Feyz: İnsanın imanla ilişkisi, insanın hayata bakışında ontolojik değeri yüksek bir konu. Allah'a çok şükür ki, imanın ne büyük bir lütuf ve nimet olduğu biliniyor. İnsanla ilişkisi bakımından öznel niteliği olan ‘imanı", siz, nesnel bir değer olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dr. Nebi Mehdiyev: Öznel-nesnel ayırımı, göreceli ve karmaşık bir olgudur. Birisine göre öznel olan bir inancın, bir başkasına göre nesnel olması ya da tam tersi pekala mümkündür. Burada esasında, belirli bir inancın tek bir insan veya sınırlı bir grup tarafından mı yoksa birden fazla veya geniş kitleler tarafından mı benimsendiğine bakmak gerekir. Bu bağlamda, sözgelimi iklim değişikliğinin büyük dinlerin dünyaya hakim olma güdüsünden kaynaklandığı inancı belirli bir kişi veya sınırlı bir grup tarafından benimsenmesinden dolayı öznel, sanayi ve tarımda kullanılan maddelerin karbondioksit, metan ve azotoksit gibi gazların salımına yol açmasından kaynaklandığı inancı geniş kitleler tarafından benimsenmesinden dolayı ise nesnel bir görünüm arz etmektedir. İstatistiksel boyutun dışında, öznel kaynaklı durumların nesnel ifadesi de önemli bir husus olarak görülmektedir. Sözgelimi, herhangi bir aşk kompozisyonu belirli bir kahramanın öznel duyguları üzerine kurulu iken, tüm insanlar tarafından her halükarda tecrübe edilmiş olmasından dolayı aşk duygusunun aynı zamanda nesnel bir niteliği de söz konusudur. Bu söylenenlerin dinî inançlarla ilişkisine gelince, ilk önce bireyin kendisinde meydana gelmesi hasebiyle öznel olan bir inancın sonraki aşamada aynı zamanda birden fazla veya geniş kitleler tarafından benimsenen bir inanca dönüşmüş olması, söz konusu inancın nesnel olduğunun açık bir göstergesidir. Dinî inançların nesnelliğinin bir diğer işareti, tüm insanlarda dinî yahut da dinî-olmayandan (profan) farklı bir mistik tecrübenin mevcudiyetidir.
Belirli bir inanç bağlamında inananın konumu değil de inanılanın değeri söz konusu olduğunda ise öznel-nesnel ayırımından ziyade irrasyonel-rasyonel ayırımı devreye girmektedir. Bir inancın rasyonelliği, en genel anlamıyla, bilgiye dönüşme noktasındaki başarısına bağlıdır. Bunun bir devamı olarak, felsefenin belki de en karmaşık sorusu olan bilginin "ne"liği gündeme gelmektedir. Mümkün olan en kısa şekilde ifade edecek olursak, bilgi, gerekçelendirilmiş doğru bir inançtır. Tanım içerisinde yer alıyor olmasına rağmen, bilgi bahsinden ziyade ontolojinin konusu olan "doğruluk" bileşenini konumuzun dışında tutmak durumundayız. Şimdi, irrasyonel-rasyonel ayırım bağlamında dinî inançları değerlendirmek gerekirse, gerekçelendirilmiş (veya ispatlandırılmış) olması durumunda -ki biz öyle olduğunu kabul ediyoruz- belirli bir dinî inancın rasyonel olmasının önünde herhangi bir engel söz konusu değildir. Bu anlamda, sözgelimi Tanrı inancı gibi belirli bir dinî inanç, nesnel olduğu kadar aynı zamanda rasyoneldir de.
Feyz: Bu konudaki izahlar, bir farkındalık ve bakış açısı kazandırırken, ispatlar ise başlı başına epistemolojik bir değer de ifade ediyor. Allah'a imanla ilgili delillerin bilgi felsefesi açısından değerinden bahseder misiniz? Sizce bu konu nasıl ele alınmalı? Delillere bakışımız nasıl olmalı? Delillerin ‘inanan' üzerindeki etkisiyle ‘reddeden' üzerindeki etkisini genel anlamda değerlendirir misiniz?
Dr. Nebi Mehdiyev: Tanrıya inanmanın pek çok farklı yolu bulunmaktadır. Fakat bu inancı rasyonel kılan şey, uzun bir geçmişi haiz teolojik bir geleneğe göre, ispat ve ispatın en temel unsuru olan delildir. Tanrı'nın varlığını ispatlama iddiasındaki mevcut deliller, çağımızın bilgi birikimi ve düşünme biçimiyle orantılı olarak klasik tümdengelimsel yöntemden ziyade tümevarımsal bir yapı üzerine inşa edilmiş durumdadır. Bu anlamda delilleri, Kur'an'ın üslubuyla da bağdaşır bir şekilde, kesin bir ispat olmaktan öteye Tanrı'nın varlığını rasyonel kılan ya da O'nun varlığının birer "âyet"i (işareti) olarak değerlendirmek mümkündür. "İnanan" ve "reddeden" arasındaki epistemik kavga ise, esasında "Tanrı vardır" önermesi lehinde ileri sürülen delillerin öncüllerinin inanç düzeyinde benimsenip benimsenmemesinden kaynaklanmaktadır. O halde, sözgelimi teleolojik delilin Tanrı'nın varlığının bir ispatı olup olmadığını belirleyecek olan, evrende bir düzenliliğin bulunduğu ve bu düzenliliğin de bir düzenleyicisi gerektiği şeklindeki öncüllerin kabul edilip edilmemesinden başka bir şey değildir. İlk sorunuzla da irtibatlı olarak denilebilir ki, iman ya da inançsızlık, esasında kişisel bir kabul olup ileri delillerle pekiştirilmektedir. Diğer bir ifadeyle, hiçbir tutarlı delil inananı inançsızlığa götürmeyeceği gibi, aksi yöndeki hiçbir delil de inançsızı inanmaya götüremeyecektir. Bunun tersiymiş gibi görünen durumlarda ise belirleyici olan şey yine de kişisel ka-buldür.
Feyz: Bazı bilgiler aklı, bazı bilgiler kalbi doğrultur ve düzeltir. Bu anlamda, iman-duygu ilişkisi hakkında neler söyleyebiliriz?
Dr. Nebi Mehdiyev: Yaygın kanaate göre iman, duygu, bilgi ve amel üçlüsünden oluşmaktadır. Fakat burada duygu, estetik veya tecrübe anlamında kullanılmaktadır. Halbuki biraz önce Tanrı inancının lehindeki delilleri rasyonel kılan hususlardan bahsederken kastettiğim şey tam da bu duyguydu. İnanç, her şeyden önce bir duygudur; sonradan insanlar onu bilgiye dönüştürme çabası içine gi-rerler. Dolayısıyla, diğer açılımlarını teslim etmekle birlikte duyguyu rasyonelliğin olmazsa olmaz bir bileşeni olarak değerlendirmek zorundayız. Başka bir ifadeyle, duygusal düzlemde takrir edilmeyen hiçbir önerme nihayetinde rasyonel olamaz. Kalbinde Tanrı'ya yer olmayan birisini, hiçbir argüman ikna edemediği gibi Tanrı'ya inanan birisini de, değeri ne olursa olsun aksi yöndeki hiçbir argüman sahip olduğu inancından vazgeçiremez.
Röportaj; Dr. Alper Yücel ZORLU