Hayatın Anlamı İman ve Cihad / Prof. Dr. Hüseyin Aydın

İman nedir? Hangi prensiplerden, esaslardan oluşur? Bu esaslar neye göre belirlenir?
İman, kelime anlamı olarak inanmak demektir. Istılah olarak ise İslam’ın inanılması kesin olan esaslarını içten (gönülden) kabul etmektir. İnanılması kesin olan iman esasları ise; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. Bu esaslar Kur’an ve Sünnet’e göre belirlenmiştir. Örneğin, Nisa suresi 136. ayette Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: “Ey İman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır.” Cibril hadisi diye bilinen meşhur hadiste de Peygamber Efendimiz imanı şöyle tanımlamıştır: “İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmandır.”

İMANIN SUBJEKTİF OLMASININ HİKMETİ

İmanın gaybi olmasının sebebi ve hikmeti nedir?
İmanın gaybi olmasının sebebi bizatihi kendisidir. İman ile gayb iç içedir. Gaybi olmayan bir şey imani de değildir. İman; beş duyumuzun dışında olan, gözle göremediğimiz, elle tutamadığımız bir hakikate inanmayı içerir. Gözle görülen, elle tutulan şey inanmanın konusu olmaz. Bir kimse yemek yediği masaya “Burada bir masanın olduğuna inanıyorum.” diyemez. Çünkü masanın varlığı inanç konusu değil, müşahede konusudur. Kişi “Burada bir masanın olduğunu görüyorum.” demek suretiyle masanın varlığını dile getirir. Ancak iman konusu olan şeylerin varlığına işaret eden birtakım alametler vardır ki Kur’an bunlara “ayet” der. Mesela; Âl-i İmrân suresinde “Yerin ve göğün yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde akıl sahipleri için Allah’ın varlığına işaret eden ayetler vardır.” denilmektedir. Ayrıca Rum suresi 20-21-22. ayetlerde de Allah’ın varlığını gösteren, ona işaret eden hususlar “ayetler” diye zikredilmiştir. İmanın gaybi olmasının hikmeti ise imtihanın gerçekleşmesi içindir. Böylece kimin kâinattaki bu ayetleri düşünüp görünenin ötesinde bir hakikatin olduğuna inandığı, kimin de inanmadığı ortaya çıkmış, belirlenmiş olacaktır. Mutlak hakikati yalanlayanlarla onu tasdik edenlerin belirlenmesi imtihanın esasıdır. Daha sonra bu tasdike göre bir hayatın yaşanıp yaşanmayacağı, bu tasdikin gerçekten samimi olup olmadığının test edilmesi gibi aşamalar kulun dünyada karşılaştığı imtihanın evrelerini oluşturur. Bu konu için Ankebut suresinin ilk ayetlerine bakılmalıdır.

HAYATI ANLAMLI KILAN BİR MANİFESTO: İMAN

Allahu Teala kendi varlığını ve birliğini bildiği halde neden iman etmek için “La” dedirtiyor?
Allahu Teala kendi varlığını ve birliğini hakkı ile bilmemiz için “la” dememizi istiyor. Çünkü iki zıt bir arada olmaz. Hem Allah’ın varlığı hem de onun varlığına denk varlıkların kabulü iman değildir. Ya da O’nun varlığına halel getirecek şeyleri kabul etmek imanla çelişen bir husustur. İman, kabul ve redleri içerir. Kabul edilen şeylere aykırı olan şeyleri reddetmedikçe kabulünüzün bir anlamı kalmaz. İki zıt bir arada olmaz. Müşrikler bu zıtlığı yaşıyorlardı. Hem Allah’a inanıyor hem de Lat, Menat ve Uzza’ya inanıyorlardı. Bu ikisi birlikte olmaz. Onun için önce “la” denilmek suretiyle imana zıt olan, imana aykırı olan hususlar nefyedilir, olumsuzlanır ve “illallah” ifadesi ile de tüm hakikati ile iman ispat edilir. Allah’ın varlığı kabul edilir. Reddedilen ve kabul edilen esaslarıyla iman adeta bir manifestodur. Bir duruş, bir anlayış ve bir zihniyeti ortaya koyuştur. Hayatı anlamlandırma, bir kimlik deklare etmektir. Mümtehine suresinin 4. ayeti bu konuda örnektir: “İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. (sizi reddediyoruz-keferna biküm) Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.”

İMANIN ŞARTLARI DEĞİŞMEZ İMANIN YAKÎNLİĞİ DEĞİŞİR

Hiç şüphesiz imanın şartları artmaz ve eksilmez ama iman artar ve eksilir, bu konuda ne söylersiniz?
İmanın şartları artmaz ve değişmez. Ancak imanın gücünde bir artış söz konusudur. Buna “yakîn hali” denir. İman esasları ihbara, yani gaybten haber vermeye dayanır. Haber verilen şeylerde bir değişiklik olamayacağı için iman esaslarında da herhangi bir değişikliğin olması söz konusu değildir. Allah kendisinin tek olduğunu, eşi ve benzeri bulunmadığını bildirmiştir. Onun varlığında eşi ve benzeri olmayışında herhangi bir değişiklik söz konusu olamayacağı için iman esaslarında da tabiatıyla bir değişiklik olması düşünülemez. Keza, meleklerin varlığı, peygamberlerin varlığı, kitaplar ve diğer gaybi konularda bir değişiklik olmayışından ötürü iman esasları değişmez. Değişmemesi iman esaslarının ihbari oluşundan yani gaybten haber vermeye dayandığındandır. Ancak şeriatta değişiklik olur. Çünkü şeriat inşaidir. Allah’ın iradesine bağlıdır. Allah iradesinde serbesttir. Bir kavim için helal gördüğünü başka bir kavim için helal görmez, yasaklar. Nitekim böyle olmuştur. İsa aleyhisselamdan önce haram olan bazı şeyler onun zamanında Allah’ın emriyle helal olmuştur. Hz. Peygamber Efendimiz’den önce haram olan bazı şeyler, örneğin ganimet malı gibi, helal kılınmıştır. Çünkü şeriat ahkâmı, esası itibariyle ihbari değil inşaidir. İlahi iradeye, isteğe, ilahi emre dayanır. İman ahkâmı ise ihbaridir. Gaybten haber vermeye dayanır. Haber verilen esaslarda bir değişiklik olmadığı ve olmayacağı için iman esaslarında herhangi bir değişiklik söz konusu olmaz.

TAKLİDÎ İMAN YETERLİ Mİ?

Taklidî iman ve tahkikî iman nedir? Ahir zamanda taklidî iman yeterli midir?
Taklidî iman adı üstünde bilgiye, tecrübeye değil başkasını taklit etmeye dayanır. Kişinin bir İslam toplumunda yaşaması neticesi çevresinden gördüğü, duyduğu aldığı telkinlerle oluşan imana “taklidî iman” denir. Böyle bir iman makbuldür. Ancak taklidî iman ile yetinmek caiz değildir. Onu tahkike çıkarmak bilgi, tefekkür ve manevî tecrübe ile güçlendirmek itminan haline getirmek gerekir. Bilgiye dayanmayan iman, sapkın inanç ve bozuk fikirlerle karşılaştığında şüphe ve tereddüt hastalığına yakalanabilir ve sarsılabilir. Günümüz toplumlarında bunun örneklerini görmekteyiz. Ayrıca iman, amel ve güzel ahlakla, manevi tecrübeyle, ibadet ve kulluk neşvesiyle de güçlendirilmeli, tahkike erdirilmelidir. Hem Kur’an’da hem de hadislerde bu iki boyuta yani ilim ve gönül boyutuna dikkat çekilmiştir. İlim ve haşyetle, kulluk neşvesiyle imanı tahkike erdirmeliyiz.

İMAN-CİHAD İLİŞKİSİ

Cihad, emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l münker iman esaslarından mıdır?
Cihad, emr-i bil ma’ruf nehy-i anil münker iman esaslarından değildir. İslam’ın imandan sonra ikinci derecede önem verdiği temel esaslardandır. Müslüman toplumun ayakta kalabilmesi, varlığını sürdürebilmesi, aynı zamanda İslam’ın esaslarının İslam’dan haberi olmayan insanlara ulaştırılabilmesi için mutlaka yerine getirilmesi gereken çok önemli bir vazifedir. Bu vazifenin çeşitli boyutları vardır.  Bu vazifeyi kimlerin, ne kadar, ne şekilde yerine getireceğine dair esaslar vardır. Bu ayrı bir konudur. Ancak iman eden bir müminin mutlaka yerine getirmesi gereken, ihmal etmemesi gereken bir vazifedir. Cihad ve emr-i bi’l-maruf, iman esası değil ancak imanın gereği olarak yerine getirilmesi gereken toplumsal görevlerdir.

AHLAKIN EN GÜZELİ ALLAH’IN AHLAKIDIR

Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak imanî midir, ahlakî midir?
Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak adı üstünde ahlakîdir. Allah’a iman, imanîdir. Meseleye kelamî açıdan kesin çizgilerle bakılırsa böyle bir ayrım yapmak gerekir. Ancak imanın ahlak ile ahlakın iman ile ilişkisi vardır. Çok yüce bir varlığa karşı sorumluluk duygusu yani iman, ahlakın dayandığı temel esastır. Böyle bir sorumluluk bilincine dayanmadığı zaman ahlakîlik anlamını kaybeder. Kur’an’ın pek çok ayetinde geçen “Eninde sonunda herkes Rabbine dönecektir.” hükmü, ahlakın yüce bir güce karşı sorumluluğu yani iman kavramı ile kopmaz şekilde bağlı olduğunu göstermektedir. Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak imanî temeli olan bir ahlakîliktir. İman ahlak ilişkisini Peygamber Efendimiz (sav) şöyle dile getirmiştir: “Müminlerin iman bakımından en üstünü ahlakı en güzel olandır.” Emanete karşı saygı ve sorumluluğu olmayanın imanının olmadığı ifade edilmiştir. Dolayısıyla Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak hem imanî hem de ahlakî bir konudur. İmanın kendini güzel ahlak ile tamamlaması gerekir. İman kalbe bütünü ile yerleştiğinde, kalpte bir salah hali meydana geldiğinde bu durum insanın bütün uzuvlarına yansır ve kişiden güzel ahlak zuhur eder. Yüksek bir sorumluluk duygusu olan iman, güzel ahlakı mutlaka doğurur. Doğurmuyorsa Yüce Zât’a karşı sorumluluk bilincinde yaralanma, zedelenme var demektir. Neticede Allah’a iman eden bir insan O’nun ahlakı ile ahlaklanmalıdır. Allahu Teala merhametlidir, biz de merhametli olmalıyız. Allahu Teala lütufkârdır, kerem sahibidir; biz de kerem sahibi olmalıyız. Allahu Teala adildir; biz de adil olmalıyız. Allahu Teala Hakk’tır; biz de hakkaniyet üzere olmalıyız.