşlerdir. Ehl-i Beyt’i sevmek her mümine farzdır. Bunlarda Resulullah Efendimiz’in zerreleri vardır. Onlara kıymet vermek, saygı göstermek her Müslüman’ın vazifesidir. Çünkü imanın temeli ve en kuvvetli alâmeti, Allahu Teala’yı ve sevdiklerini sevmek ve Allahu Teala’nın sevmediklerini sevmemektir. Hadis-i şerifte buyruldu ki: “İmanın temeli ve en kuvvetli alâmeti, Allah dostlarını sevmek ve O’nun düşmanlarına düşmanlık etmektir.” (İmâm-ı Gazâlî)
Hakk Teala, Hazreti İsa’ya buyurdu ki: “Yer ve gökteki bütün mahlûkların ibadetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe, hiç faydası olmaz.” (İmâm-ı Gazâlî)
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, “Ehl-i Beyt, âsî (günahkâr) olsalar da bunları sevmek lâzımdır. Bunları sevmek, kalp, beden ve mal ile yardım yapmakla olup bunlara riâyet ve hürmet etmek iman ile ölmeye sebep olur.” buyurmuştur.
Hadis-i şeriflerde de buyruldu ki: “Tutunduğunuz vakit, asla dalâlete düşmeyeceğiniz iki şeyi bıraktım: Allah’ın kitabı Kur’ân ve Ehl-i Beytim.” (Hatîb)
“Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beytim’e uyan, hidayette olur, uymayan sapıtır.” (İbn-i Hibbân)
“İslam’ın esası, bana ve Ehl-i Beytim’e sevgidir.” (İbn-i Asâkir)
“Allah’ı seven beni sever, beni seven de Ehl-i Beytim’i sever.” (Tirmizî)
“Ehl-i Beyt’i seveni Hakk Teala sever, buğz edene de buğz eder.” (İbn-i Asâkir)
“Ehl-i Beytim Nûh’un gemisi gibidir. Tutunan kurtulur, tutunmayan boğulur.” (Taberânî)
“Ehl-i Beytim’e buğz eden, yüzüstü cehenneme atılır.” (İmam Ahmed)
“Ehl-i Beytim’e, cehennemlikten başkası buğz etmez.” (İmam Ahmed)
“Benden sonra Ehl-i Beytim’le imtihan olunacaksınız.” (Taberânî)
“En iyiniz, Ehl-i Beytim’e iyilik edendir.” (Hâkim)
“Ehl-i Beytim’i sevmeyen, ihtilâfa düşer ve şeytana yoldaş olur.” (Hâkim)
“Vallahi Ehl-i Beytim’i sevmeyenin kalbine iman girmez.” (İmam Ahmed)
“Bana ve Ehl-i Beytim’e salevât getirilmedikçe, dua ile Allah arasında perde vardır.” (Ebûş-şeyh)
“Benim soyuma dil uzatarak beni incitenlere, Allahu Teala çok azap yapar.” (Deylemî)
“Her şeyin temeli vardır. Müslümanlığın temeli ashâb ve Ehl-i Beytim’i sevmektir.” (İbnü’n-Neccâr)
“Ashâbımı, ezvâcımı ve Ehl-i Beytim’i seven, cennette benimle beraber olur.” (Râmûz)
“Ehl-i Beytim’i ve ashâbımı çok sevenin, Sırat köprüsünde ayağı kaymaz.” (Deylemî, İbn-i Adiy)
“Fatıma benden bir parçadır. Onu inciten beni incitmiş olur.” (Hâkim)
“Fatıma, cennet kadınlarının üstünü, Hasan ve Hüseyin de cennet gençlerinin yüksekleridir.” (Tirmizî)
“Ya Fatıma, Allahu Teala senin gazabın için gazap eder, senin rızan için razı olur.” (Hâkim)
“Allahu Teala, Fatıma ve nesline cehennemi haram kıldı.” (Hâkim, Taberânî)
“Kızım Fatıma’nın adı, [Allah onu ve sevenlerini cehennemden korur] manasındadır.” (Deylemî)
“Fatıma’yı Ali’den daha çok severim. Ali, bana, Fatıma’dan daha çok kıymetlidir.” (Hâkim)
“Ali’yi ancak mümin olan sever ve ona ancak münafık olan buğz eder.” (Nesâî)
“Ali’yi sevmek, ateşin odunu yaktığı gibi Müslümanların günahlarını yok eder.” (İbn-i Asâkir)
“Ali’ye düşman olanın düşmanı Allah’tır.” (Râmûz)
“Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır.” (Deylemî)
“İlim on kısım. Dokuzu Ali’de, biri diğer halktadır. O, bu biri de onlardan iyi bilir.” (Ebû Nuaym)
“Ali’yi seven, beni sevmiştir. Ona düşmanlık, bana düşmanlıktır. Onu inciten beni incitmiştir. Beni inciten de Allahu Teala’yı incitmiş olur.” (Taberânî)
“Allahu Teala, oğlum Hasan’la iki Müslüman ordunun arasını barıştırır.” (Buhârî)
“Ya Rabbi, Hasan ile Hüseyin’i seviyorum. Sen de sev. Bunları sevenleri de sev!” (Tirmizî)
“Ensâra ancak münafık buğz eder. Ehl-i Beytim’e, Ebu Bekir ve Ömer’e buğz eden de münafıktır.” (İbn-i Asâkir)

Ehl-i Sünnet âlimlerinin, özellikle mezhep imâmları İmâm-ı Azam, İmâm-ı Şâfiî, İmâm Mâlik, İmâm Ahmed bin Hanbel Hazretleri’nin  bu konudaki görüşleri  ve uygulamaları nasıl olmuştur? Hâssaten İmâm-ı Rabbânî Hz., İmâm-ı Gazâlî Hz. gibi büyüklerin Ehl-i Beyt’e dâir tutumları nasıldı?

Dört büyük mezhebin imamları başta olmak üzere, bütün ulemâ-i kirâm ve evliyâ-i fihâmın Ehl-i Beyt’e karşı sevgi ve saygıları had safhada idi. Hatta Şâfiî mezhebinde namazların son ka’delerinde “Allahümme salli ve bârik”leri okumak farzdır. Orada Âl-i Resûlillah’a, Ehl-i Beyt’e dua edilmektedir.
Bütün âlim ve velileri temsilen burada İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin bir sözünü nakledelim. O buyurmuştur ki:
“Babam zâhir ve bâtın ilimlerinde yani kalp ilimlerinde çok âlim idi. Her zaman Ehl-i Beyt’i sevmeyi tavsiye ve teşvîk buyururdu. Bu sevgi, insanın son nefeste imanla gitmesine çok yardım eder, derdi. Vefat edeceği zaman başucunda idim. Son anlarında şuuru azaldığında kendisine bu nasihatini hatırlattım ve o sevginin nasıl tesir ettiğini sordum. O haldeyken bile, “Ehl-i Beyt’in sevgisinin deryasında yüzüyorum.” buyurdu. Hemen Allahu Teala’ya hamd ve sena ettim.”
Ehl-i Beyt’i sevmemek, Hâricî olmaktır. Ashâb-ı kirâmı sevmemek sapık olmaktır. Ehl-i Beyt’i de ashâb-ı kirâmın hepsini de sevmek ve hürmet etmek Ehl-i Sünnet olmaktır. Ehl-i Beyt’in sevgisi, Ehl-i Sünnetin sermayesidir. Ahiret kazançlarını, hep bu sermaye getirecektir.
Yine “Tuhfe” kitabında diyor ki: “Ehl-i Sünnet âlimleri söz birliği ile bildiriyorlar ki: Ehl-i Beyt’in hepsini sevmek, kadın-erkek her Müslüman’a farz ve lâzımdır. Onları sevmek imanın şartıdır. Ehl-i Sünnet âlimleri, Ehl-i Beyt’in üstünlüklerini bildiren çok sayıda kitap yazmışlardır. Ehl-i Sünnet’in hepsi, her namazlarında Ehl-i Beyt’e hayır dua etmektedir.
“Benden sonra, size iki rehber bırakıyorum; Allah’ın kitabını ve Ehl-i Beytim’i bırakıyorum.” hadis-i şerifi gösteriyor ki Kur’ân-ı Kerîm’in bir kısmına inanıp başka yerlerine inanmamak fayda vermediği gibi, Ehl-i Beyt’in bir kısmına inanıp sevmek, ötekilere lanet edip kötülemek de ahirette fayda vermez.
Kur’ân-ı Kerîm’in hepsine iman etmek lazım olduğu gibi, Ehl-i Beyt’in de hepsini sevmek lazımdır. Ehl-i Beyt’in hepsini sevmek de “Ehl-i Sünnet”ten başka hiç kimseye nasip olmamıştır. Nice fırkalar, Ehl-i Beyt’i sevmekten ve yukarıdaki hadis-i şerife uymaktan mahrum kalmışlardır. Hiçbirini ayırmadan hepsini sevmek Ehl-i Sünnet’e nasip oldu.

Resulullah’ın yakınları
Ehl-i Beyt’le ilgili olan diğer bir ayetin meali de şöyledir:
“De ki: Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” (Şûrâ, 42/23)
Müfessirler, buradaki “Bana yakın olanlar” kelimelerinin farklı şekilde tefsir edildiğini bildirmişlerdir. Beydâvî ve Medârik’te bildirildiğine göre, şu üç şekilde tefsir edilmiştir:
1- Ayette geçen (Kurbâ = yakınlık) kelimesi, Ehl-i Beyt demektir.
2- Resulullah’a akraba olan bütün Kureyşlilerdir.
3- “Allah’a yakınlık” demektir.
O zaman ayetin manası şöyle olur: “De ki: Ben, bu dini getirmekle, sizin iyi amellerle Allah’a yakın olmanızdan, O’nu ve Resûlü’nü sevmenizden başka hiçbir karşılık istemiyorum.” (Beydâvî, Medârik) Elbette her Müslüman’ın Resulullah’ı, arkadaşlarını, hanımlarını, kayınpeder ve damatlarını sevmesi gerekir. Bunlardan bazıları sevilmezse Resulullah’ı sevmek yalan olur.

EHL-İ BEYT CENNETLİKTİR

Ehl-i Beyt için, cennetlik demek câiz midir?

Önce Ehl-i Beyt’in kimler olduğuna bakalım. Âlimler Ehl-i Beyt’i farklı farklı bildirmişlerdir.
Ehl-i Beyt; Resul-i Ekrem’in zevceleri, çocukları ve torunlarıdır. Hazreti Ali de bunlardandır. O da Ehl-i Beyt’in akrabasındandır. (Şehzâde Tefsîri)
Râzî tefsirinde de böyle bildiriliyor. Ebussuûd tefsirinde ise “Ehl-i Beytim bunlardır” hadis-i şerifi, Ehl-i Beyt’in sadece bildirilenler olduğunu göstermez deniyor.
Başka bir hadis-i şerifte de “Aşere-i mübeşşere cennetliktir.” buyruluyor. Buna göre, sadece bu on zatın cennetlik olduğu, başka hiç kimsenin cennetlik olmadığı söylenemez. “Benim cennetteki arkadaşım Osman’dır.” hadis-i şerifi de Resulullah’ın cennette başka arkadaşlarının olmadığını göstermez.
Demek ki Ehl-i Beyt sadece Hazreti Fatıma, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’den ibaret değildir. Resulullah’ın bütün zevceleri, kıyamete kadar Resulullah’ın torunları olan Seyyidler ve Şerîfler, Ehl-i Beyt’e dahildirler. Hazreti Fatıma’nın sadece iki oğlu değil, kızları da Ehl-i Beyt’e dahildir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
“Her baba evladının kök sülalesi vardır. Nesebi onunla sona erer. Yalnız Fatıma’nın sülalesi bana çeker. Bunlar benim Ehl-i Beytim’dir. Onların faziletini inkâr edenlere yazıklar olsun. Onlara muhabbet edene Allah muhabbet eder; onlara buğz edene de Allah buğz eder.” (Hâkim)
İşte bu yüzden Hazreti Ömer, sırf Ehl-i Beyt’le akraba olmak şerefine kavuşmak için, Hazreti Fatıma’nın kızı Hazreti Ümm-i Gülsüm’le evlenmiştir. Hazreti Ömer, ashâb-ı kirâmdan ve aşere-i mübeşşereden olmasaydı sırf bu akrabalık sebebiyle yine cennetlik idi.
Başka bir hadis-i şerif de şu mealdedir:
“Rabbim söz verdi ki, kızlarıyla evlendiğim ve kızlarımı verdiğim aileler, cennette benimle beraberdir.” (Deylemî)
Bir ayet-i kerime meali: “Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzâb, 33/33) (Kusurları ve günahları yok edilince cennetlik olurlar.)
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
“Allahu Teala, Fatıma ve nesline cehennemi haram kıldı.” (Hâkim, Taberânî)

OSMANLI SULTANLARININ EHL-İ BEYT SEVGİSİ

İslam toplumları tarihte Ehl-i Beyt’e nasıl davranmışlardır? Karahanlılar, Gazneliler, Timuroğulları, Babürlüler, Eyyûbîler, Memlûklüler, Selçuklular, Osmanlılar dikkate alınırsa İslam devlet ve toplumları Ehl-i Beyt’e nasıl davranmışlardır?

Türk-İslam devletleri olsun, diğer Müslüman devletler olsun, Ehl-i Beyt’e karşı son derece büyük hürmet ve tazimde bulunmuşlardır. Bunları uzun uzun ele almak lâzım. Ama biz canlı bir örnek olması bakımından sadece Osmanlılar döneminden birkaç misal vermekle yetinmek istiyoruz. Önce, ehemmiyetinden dolayı Osmanlılardaki “Nakîbü’l-Eşrâflık” müessesesinden bahsedelim:
Devlet-i Aliyye; Fahr-i Kâinât Efendimiz ve O’nun mübarek, kutlu soyu olan Ehl-i Beyt’e hürmet ve hizmetini, müesseseler kurarak da fiilen gösterme yoluna gitmiştir. Sınırları dâhilindeki, Peygamber nesebine mensup Seyyid ve Şerîfleri tek tek kaydederek; her türlü ihtiyaç ve hizmetlerini görmek ve şecerelerini soy kütüklerine işleyip muhafaza etmek için özel olarak “Nakîbü’l-Eşrâflık” müessesesi ihdas etmiş ve başına da Âl-i Beyt’e mensup “Nakîbü’l-Eşrâf” isimli bir memur atamıştır.
Peygamber nesline bağlı olduğunu belgeleyenlere birer berat verip kendilerini her çeşit vergiden muaf tutmuştur. Bütün bu hürmet ve imtiyazlarla, topraklarımızda dağınık hâlde bulunan Seyyid ve Şerîflerin, huzur ve sükûn içerisinde hayat sürmelerini amaçlamıştır.
Osmanlı, Nakîbü’l-Eşrâflara hürmet ve ihtiramda o kadar duyarlı idi ki, bazı padişahların Eyüp Sultan Türbesinde tertiplenen cülûs merasimlerinde onlara kılıç dahi kuşattırmıştır. Mesela, III. Ahmed, I. Mahmud ve III. Mustafa Han’a, Şeyhülislam ile beraber Nakîbü’l-Eşrâf kılıç kuşandırmıştır. Cülûslarda, Osmanlı sultanına ilk önce, yine Nakîbü’l-Eşrâf bağlılığını arz edip dua etmiştir. Savaşlarda ise padişahla beraber Nakîbü’l-Eşrâf da sefere katılıyor ve Hazreti Peygamber’in sancağı dibinde yürüyordu.
Sancak-ı Şerif’in İstanbul’dan sefere çıkışından tekrar dönüşüne kadar, Nakîbü’l-Eşrâf ile maiyetindeki bütün Seyyid ve Şerîfler, tekbir ve salevât getiriyordu.
İkinci olarak “Surre alayları”nı mevzû-i bahis edebiliriz. Sultan I. Mehmed Han, Haremeyne her sene “Surre alayı” gönderme âdetini çıkarmıştır. Osmanlı padişahlarının her yıl hac mevsiminde, Haremeyn-i Şerîfeyn ahalisine, zâhidlere, mukaddes yerlerin ve hac yollarının emniyetini sağlayan Mekke Şeriflerine ve Hicaz bölgesinde yaşayanlara gönderdikleri para ve değerli eşyalara “surre”; bunları götüren topluluğa da “surre alayı” denirdi.
Her şeyin en güzelini Haremeyn-i Şerîfeyn’e lâyık gören Osmanlılar surre alaylarının en güzellerini gönderdiler. Bu hizmet devletin yıkılışına kadar en zor şartlarda bile devam ettirildi.
Alay gönderilirken, Kur’ân-ı Kerîm ve na’tlar okunur, kurbanlar kesilir, buhurdanlar yakılır, tekbirler getirilir, dualar edilirdi. Recep ayının on ikisinde Üsküdar’a geçirilen surre alayı, halkın sevgi gösterileri arasında yeni hediye katarları ve hacı adaylarının da iştiraki ile Hicaz’a doğru yoluna devam ederdi. Yol üzerinde bulunan beylerbeyi ve sancakbeyleri surrenin emniyetini temin etmekle mükelleftiler.
“Surre alayları”nın sonuncusu 1915 yılında gönderildi. Daha sonra Mekke emirinin isyanı (1916) ve toprakların elden çıkması sebebiyle gönderilen “surre alayları” yerine ulaşamadı.

Yavuz Sultan Selim Han’ın Kendisine “Hâdimü’l-Haremeyn” Dedirtmesi
Yavuz Sultan Selim Han Mısır’ı fethedip hilâfeti esaretten kurtarınca, alışkanlıkla kendisine de Sultanü’l-Haremeyn diyen hatibi susturup “Benim için, o mübarek makamların hizmetçisi olmaktan daha büyük şeref olamaz. Bana, Hâdimül-Haremeyn deyin.” buyurmuştur.
Birinci Ahmed Han’ın “Yüzün Sür Kademine O Gülün” Şiiri
İstanbul’da Sultan Ahmed Camii’ni yaptıran Birinci Ahmed Han, İslamiyet’e ve Resulullah Efendimiz’e gönülden bağlı idi. Beytullah’ın ve hücre-i saadetin perdeleri Mısır’da dokunurdu. Ahmed Han bu perdeleri İstanbul’da dokutup saygı ile göndermiştir.
“Bahtî” mahlasıyla şiir de yazan Ahmed Han, “nakş-ı kadem-i şerîf” (Peygamber Efendimiz’in mübarek ayak izi) şeklinde murassâ bir sorguç yaptırmış, ortasına da mavi mine üzerine altınla kendisine ait şu mısraları yazdırmıştı:

N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâim,
Kadem-i resmini ol Hazreti şâh-ı Rusülün.
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir;
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün.

Sultan Ahmed Han, Cuma ve Bayram günlerinde ve diğer mübarek günlerde başına bu sorgucu takardı.

Sultan İkinci Mahmud Han’ın “Kimim Var Hazretinden Gayrı?” Şiiri
Sultan İkinci Mahmud Han’ın, hücre-i saadete hediye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği aşağıdaki yazı, Osmanlı sultanlarının Resulullah Efendimiz’e olan hürmet ve muhabbetlerinin başka bir vesikasıdır.

Şamdân ihdâya eyledim cür’et yâ Resûlallah!
Murâdımdır ulyâya hizmet, yâ Resûlallah!
Değildir ravdaya şâyeste, destâvîz-i nâçîzim,
Kabûlünle kıl ihsân u ınâyet, yâ Resûlallah!
Kimim var hazretinden gayrı, hâlim eyleyem i’lâm,
Cenâbındandır ihsân u mürüvvet, yâ Resûlallah!
Dahîlek, el-emân, sad el-emân, dergâhına düştüm,
Terahhüm kıl, bana eyle şefâat yâ Resûlallah!
Dü-âlemde kıl istishâb bu Hân-ı Mahmûd-i Adlî’yi,
Senindir evvel ü âhirde devlet yâ Resûlallah!

Sultan Abdülmecid Han’ın “Kulaklarım Bereketlensin” Demesi
Sultan Abdülmecid Han son hastalığında yatakta oturamıyor, hep yatıyordu. Yalnız, mühim şeyler okunup irâde-i şâhâne alınıyordu. Sıradaki bir yazı için, “Medine halkının bir dilekçesi okunacak.” denildi. “Durun! Okumayın, beni oturtun.” buyurdu. Arkasına yastık konup oturtuldu. “Onlar, Resulullah Efendimiz’in komşularıdır. O mübarek insanların dilekçesini yatarak dinlemekten hayâ ederim. Ne istiyorlarsa hemen yapınız! Fakat okuyunuz da kulaklarım bereketlensin.” buyurdu ve ertesi gün vefat etti.
Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın Raylar Üzerine Keçe Döşetmesi
Sultan İkinci Abdülhamid Han (34. Sultan), Peygamber Efendimiz’e olan tazim ve muhabbetini, O’nun mukaddes, kutsal beldesine hizmetler götürerek ve İslam Birliği gayesini gerçekleştirmeye çalışarak göstermiştir. Hicaz bölgesiyle münasebetleri kuvvetlendirmek ve mukaddes topraklarla aradaki mesafeyi kaldırmak niyetiyle yaptırdığı Hicaz ve Bağdat Demiryolu, bunun en güzel örneği olmuştur. Demiryolu yapımının Medine’ye ulaştığı esnada sultanın verdiği şu çok özel talimat, onun Ehl-i Beyt’in şahsında Peygamber Efendimiz’e olan sevgi, saygı ve bağlılıktaki hassasiyetini göstermesi açısından, eşine az rastlanır müthiş bir misaldir:
“Mümkün olan âletlerin üzerine keçeler sarınız ki fazla gürültü olmasın ve Ehl-i Beyt’in ve burada yatanların mübarek ruhları rahatsız olmasın!..”
 
Hz. Peygamber Efendimiz’den sonra, özellikle Kerbelâ olayından sonra, Ehl-i Beyt dünyaya nasıl yayılmıştır?

Muharremin onuncu gününde Kerbelâ’da, Hazreti Hüseyin Efendimiz’in, 72 kişilik yakınıyla birlikte şehit edilmesi yüreklerimizi yakan bir hâdisedir.
Ama Cenab-ı Hakk, onun henüz çok küçük olan oğlu Zeynel-âbidîn Ali bin Hüseyin’i muhafaza buyurmuş, ölümden kurtarmış, seyyidler onun soyundan gelmişlerdir. Şerîfler de Hazreti Hasan Efendimiz’in çocuklarından çoğalmışlardır.
Peygamber Efendimiz’in oğlu Abdullah (veya Tâhir yahut Tayyib) vefat ettiğinde, Âs bin Vâil isimli kâfir, onun sülâlesinin biteceğini, neslinin kesileceğini iddia etmişti. Ama Cenab-ı Hakk, Sevgili Peygamberimiz’in torunlarını günümüze kadar getirmiştir. Bugün itibariyle dünyanın her tarafında Seyyidler ve Şerîfler mevcuttur.

EHL-İ BEYT SEVGİSİ İMANLA ÖLMEYE VESİLEDİR

Günümüzde Ehl-i Beyt sahipsiz midir? İslam kültüründe hak ettikleri edep ve saygı, günümüzde Ehl-i Beyt’e yeterince gösterilmekte midir? Günümüzde toplumların Ehl-i Beyt algısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle bugün birtakım insanlar “Üstünlük takvadadır.” düsturunu kullanarak Ehl-i Beyt karşısında yanlış tutum ve davranışlar içine girmişlerdir. İslamî, irfânî ve ahlâkî açıdan bu tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Modern insanın; kraliyet aileleri mensuplarına, ünlü birinin, tarihî şahsiyetlerin yakın akrabasına gösterdiği sempati ve ilgiyi, Peygamber Efendimiz’in Ehl-i Beyt’i ve torunlarına göstermekte çok büyük zaaf içinde değil midir?
İslam’da Ehl-i Beyt sevgisi imanî bir konu olmasına rağmen, Müslümanların bu konudaki zaaflarını, hatalarını, cehaletlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evvelâ şunu belirtelim ki Peygamber Efendimiz’i canından çok sevmek lâzım. Yukarıda da söylediğimiz gibi, O’nun Ehl-i Beyti’ni de sevmek her mümine farzdır. Son nefeste iman ile gitmeye sebep olur.
Yüce Rabbimiz: “Peygamber, müminlere canlarından evlâdır, ileridir, daha yakındır; (O, müminler nazarında kendi nefislerinden, canlarından daha önce gelir; müminlerin, Peygamber’i kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir.) O’nun hanımları da onların anneleridir…” (Ahzâb, 33/6) buyurmuştur.
Özetle söyleyecek olursak: “El-hubbu fillah ve’l-buğdu fillah” çok önemli bir İslamî kaidedir. Allahu Teala’yı, Resulullah Efendimiz’i ve onların sevdiklerini sevmek, sevmediklerini sevmemek lâzım. Cenab-ı Hakk’ın ve Resulü’nün sevdiklerini ancak cahil, nasipsiz insanlar sevmezler.