İslam dini," ed-din " yani son ve evrensel bir dindir.1500 yıla yakın insanlığın gelişmesine paralel onların psikolojik, sosyolojik, ruhi vs açıdan bütün ihtiyaçlarına cevap vermiştir. İnsanlık tarihinin en hızlı gelişmesine şahit olduğumuz 21. yüzyılda da elbetteki yine insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevap verecek güçtedir. Bu İslam'ın ve onun kitabı Kur'an'ın açık meydan okuması ve aynı zamanda en büyük mucizesidir. Yaklaşık 1500 sene, eskimeden ve önemini yitirmeden yürürlükte kalabilmek hiçbir kanuna, hiçbir sistem veya ideolojiye, nasip olmadı, olamaz da. Ama insanlık Kur'an'ın bu mucizesine şahit olarak yaşamakta.
Yaklaşık 1500 yıl dile kolay. Evet, bu insanlık için çok uzun süreçte İslam ne devletler kurdu, ne medeniyetler inşa etti. Ve dünya üzerinde nice kültürleri etkiledi. Onları yok etmeden kendi rengine boyadı..Hazreti insan olması gereken insanın hayvanlaşmasına,şeytanlaşmasına seyirci kalmadı. Onları ıslah etti. Ve ıslah etmeye de devam edecek.
Yalnız bu gün için bu ıslah hareketinin önünde bazı sorunların varlığı bir hakikattir. En önemli olarak ta İslam'ın doğru anlaşılması meselesi var. İslam doğru anlaşılabilse, tebliğ, hizmet kolaylaşacak. Müslüman cemaatler arası ayrılıklar azalacak. Birlikten güç doğacak, hizmetin ivmesi de semeresi de artacak.
Bu anlamda iyice anlaşılması gereken önemli konulardan birisi de kılık kıyafet meselesi. İslam âlimleri iki türlü sünnet olduğunda hemfikirler. İbadet sünneti ve adet sünneti. İbadet sünneti taklit edilmesi gerekli olan sünnet. Adet sünneti ise, ibadet değil kültürel bir mesele. Yani o çağ Araplarının gelenek ve göreneklerinin İslam'la çatışmayanları… Bunun sünnet olarak anlaşılması bu zamanda ciddi sorunlara yol açıyor. O sebeple bilinmesi önemli bir mesele. Kılık kıyafetlerin tarzı adet sünneti kapsamına giriyor. Bunun daha iyi anlaşılması için kültürlerin farklılığının hikmeti üzerine biraz açıklama yapmak, okuyucularımızın bu konuda zihinlerini daha iyi açacaktır diye düşünüyorum.
İslam her şeyi bir şeyin birebir aynı olamaya zorlamaz. Mesela Hazreti Peygamber (s.a.v.) Kur'an'da örnek bir insan modeli olarak ortaya konur. Her insandan kendi kabiliyetleri ölçüsünde O'na(s.a.v) benzemeye çalışması ve örnek olması istenir. Ama birebir aynısı olması istenmez. Çünkü bu, yaratılıştaki farklılıklar gereği mümkün değildir. Mümkün olmayanı Allah'ın(c.c.) kullarından istemesi yine onun adaletiyle çelişir.
Allah'ın (c.c.) sanatında en bariz bir şekilde görünen şey, kesrette- vahdet, yani çoklukta-birlik özelliğidir. Asıl olarak bir şeye benzeyen şeylerden değişik güzellikler inşa etmek, Allah'ın yüce sanatını göstermesi açısından da muhteşem bir şeydir. Yani Allah'ın (c.c.) yarattığı canlılar birçok yönden birbirlerine benzerler. Mesela her insanın ağzı, gözü, kulağı, aklı, kalbi vardır. Bu konuda birbirine benzemeyen canlı yoktur. Ama hiçbir insan birbirinin aynı değildir. Hatta hayvanlar da biyolojik özellikler ve zahiri organlar itibariyle insanlara benzer, ama insanla hayvan da duygu, düşünce, akıl, estetik vb gibi özellikler nedeniyle birbirinden çok farklıdır. Aynı şeyi, milletlerin, toplumların gelenek- görenekleri, kılık- kıyafetleri, müzik zevkleri, estetik anlayışları vs gibi kültürel farklılıkları için de söyleyebiliriz.
İslam her şeyi yıkıp sıfırdan inşa etmez, tamir eder onarır. Çünkü insan Allah'ın(c.c.) yarattığı bir varlıktır. Ve onda fıtraten bir sürü güzellikler mevcuttur. İslam, fıtraten mevcut olan güzellikleri değiştirmez, bilakis farkına vardırır ve geliştirir. Bu bahşedilmiş güzellikleri değiştiren, kötü yönde farklılaştıran insanları uyarır, tehdit eder, uyumlu hareket edenleri ise müjdeler.
Mesela İslam zararlı alışkanlıkları ve istekleri vardır diye nefsi öldürmez, isteklerini yok etmez. Şehveti, gazabı ortadan kaldırmaz. Çünkü bunlar kaldırılması, yok edilmesi gereken özellikler değildir. Bunlar terbiye edilmesi, düzenlenmesi gereken ve aslen faydalı özelliklerdir. İslam bu duyguların sapmasından, hedefinden ayrılmasından dolayı, insanları tehdit eder ve uyarır. Toplumları bu duyguların yıkıcı, tahrip edici zararlarından korumak için bireysel ve sosyal hayata kurallar ve sınırlar koyar.
Mesela aynı şekilde İslam, kavimleri yok etmez. Kavmiyetçiliği kaldırır. Irkları yok etmez, ırkçılığı yasaklar... Zira kavimleri, ırkları, farklı yaratan Allah'tır(c.c.).
İslam malın, paranın, zenginliğin de karşısında değildir. Dünya malının, süsünün, amacından sapmasına karşıdır. Amacından sapan her güzel şey artık tehlikeli hale gelmiş demektir. İşte silahlara bakın. Kendini korumak için güzel. Ama emperyalist emeller için kötüdür... Nükleer enerji toplumun refahı için kullanılırsa güzel, ama bomba olarak kullanılırsa kötüdür.
Dedik ki her kavim, her millet, fıtraten ayrı özelliklere haizdir. Bunun için her milletin dili farklı, yeme ve giyinme kültürü farklı, müziği farklı, eğlenme şekli farklıdır. Yemek, giyinmek, eğlenmek, müzikten hoşlanmak gibi şeyler fıtrattandır. Bunların çeşitliliği, tarzlarının farklılığı, Allah'ın(c.c.) her canlıyı ayrı ve tek yaratma sanatının bir göstergesidir. Ve dolayısıyla İslam bu kültürel farklılıkların karşısında değildir. Zira İslam Allah (c.c.) katından insanlara inmiş semavi bir dindir ve Kur an da Allah'ın (c.c.) kelamıdır. Bu durumda açıkça ortadadır ki, Allah'ın (c.c.) kelamı, Allah'ın(c.c.) fiil ve sıfatlarıyla çelişmez. Ve elbette ki, Yüce sanatkârın kendi dini, yine kendi sanatını abes hale getirmez. Sanatının karşısında olamaz. Tersine o yaratılışı destekler mahiyettedir.
Şimdi bunu böyle anladıktan sonra kendimize de çevremizdeki bazı Müslüman kardeşlerimize de şu soruları sorabiliriz:
Dünya üzerinde tek tip bir kültürün hakim olduğu bir Müslüman toplumun oluşumuna çalışmak, ve bunu din adına yapmak, akla ,fıtrata,ve İslam'a uygun mudur?
Hazreti Peygamberin (s.a.v.) sünnetidir anlayışıyla, o dönemin giyinme, eğlenme, yeme, içme kültürünü bütün yeryüzüne yaymak mantıklı mıdır? Hatta bu yetmediği gibi çağlara bunu hâkim kılmak İslam'ın ruhuyla ne kadar bağdaşır?
İslam'ın geliş sebebi bu mudur?
Ve açıkçası bir kısım kendini en takva Müslüman sanan insanların Talibanların giyim kültürlerine benzeyen çarşaf, peçe, cüppe gibi giyim şekillerini, sünnet sanarak, yeryüzüne hâkim kılmaya ve bunu bütün kültürlere kabul ettirmeye çalışmaları yerinde midir? Ve bunu kendilerine önemli bir misyon olarak belirlemelerinden Allah razı olur mu?
Aklı ve Allah (c.c.) korkusu olan bu sorulara cevap verirken iyi düşünmelidir.
Çok basit bir soru var; Hz. Peygamber (s.a.v.) kutuplarda yaşasaydı ve İslam oradan yayılsaydı. Arapların veya sıcak bölge insanlarının halleri ne olacaktı? Sünnet diye kürk mantolarla mı gezmek zorunda kalacaklardı? Şimdi kutuplarda yaşayan bir Müslüman kadın ayı kürkünden manto yerine çarşaf giymediği için takva olamayacak mı?
İşte bu tür tutuculukları İslam'ın evrensel mesajlarıyla bağdaştırmaktan açıkçası kaçmak gerekir. Şunu da belirtmek gerekir ki, hiçbir din adamının veya müslümanın, İslam'ı evrensellikten, mahallileştirmeye, marjinalleştirmeye hakkı yoktur.
Yine şunu da memnuniyetle ifade edelim ki Müslümanlar arasında genelde bu konuda bir uzlaşma söz konusu.
O zaman bu konuda söylenecek son söz şudur: İslam'ı tercih eden her millet kendi kültür, örf ve gelenekleri ve zevklerinden hareketle İslam'ın "örtünün" emrine uygun bir giyinme tarzı, bir eğlenme şekli oluşturabilir ve böylece her kültür kendi farklı renkleriyle İslam'ın rengine boyanır. Örnek olarak İslam'ı beyaz renk ile temsil edecek olursak, kırmızı beyaz karışımıyla açık kırmızı, yeşilin beyazla karışımıyla açık yeşil olduğu gibi, her kavim, her millet asli rengini muhafaza ederken İslamlaşır. Ve böylece, kesrette vahdet i müşahede olarak ifade ettiğimiz Allah'ın yaratma sanatının incelikleri varlık ve güzelliğini muhafaza ederken, yeryüzünde çeşitli kültürlere sahip Müslüman milletler, değişik kokulu ve renkli çiçekler gibi yaşar giderler.
Allah'a (c.c.) emanet olun.