Rabbimiz tüm insan ve canlıların hayatiyeti için elzem olan varlık âleminin ortak istifade alanlarını cüz’i iradenin kontrol ve tasarrufuna bırakmamış, yaşamsal emniyeti külli iradesinde tutmuştur. Kendi evinizin camını, çerçevesini kırıp dökebilirsiniz, fakat Güneş’i oraya buraya itip çekemezsiniz. Uzaydaki faal sistem, Dünya ve Ay’ın hareketleri, soluduğumuz oksijen başta olmak üzere ozon, hidrojen ve diğer gazların oranlarına müdahale edemez, görev yerlerini ve alanlarını değiştiremez, ülkelere göre kullanım kotaları koyamazsınız. Yağmur, rüzgâr, gök ve yer katlarının dizaynı, güneşin ısı ve ışığı vs… Makro kozmosun sevk ve idaresi hiçbir devletin, milletin veya şahsın tasarrufuna terk edilmemiştir. Bu inisiyatif ulûhiyete aittir. Tasarrufta bulunabileceğimiz ve müdahale edebileceğimiz diğer alanlar cüz’i iradenin konusudur. Kâinatın özü olan insanda da sünnetullahın o koruyucu ve emniyet bahşedici yasalarını müşahede edebiliriz; bir başka varlığın veya hemcinsimizin aklımızı okuması, rüyalarımızı görmesi, hayallerimize dokunması, zamansal olarak geçmişimize giderek oraları karıştırması, geleceğimize müdahale etmesi, Settar olan Rabbimiz’in külli iradesiyle önlenmiş, böylece bireysel hayatın düzenini ve idamesini tehdit edecek bir tehlikeye imkân tanınmayarak mahremiyetimiz ve hukuki emniyetimiz sağlanmıştır.
MUCİZE VE KERAMET SÜNNETULLAHA TERS Mİ?
Sünnetullah, Âdetullah böyle olmakla beraber Rabbimiz’in kullarının yakînini artırmak ve elçilerinin doğruluğunu tasdik ettirmek üzere geçici ve kısa bir süreliğine yasalarından bazılarını iptal ettiği, ters yüz ettiği görülür. Bu harikaları Allah (cc) sevdiği kullarının vesilesiyle gerçekleştirir. Elinden harikalar sâdır olan ve “biiznillah” diyerek olağanüstülük sergileyen kişinin de zâtında bir varlık görülmez, görülmemelidir. Trafik polisi elini havaya kaldırdığında binlerce aracı durdurur, fakat kimse polisin ellerinde kudret veya manyetik bir güç olduğunu düşünmez. Yine herkes bilir ki binlerce aracı durduran veya hareket ettiren etken, trafik polisinin temsil ettiği devletin gücüdür. İsterseniz bu girizgâhtan sonra insan eliyle zuhur eden olağanüstülüklere şöyle bir göz atalım:
Mucize: Yalnızca peygamberlere verilmiş bir olağanüstü özelliktir. Allah’ın tabiat için koyduğu kanunları geçici bir süre değiştirerek, tanıklık edenleri hayretler içerisinde bırakmasıdır. Sözcük anlamı “tanıklık edenleri aciz bırakmak” demektir. Bilimsel açıklaması mümkün değildir. Nedensellik diyebileceğimiz illiyet bağları ile işleyiş mekanizması deşifre edilemez. Bilinçli bir eylemdir; Hz. Musa, elindeki asânın denizi ikiye yaracağından; Rasulullah mübarek parmağının ayı ikiye böleceğinden haberdardır. Meydan okumak ve âciz bırakmak için yalnızca kâfirlere karşı gösterilir. Aklî, hissî, haberî, hidâyete erdirici, helâk edici ve yardım mucizeleri gibi çeşitleri vardır.
Keramet: Allah tarafından bazı velilere ihsan edilen olağanüstü özelliktir. Sözcük olarak “iyilik, güzellik, cömertlik ve ikram” anlamlarına gelir. Bu olağanüstü harikalara sahip olanlarda peygamberlik iddiası ve meydan okumak yoktur. Gösteren açısından biçimsel kerametlerin bilinçli, şuurlu ve kurgulanmış bir eylem olması gerekmez; genellikle spontane gelişir. Kerametler iki kategoride incelenir:
1-Mânevî Kerametler: İlim, irfan, ahlak, ibadet, edep gibi konularda, insanlıkta ve fazilette gösterilen üstün başarılardır. En büyük keramet kişinin kötü huyunu bırakıp iyi huy edinmesidir. Manevi keramet sahibi olan kimse insanlara hizmet eder, insanların dertleriyle ilgilenir. Örnek ahlakıyla, söz ve davranışlarıyla, özellikle eserleriyle insanlığa önderlik eder. İnsanları dünya ve ahiret mutluluğuna ermeleri için motive eder, onların hidayete ermelerine aracı olur. Bu özelliklere sahip olan insan aynı zamanda yüksek feraset sahibidir.
2- Şekilsel ve Biçimsel Kerametler: Gönüllerden geçeni bilmek, uzun mesafeyi kısa zamanda kat etmek, az gıdayı çoğaltmak, su üzerinde yürümek, havada uçmak gibi kerametler bu gruba girer. Keramet hak olmakla birlikte insanların bu tür olaylara aşırı ilgi duymaları, üstadlarını yüceltmek için onlara olağanüstü vasıflar yüklemeye meyilli olmaları, kerameti olduğundan farklı sınırlara taşımıştır. Bir veli ancak sıkıntıyla karşılaştığında ve çoğu zaman da isteği ve bilgisi dışında keramet gerçekleşir. Böylece Allah’ın bir şefkat ve merhameti olarak o veliden veya onun sadakatinden kuşku duyan kimselerin önündeki engel ortadan kalkar. Keramet, Hz. Peygamber’e (sav) içtenlikle bağlı olan ve sünnetleri titizlikle işleyen müminde ortaya çıkar. Kerametle velilik iddiasında bulunulmaz. Yani bir evliya “Bakın ben veliyim; şu gösterdiğim keramet de bunun ispatıdır!” demez. Oysa mucizede peygamberlik iddiası açıkça ve kesin olarak ortaya konur.
İSLAM, RUHUN KABİLİYETLERİNİ DE DÜZENLER
Mucize ve Keramet dışında başka olağanüstü haller:
İrhas: Peygamberlik görevi verilmeden önce peygamberde görülen olağanüstü, hazırlık niteliğinde olaylar olup daha sonra o kişinin peygamber olacağının göstergesidir. Efendimiz’e (sav) bazı ağaçların ve taşların selam vermesi, onu daima bir bulutun gölgelendirmesi ve Hz. İsa’nın beşikte iken konuşması irhas türünden olaylardır.
Meûnet: Yardım ve kolaylık demektir. Amelleri, davranışları ve ahlakı güzel Müslümanlarda ortaya çıkan olağan dışı güzelliklerdir. Böyle kimselerin sıkıntı ve güçlüklere rağmen geçimlerini sağlamaları, bela ve musibetlere kolaylıkla göğüs germeleri, bir Müslüman’a hiç ummadığı yerden yardım ve iyilik ulaşması Allah’ın meûnet türünde yardımlarıdır. Bazı iyi hal sahibi kimselerin başkalarının işlerini keşfetmeleri de meûnet sayılabilir.
İhânet: İsteğe, arzuya uygun olmayan (ters tepen) olay demektir. Bu da kâfir ve günahkârların elinde ortaya çıkar. Yalancı peygamber Müseyleme, bir gözü kör olan çocuğun gözünün açılması için tükürüğünü o göze sürmüş ve çocuğun diğer gözü de kör olmuş, yine bir kuyunun suyunu artırmak için kuyuya tükürünce kuyu tamamen kurumuştur. Bu nedenle sihir ve büyü yapmaya çalışan şarlatanların başına ihanet türünden yani ters tepen, felakete sürükleyen musibetler gelecektir/gelmektedir.
İstidraç: İnkârcı ve günahkâr kişilerden arzu ve isteklerine uygun olarak meydana gelen olağanüstü durumlardır. İstidraç; derece derece veya aşama aşama indirmek demektir. İnkârcı ve günahkâr kişiler, kendilerine verilen birtakım nimetlere aldanarak gurura kapılırlar. Oysaki Allah, onları yavaş yavaş cezaya doğru yaklaştırmaktadır. Nimetlerin bir imtihan vesilesi olduğunu anlayamazlar ve sonunda mahvolurlar. İmam-ı Rabbânî (ks) bu durumu şu sözlerle açıklar: “Bazı kâfirlerde ve fasıklarda görülen aydınlık alameti kalbin temizliği değil, nefsin parlaklığıdır. Nefsin parlaması da yolu şaşırmaktan zarar ve ziyandan başka bir şey değildir. Bazı kâfirlerin nefsin parlaklığı anında bilinmeyen bazı şeyleri haber vermeleri, tahmin veya zanlarında üst üste isabet kaydetmeleri istidraçtır. Yani bunları derece derece, yavaş yavaş felakete ve azaba sürüklemek içindir…”
Nefsin parlaklığı ilginç bir ifade değil mi? Hâlbuki nefsin temizlenmesi ve kalbin parlaması gerekiyordu. Demek ki nefis parlaklığı nedeniyle kâfirin üzerinde görülen özelliklerin hepsi istidraçtır. Rabbimiz, yavaş yavaş, derece derece hiç bilmedikleri ve ummadıkları yönden cehennem çukuruna düşsünler diye kâfirlere dünya avantajları vermiştir (fiziki güzellik, konfor, kültürlü olma, centilmenlik, hanımefendilik, beyefendilik, hayvan ve doğa sevgisi, zenginlik, teknolojik üstünlük vs). Bizim insanımız, Allah’ın, kâfirleri yavaş yavaş ve hiç bilmedikleri yönden helake sürüklediğini yani onların ellerindeki güzelliklerin “Allah’ın nimeti değil de istidracı olduğunu” bilmiyor; delicesine bir aşağılık kompleksiyle dünyalıkların sahip olduğu her şeye karşı büyük bir istek, özenti ve hayranlık duyuyorlar.
Gelelim konumuza: Materyalizmi referans alan neo marksist bir nevzuhur akım var; bunlar aynı zamanda dini terminolojiyi de kullanıyor. Son sürüm bu. Amaç dini karşısına alan klasik materyalizmin aksine inançlı görünerek sempati toplamak. Tabi ki dini terimler evrile çevrile materyalizme göre yeniden yorumlanıyor. Örneğin tevhid-devrim, peygamber-devrimci kavramlarına tekabül ediyor. Mülkün Allah’a ait olması da besbelli ki komünizmi işaret ediyor. Hâ söylemeyi unuttuk; Allah da -tövbe haşâ- tabiatın bizzat kendisi oluyor! Darwinci diyalektik materyalizm tabiat ile akıl arasında korelasyon oluşturmayı ve aklın tabiata göre şekillenmesini temel alır. Yani aklı tabiata tabi kılar. Her şeyin maddesel bir izahı olmalıdır; her şey maddedir çünkü. Diyalektik, somutlaştırma operasyonu esnasında ortaya çıkan çatışma ve sürtüşmelerin mekanizmasıdır. Bir şekilde senteze ulaşılıp, akıl tabiat tarafından onaylandığı ve onunla uyumlu olduğu, örtüştüğü zaman akıl olur ki buna bilim denir. Mesela hayat mücadele ise ve tabiatta güçlüler hayatta kalıyor, zayıflar yok oluyorsa aklın buradan çıkaracağı sonuç, gücü ele geçirmek ve zayıfı yok etmek olmalıdır. İşte materyalizm bu tip yaklaşımların ve çıkarımların bilim olduğunu söylüyor.
NEO-MARKSİSTLERİN YENİ HEZEYANI KERAMETİ LABORATUVARDA İNCELEMEK
Bu vizyonun savunucularından biri kapı kapı dolaşıp ev sohbetleri yapıyor; dinleyicilere, üzerine İslam sosu dökülmüş Marksizm ikram ediyormuş... Bu sohbetlerin birinde keramet kavramına açıklık getirerek onu bilimsel bir temele oturtmayı başarmış! Diyalektik-İslami-materyalizme göre kerameti şöyle izah buyurmuşlar; dinleyelim: “Keramet beklentisinden kurtulun, ölçünüz keramet olmasın, bunlar önemli şeyler değildir! Bir adamı kerametle havada uçarken görseniz, sakın aldanmayınız. Eskiler de zaten böyle söylemiyor muydu? İşte bu sözlerin mânâsı teknolojik gelişmelerle daha iyi anlaşıldı. Bu öğütlerin ne kadar doğru olduğu açıklık kazandı. Yani teknoloji, keramet olarak nitelendirilebilecek bazı şeylerin mâneviyat sahibi olmadan da yapılabileceğini ispat etmiş oldu. Keramet sahibi olabilmek için yanıp tutuşanların kulakları çınlasın; çünkü bu tür kerametler ayağa düştü! Zaten ruh yoluyla elde edilen bilgiler, prizmanın ışığı kırarak yedi renge ayrıştırması gibi aklın filtresinden geçerken veya nefsin/cinlerin etkisiyle kuruntu ve hayallerle karışmakta, aslından başka formatlara bürünebilmektedir. Teknolojik kerametler bilimsel temellere dayandığı için onlarda yanılgı olmaz. İnsan nefsinin akılları şaşırtan doğaüstü olaylara karşı bir zaafı olduğunu hepimiz biliriz. Ama insanların artık şaşıracakları bir şey de kalmadı. Bu âletler, aygıtlar ve teknolojik enstrümanlar artık insanların ellerinde, evlerinde ve ceplerinde dolaşıyor. Uydu teknolojisi, internet, telefon, cep telefonu, teyp, radyo, televizyon, telsiz, telefaks günlük hayatın bir parçası oldu. Köylüsü, şehirlisi bu cihazları kullanan hiç kimse yadırgamıyor, şaşırmıyor, hayret etmiyor. İmkânsız gibi görünen şeyler artık teknoloji sayesinde mümkün hale gelmiş bulunuyor. Canlı yayın, canlı görüşme, canlı konuşma vs... Eskiden bizim de eğitim kurumlarımızda pozitif bilim öğretilir ve dünya hayatının kolaylaştırılmasının önemi ve sevabı vurgulanırdı. Teknolojik buluşlar hayatı kolaylaştırdığı için hem masumdur, hem de son derece yararlıdır. Ve de kerametin ta kendisidir!..”
KERAMET FİZİK KURALLARINDAN BAĞIMSIZDIR
Heyecanlı konuşmacının âlî fikirleri özetle böyle! Sovyetler döneminde Kırım’da, Semerkant’ta faaliyet gösteren Arap Dili ve Edebiyatı bölümleri vardı. Ancak bu bölümlere özellikle “Müslüman olmayan öğrenciler” kabul edilir ve özenle ajan yetiştirilirdi. Amaç Libya, Suriye ve Yemen başta olmak üzere İslam ülkelerine komünizm ihraç etmekti. Bu okullardaki toplum mühendislerinin öğretisi sosyalizm, komünizm ve İslam arasında bir göbek bağı kurmaktı. 70 yıllık zulüm, katliam ve işkencelerle dolu, herkesin yoksullukta eşitlendiği, hayvanlıktan başka bütün sınıfsal farkların ortadan kalktığı, karanlık ve kâbuslarla örüntülü bir vahşet döneminden sonra Marksizm’i terk ederek yeni arayışlara girdiler. Güreşe doymayan mağlup pehlivanlar Marksizm’i -yeniden yapılandırarak- tekrar meydanlara indiler. Artık Neo Marksizm, söylemine “Tanrı yoktur” diye başlamıyor; bu düşüncesini sona bırakmayı yeğliyor! Neyse biz keramet konusunda birkaç şey daha söyleyelim: Keramet; ölçülemeyen, tartılamayan, tekrar edilemeyen ve üzerinde laboratuvar deneyleri yapılamayan bir dinamizmdir. Amacı günlük hayatı kolaylaştırmak değildir. İnsanlara zaman, para ve kaynak kazandırmayı hedeflemez. Herkesin hizmetine sunulmaz ve herkes tarafından kullanılamaz. Satışı ve transferi yapılamaz. Patenti alınamaz ve verilemez. Çalışma prensipleri bildik fiziksel nedensellik kurallarına dayanmaz. İlerletilemez, geliştirilemez ve çoğaltılamaz. Kiraya verilemez ve reklamı yapılamaz. Hatta iradi ve bilinçli bir eylem olduğu bile çoğu zaman söylenemez. Şahsi menfaatler için kullanılamaz ve alım-satım, kullanım hakları bir başkasına devredilemez. Komutla çalıştırılamaz ve otomatik olarak devreye sokulamaz. Şifrelenemez, kodlanamaz, kayıt altına alınamaz. Plan, kroki veya şeması çizilemez.
Yazımızın üst kısmında kadim verilerden ilham alarak kerametin ne olduğunu izah etmeye çalıştık. Bitirirken de mefhumu muhalifiyle yani kerametin ne olmadığını anlatarak konuyu tamamladık. Böyle bir mekanizmanın diyalektik yoluyla kalıplara dökülemeyeceğini, materyalizme konu edilemeyeceğini, iddia edildiği gibi -ayağa düşürülemeyeceğini- göstermeye çalıştık. Teknoloji kerametin ta kendisi değildir; aralarında hiçbir hısımlık ilintisi yoktur. Konuşmacının Marksist düşünceden neş’et eden keramet algısına olsa olsa “Das Keramet” denebilir. Bu sözde dindar materyalist insandaşımızın hiç keramet görmediği gün gibi aşikâr. Eğer bir tanesine tanıklık edebilseydi ya başını alıp dağlara kaçar ya da aklını yitirir, altı ay kendine gelemezdi. Ama bilemez ve göremezler, çünkü kerametin zuhur ettiği ortamlara hiç girmiyorlar ki! Hayatımızın teknoloji vasıtasıyla kolaylaşması su götürmez bir gerçektir. Ancak kolaylaşan hayatımızın, artan boş zamanımızın ne işe yaradığı hala anlaşılabilmiş değildir! Tarif edilemez bir yılgınlık, tembellik, gayesizlik ve tükenmişlik sendromu, epidemik bir hastalık gibi sarıp sarmalamış insanları. Kitleler hazreti teknolojinin kendilerine bahşettiği boş zamanları şizofreni, panik atak ve depresyonla değerlendiriyorlar! İsmet Özel’in “Teknoloji benden aldıklarını geri versin; ben ondan aldıklarımı geri vermeye hazırım!” sözünü manidar bulmamak mümkün müdür? Son olarak; bu insandaşlarımız kitlelere hitap ederken “Ateist marksizmi terk ettik!” diyorlarmış; kendi dostlarıyla baş başa kaldıklarında da “Eskisi olmayanın yenisi olmaz!” diye gülüşüyorlarmış! Kulağımıza geldi!