FEYZ; Peygamberimizin soyundan gelen seyyidler nesep olarak hangi koldan gelmektedir? S.Vasıf Geylani Efendi : Bilindiği gibi Hz. Fâtıma dışındaki bütün evlâtları Peygamber Efendimizin vefatından önce ahirete göçmüşlerdir. Hz. Fâtıma da babasından altı ay kadar sonra O'na kavuşmuştur. Hz. Peygamberin nesli ise "ehl-i âba" hadis-i şerifi ile bilinir. Ayrıca Allah Teâlâ, Hz. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz'in ehl-i beytini bizzat Kur'an'da zikretmiş ve onlara şu şekilde iltifatta bulunmuştur: "Ey Peygamber hanımları! Namazı kılın, zekâtı verin; Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (Ahzab/33)
Ümmü Seleme validemiz (r. anha) demiştir ki: "Bu âyet-i kerime benim evimde indi. Hz. Rasûlullah (s.a.v) Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin'i çağırdı. Onları Hayber yapımı geniş bir âbanın altına topladı, kendisi de içine girdi ve: "İşte bunlar benim ehl-i beytimdir" buyurdu. Sonra inen ayet-i kerimeyi okudu ve: "Allahım! Onlardan kötülükleri gider. Onları tertemiz et!" diye duâ etti. Ben: "Yâ Resûlullah, ben Ehl-i Beytten değil miyim? dedim." Hz. Resûlullah (s.a.v), "Sen benim ehlimsin. Sen zaten hayır içindesin" buyurdu.( Taberî, Câmiü'l-Beyân, Cüz:XXII, Shf:7; Ibnu Kesir, Tefsir, VI, 412-413.)
Peygamberimizin torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin vasıtasıyla, Efendimizin soyu günümüze kadar devam etmektedir.
FEYZ; Peki, seyyidlerin öneminden bahseder misiniz?
S.Vasıf Geylani Efendi : Bu konu önemli bir konu ama maalesef herkes kendine göre farklı farklı yorumlar yapıyor. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, Ashâb-ı kirâmı ve ümmetini Ehl-i Beyt'in hukukunu iyi koruma konusunda şiddetle uyarmıştır. Bu konuda hadis-i şerifler gayet açık; size bazı örnekler vereyim: Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, Ehl-i Beytin sevgisinin, kendisini sevmekten ileri geldiğini biz ümmetine şöyle belirtmiştir: "Sizin en hayırlınız, benden sonra Ehl-i beytime karşı en hayırlı davranan kimselerdir" (Hâkim. Müstedrek, III, 311; Ebû Ya'lâ, Müsned, No:5924)
Başka bir hadislerinde ise Ehl-i beyte buğz edilmemesini bakın nasıl celalli bir şekilde söylüyor; "Allah'a yemin ederim ki, bana ve ehl-i beytime buğzeden ve bizi kızdıran kimse, muhakkak cehenneme girer." (Hâkim, Müstedrek, III, 150; ibnu Hıbbân, el-Ihsân, XV, 435. (No:6978).)
"Ehl-i Beytim Nuh'un gemisi gibidir; ona binen kurtulur; uzak duran boğulup helâk olur." (Hâkim, Müstedrek, III, 151; Ahmed, Müsned, III, 157; Tabarânî, el-Kebîr, No:2636-2638.)
Eğer Efendimize salâvat getirirken içine ehl-i beyti katmazsak güdük olur o salavat. Bu konuda Peygamberimiz bakın bize ne buyuruyor: "Allah ve melekleri devamlı Peygamber'e salât ediyor; ey müminler siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin." (Ahzab/56.) ayeti nazil olunca, Ashab'tan bazıları, Rasûlullah (s.a.v) Efendimize gelerek: "Yâ Rasûlellah! Size nasıl selâm vereceğimizi biliyoruz, fakat size, Ehl-i Beytinize nasıl salât okuyalım?" diye sordular. Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu: "Şöyle deyin: "Allahım! Efendimiz Muhammed'e ve onun âline (ailesine ve zürriyetine) salât et. Peygamberin İbrahim'e ve âline salât ettiğin gibi. Allahım! Efendimiz Muhammed'e ve onun âline (ailesine ve zürriyetine) bereket ihsan et, onları mübarek kıl. Peygamberin İbrâhim'e ve âline bereket verdiğin gibi." (Buhârî, Ehâdisü'l-Enbiyâ, 10; Müslim, Salat, 65-69.)
FEYZ; Zamanımızda seyyidlere "Üstünlük takvadadır" hadis-i şerifini söylüyorlar, bu konuda neler söylersiniz?
S.Vasıf Geylani Efendi : Tabi ki üstünlük takvadadır. Fakat bu yaklaşım tarzında olanlar büyük yanlış yapıyorlar. Bir kişi hem seyyid hem de takva ise o zaman ne diyeceksiniz? Şimdi şöyle düşünelim; iki kişi var, birincisi âlim ve muttaki ikincisi ise seyyid bir kişi olsun. Bu iki kişinin aklı zayi olursa durumları ne olur? O alim kişinin ne alimliği kalır nede takvası kalır. Bir kişi seyyidse ne olursa olsun seyyidliği devam eder.
Günümüzde bütün kavramlar birbirine karışmış durumda herkes işine geldiği gibi yorumluyor. Bu son derce yanlış bir durum. Böyle bir soy Hz. Peygamberin neslinden geldiğinden dolayı kıymetlidir. Seyyidlerin içersinde takva ve muttaki olan seyyidler vardır. Fakat bunun yanında ilim okuma imkânı olmamış kişiler de olabilir. Bunlar bilmediklerinden dolayı bazı hatalara düşebilirler. Onlarla karşılaşınca da hemen onlara karşı sert tavır göstererek mukabelede bulunmak çok yanlış. Böyle yapanlar Ehl-i beytin özelliğini bilmediklerinden yapıyordurlar, en azından ben öyle olduğuna inanmak istiyorum. Aksi halde seyyidlere kötü muamele kesinlikle çok yanlış, kaldı ki seyyid olmayanlara bile yanlıştır. Seyyidler bir hata işlediklerinde onlara yumuşaklıkla muamele ederek yanlışlarını giderebilirsiniz. Aynı Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendilerimizin yanlış abdest alan bir kişiye yaptığı gibi yapabilirsiniz. Görüyorsunuz birçok ahlakı biz ehl-i âba diye bilinen Peygamberimiz ve onun kızı Hz. Fatıma, Peygamberimizin damadı Hz. Ali ve Hz. Hasan Hz. Hüseyin'den öğreniyoruz. Nasıl olur da onların neslinden günümüze kadar gelen ehl-i beyte yanlış muamele edebiliriz. Böyle bir lüksümüz yok. Biz onlara da İslam hükümleri içindeki hoş görü ve Hz. Peygambere olan sevgi cihetiyle muamele edeceğiz. Burada yanlış anlaşılmasın, çünkü biz doğruyu açık açık söylediğimiz halde illada yanlış anlamak isteyen insanlar olabilir. Seyyidlere tabiî ki İslam hükümleri ile muamele edeceğiz. İslam hükümleri ile muamele ederken de Efendimizin bu konu ile ilgili yüzlerce hadis-i şerifini yok saymadan…
Bakın Efendimiz ne diyor; "Rabbim bana, Ehl-i Beytim içinde kim Allah'ın birliğini ve benim peygamberliğimi kabul ederse ona azap etmeyeceğini vaadetti." (Hâkim, Müstedrek, III, 150.)
Ne olur bunları okuyucularımıza iletin. Bunlar hakikatler, artık herkesin vicdanına kalmış bir mesele. Ama şunu da hatırlatmak isterim; Hz. Peygamberin ailesi dışında bazı sahabeler, Ehl-i beyt'e dahil olma şerefine nail olmuşlardır. Selmân el-Fârisî ve Vâsile b. Eskâ'nın adları bu sahâbe arasında sayılır. Müslümanlar bu büyükleri kendilerine örnek almalıdır. Bu sayede Ehl-i Beyt sevgisini gözetmeleri onların istifadesi için önemlidir.
Ehl-i Beytin İslam Coğrafyasına Dağılması
Hicrî II. yüzyılın yarısından itibaren bazı Ehl-i beyt mensupları farklı coğrafyalara dağılmışlardır. Fas'ta devam etmekte olan İdrisî Devleti'nin temelleri bu dönemde atılmıştır. Yine Hazar Denizi'nin kuzeyinde Taberistan bölgesinde, Mekke'de, Yemen'de Ehl-i beyt yönetimleri ortaya çıkmıştır. Ticaret yolları vasıtasıyla Kore'ye kadar giden Ehl-i beytten bahsedilmektedir. Ayrıca Türkistan bölgesi ve Malezya gibi bazı bölge insanlar, Ehl-i beyt mensupları sayesinde Müslüman olduklarını söylemektedirler. Yerleştikleri bölgelerin yerel halkıyla yaptıkları evlilikler sonucunda da, Arabından Çinlisine, Türkünden Acemine kadar farklı farklı ırklara mensup Seyyid ve Şerifler doğmuşlardır.
FEYZ; Bize Hz. Hasan'ın özelliklerinden bahseder misiniz?
S.Vasıf Geylani Efendi : Hz. Hasan, Ehl-i beyt'e ve Âl-i abâ'ya dâhil olmasının yanında kardeşi Hüseyin'le birlikte Hz. Peygamber'in neslini günümüze kadar devam ettiren iki kişiden biridir. Hasan ve Hüseyin'e duyulan sevgi ve şefkat Resûl-i Ekrem'in vefatından sonra da devam etmiştir. Meselâ Hz. Ömer, hilâfeti sırasında divan teşkilâtını kurup herkesin tahsisatını belirlerken onlara Bedir Savaşı'na katılanlara verilen miktarda tahsisat ayırmıştır. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ile birlikte bütün İslâm dünyasında olduğu gibi Türkler arasında da Resûl-i Ekrem'in sevgili torunları sıfatıyla daima tebcil edilmiş, sevilmiş ve sayılmış, adları çocuklara verilen en yaygın isimler arasında yer almıştır.
"Müctebâ, taki, zekî" ve "sıbt" lakaplarıyla tanınan Hz. Hasan halim-selim, cömert, sakin, vakarlı, siyaset ve fitneden kaçınan bir yaratılışa sahipti. O, altı ay üç gün halifelik yapmıştır. Muâviye ile anlaşma 25 Rebîülevvel 41 (29 Temmuz 661)
Hz. Hasan doğrudan Resûl-i Ekrem'den, anne ve babasından on üç hadis rivayet etmiştir. Âlemlerin efendisi olan sevgili Peygamberimizin terbiyesiyle yetişip, büyüyen Hz. Hasan, mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Peygamberimiz, Hz. Hasan'ı çok sever, ona şefkatle muamele ederdi. Hz. Hasan cömert ve kerîmdi. Fizik ve ahlâk olarak Hz. Peygamber'e çok benzerdi. Çok takva sahibi idi. Medine'den Mekke'ye yürüyerek 15 defa hac yaptığı bilinir.
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Cennetin Efendileridir
FEYZ; Peygamber Efendimiz torunlarına nasıl davranırdı?
S.Vasıf Geylani Efendi :Efendimiz torunları Hz. Hasan(ra) ve Hz. Hüseyin'e (ra) karşı son derece şefkatliydi. Torunlar namaz kılarken onun üzerine çıkarlar. Hutbede bile yanına gelirlerdi. Buradan anlıyoruz ki Efendimiz onlara karşı yumuşak bir duruş sergiliyordu. İstedikleri zaman dedelerinin yanına gelebiliyorlardı.
Kaynaklar, Rasûl-i Ekrem'in "cennetin efendileri" dediği ve haklarında, "Allahım, ben onları seviyorum, sen de sev" diye dua ettiği iki torununu çok sevdiğini, isteklerini tereddütsüz yerine getirdiğini, onlarla oyun oynadığını, sırtına bindirip gezdirdiğini, hatta secdede iken sırtına bindiklerinde ininceye kadar kalkmadığını belirtir ve onlara olan düşkünlüğünü gösteren birçok rivayet naklederler. Bunlardan biri de şudur: Bir gün Hz. Peygamber minberde iken Hasan ile Hüseyin'in düşe kalka mescide girdiklerini görmüş, konuşmasını yarıda keserek aşağı inip onları bağrına basmış, "Cenâb-ı Hak, 'Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir' (et-Tegâbün 64/15) derken ne kadar doğru söylemiştir, onları görünce dayanamadım" dedikten sonra konuşmasına devam etmiştir. (İbn Mâce, "Libâs", 20; Tirmizî, "Menâkıb", 30; Nesâî, "Cum'a", 30, "Cîdeyn", 27)
Bir defasında Hz. Hasan, kardeşi Hz. Hüseyin ile Resulullah'ın huzurunda güreşiyorlardı. Resulullah Efendimiz, Hz. Hasan'ı teşvik buyurdular. Anneleri Fatıma-tüz-Zehra, babasına dedi ki: - Ya Resulallah! Hasan büyüktür, hep onun tarafını tutuyorsunuz. Hâlbuki küçüğe yardımcı olmak daha uygun değil midir? Bunun üzerine buyurdular ki: - Ya Fatıma! Cebrail aleyhisselam, Hüseyin'e yardım ediyor.
Ebu Eyyûb-el-Ensarî, Hasan ile Hüseyin'in, Resulullah'ın huzurunda oynadıkları sırada huzurlarına girince dedi ki: - Ya Resulallah! Sen bunları çok mu seviyorsun?
Peygamber efendimiz de buyurdu ki: - Nasıl sevmem. Bunlar benim dünyada öpüp, kokladığım iki reyhanımdır. Ebu Hureyre'nin naklettiğine göre, bir gün Resulullah Efendimiz Hz. Hasan'ı kucağına oturtmuştu. O da mübarek sakallarıyla oynuyordu. Resulullah Efendimiz üç defa buyurdu ki: - Ben bunu çok seviyorum. Sen de sev! Onu sevenleri de sev! Hz. Hasan daha küçük yaşta iken, Resulullah Efendimizin; "Bu oğlum seyyiddir. Ümit ederim ki, Allahü teâlâ onun vasıtasıyla iki tarafın arasını bulur" hadis-i şerifine mazhar oldu.
FEYZ; Hiç şüphesiz Ehl-i Beyt çok önemli. Ehl-i Beyt kimlerin vasıtası ile günümüze gelmektedir?
S.Vasıf Geylani Efendi : Peygamber efendimiz bir gün Hasan, Hüseyin, Fatıma ve Ali'yi, âbası altına alıp, Ahzâb suresinin; "Ey ehl-i beytim! Allahü teâlâ sizlerden kiri, her kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet ile temizlemek irade ediyor" 33. ayetini okuyup, şunları ilave ettiler: "Allahım! Benim ehl-i beytim bunlardır!"
Her Müslüman'ın sevmesi lazım gelen Ehl-i Beyt'ten olan Hz. Hasan, beyaz ve güzel yüzlü olup, yüzü Resulullah'a çok benzeyen yedi kişiden birisidir. Resulullah Efendimize ondan daha çok benzeyen kimse yoktu. Kaynaklarda Hz. Hasan'ın (ra) dedesine çok benzediği nakledilmektedir. Hatta bu özelliğinden dolayı Hz. Ebubekir (ra) tarafından "Ey Nebi'ye benzeyen, Ali'ye benzemeyen" şeklinde hitap edildiği ve bu hitabın babası Hz. Ali tarafından tebessümle karşılandığı bildirilmektedir.
FEYZ; Hz. Hasan'ın halifeliğinden bahseder misiniz?
S.Vasıf Geylani Efendi : Hz. Ali'nin şehit edilmesinden sonra Küfeliler Hz. Hasan'a biat etti. Bu sırada Hz. Hasan da Emevilerin ırkçı tutumlarını benimsemiyordu. Çünkü "Hasan ve Hüseyin'in emevilere karşı mücadeleleri, din ve milliyet muharebesi idi. Yani, Emeviler devlet-i İslamiyeyi Arap milliyeti üzerine istinat ettirip, rabıta-i İslamiyeti rabıta-i milliyetten geri bıraktıklarından, iki cihette zarar verdiler." (Mektubat, 58)
Fitnenin ve kardeş kavgasının daha fazla yayılmasına gönlü razı olmayan Hz. Hasan, Muaviye ile anlaşma yoluna giderek halifelikten feragat etti.
Maddi saltanat yerine manevi saltanatı seçmesiyle Efendimizin mucizesi gerçekleşti. Hz. Hasan bu feragati ile dünya saltanatını bırakarak kan dökülmesini önledi. Fakat bunun yanında manevi bir saltanat kazanmış oldu. Risale-i Nur'da bu olayın içyüzü şöyle anlatılır: "Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, mânevî bir saltanata namzet idiler. Dünya saltanatı ile mânevî saltanatın cem'i gayet müşküldür. Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yüzünü gösterdi ki, kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın."
"Onların elleri muvakkat ve surî bir saltanattan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı maneviyeye tayin edildiler. Âdi valiler yerine, evliya aktablarına merci oldular." (Mektubat s. 58, 59)
FEYZ; Son günlerde medyada Hz. Hasan'ın soyunun olmadığı gündeme geldi siz bir Hasanî olarak bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
S.Vasıf Geylani Efendi : Bu söz kesinlikle yanlıştır. Bu açıklamayı yapan kişiye ulaştığımızda bizim söylediklerimizi teyid ettiler. Haliyle böyle bir söz kamuoyunda büyük yankı buldu. Bu kabul edilemez bir şey. Ayrıca ilmi hiçbir dayanağı yoktur. Bunun yine medya arcılığı ile duyurulması gerekir. Hz. Hasan'ın çocuklarının sayısı bazı rivayetlere göre değişmekle birlikte şunlardır; kız ve erkek olarak değişik rivayetler vardır. Oniki, onbeş, onaltı, ondokuz, yirmi ve yirmi iki çocuğu olduğu rivayet edilir.
Kaynaklarda adları verilen çocukları şunlardır: Zeyd, Hasan, Kasım, Ebû Bekir, Abdullah, Amr, Abdurrahman, Hüseyin, Muhammed, Ya'küb, İsmail ve Talha. Tarihçiler, soyunun Hasan el-Müsennâ ve Zeyd adlı çocuklarıyla devam ettiğinde birleşirler. Tarihte Hz. Hasan'ın neslinde gelen birçok kişi tarafından kurulan İdrîsîler, Ressîler, Sa'dîler ve halen devam eden Filâlîler ile (Fas) Hâşimîler (Ürdün) gibi birçok büyük hanedan aileler vardır. Resûl-i Ekrem'in torunu, Hz. Ali ve Fâtıma'nın büyük oğlu ve müslüman kanının dökülmesini istemeyerek hilâfetten feragat etmiş bir kişi olarak Hz. Hasan üzerine geniş bir literatür teşekkül etmiştir.
Onun hakkında İslâm tarihi kaynaklarından ve biyografik eserlerden başka müstakil çalışmaların da yapıldığı görülmektedir. Hadis külliyatından Buhârî ile Müslim'in çeşitli bölümlerinde Resûlullah'ın Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında söylediği birçok hadis mevcuttur (Buhârî, "Fezâ'ilü aşhâbi'n-nebî", 18, 22; Müslim, "Fezâ'ilü'ş-şahâbe", 32, 56, 58-61, 67). Her iki eserde de Hasan ile Hüseyin'in faziletlerine dair müstakil birer bab açılmış ve Hz. Peygamber'in yalnız biri veya her ikisi için söylediği medihkâr sözler kaydedilmiştir. (Tirmizî'de de "Menâkıbü'l-Hasan ve'1-Hüseyn" ve "Menâkıbü Ehli beyti'n-nebî" adlarıyla bablar açılmış, buralarda diğer bölümlerin yanında yirmiden fazla hadis nakledilmiştir.)
FEYZ; İsterseniz biraz da Seyyid ve Şerif kavramları üzerinde duralım?
S.Vasıf Geylani Efendi : Bu önemli bir konu, güzel bir soru sordunuz. Bizim için asıl önemli olan Peygamberimizin soyundan yani Hasan-i ve Hüseyn-i olmasıdır. Bunun haricinde bu iki kardeş çocukları arasındaki ayrım ehl-i sünnet kaynaklı değildir. Özellikle burada belirmek gerekir ki, Hz. Hüseyin (ra)'ın hanımı Farisi olduğundan Şialar Hz. Hasan'ı anlamsız bir şekilde birbirinden ayırmak için Seyyid ve Şerif ünvanlarını kullanmışlardır. Bunu da Hz. Hasan'ın halifeliği teslim etmesi sebebiyle yapmaktadırlar.
Bu iftira ile de yetinmeyip çok evlilik yaptığına dair iftiralar atılmışlar. "Mıtlak" (çok boşayan) lakabıyla da anılan Hz. Hasan'ın hayatında 100'e yakın evlilik yaptığı söylenir; hatta Şiî müelliflerinden İbn Şehrâşûb'a göre ayrıca 250 veya 300 cariyesi olmuştur. Ancak onun hakkında müstakil bir araştırma yapan Bakır Şerif el-Kureşî, bu rivayetlere karşı çıkarak kendisinin sadece on üç evlilik yaptığını söylemektedir. Bizim ulaştığımız kaynaklarda ise 6-7 gibi daha az evlilik yaptığı bilgisine ulaşıyoruz. Bu Hz. Hasan'a bir iftiradır. Bir insanın bu kadar evlilik yapması mümkün değildir. Evet Hz. Ali "Bu oğluma kız vermeyin" diyor. İnsanlarda ehli- beyt'e karşı olan muhabbetlerinden dolayı kızlarının Hz. Hasanla evlenmesini bir şeref gibi gördükleri için evlendirmek istediklerini söylüyorlar. Bu Hz. Hasan'ın çok evlendiğinin delili olamaz. Ne var ki Muâviye ile barış yaptığı için ona karşı çıkmış ve kendisini tenkit etmişlerdir. Bazıları maalesef ona iftira atmışlar, önemsizleştirmek için olmadık
yollara tevessül etmişlerdir.
Size ilginç bilgiler vereyim, Hasaniler ve Hüseyniler aynı zamanda anne tarafı ile birbirleri ile akrabadır. Yani Hz. Hasan'ın kızı Fatıma ile Hz. Hüseyin'in oğlu Hz. İmâm Zeynel Âbidin evlidir, çocukları da Hz. İmâm Muhammed'ül Bâkırdır.
Böylece hem baba, hem ana tarafından soyları Hz. Ali'ye ulaşmaktadır.
Hz. Hüseyin'in kızı Fatıma ise Hz. Hasan'ın oğlu Hz. Hasan ül Müsenna ile evlidir. Oğulları da Hz. Abdullah el-Mahtır. Dolayısı ile aynı zamanda Hz. Hüseyin'in torunudur. Yani hem Hasaniler hem de Hüseyniler birbiri ile akrabadır, bu iki nesilden gelenler de aynıdır onun için bunları ayırmak doğru değildir. Hz. Hasan'ın soyu, oğulları Zeyd'ül Eblec ve Hasan-ül Müsenna ile günümüze ulaşmıştır.
FEYZ; Hz. Hasan'ın günümüze kadar soyu devam eden çocukları Hz. Hasan-ul Müsenna ve Hz. Zeyd-ül Eblec'den bahseder misiniz?
S.Vasıf Geylani Efendi : Size kaynaklarla sabit olan bazı kayıtları aktarmak isterim. Böylece bu konu ile ilgili akıllardaki bulanıklığın dağılmış olacağı kanaatindeyim.
Hz. Hasan'ın oğlu Zeyd, Peygamber Efendimizden kalma sadaka vakfiyesinde görevli bir kişi idi. Kendisi halk nezdinde kadir kıymet sahibi, son derece ahlaklı bir kişi idi. Tabiatı çok nazikti. Güzelliğinden, faziletinden ve yüce ahlakından dolayı şairlere ilham kaynağı olmuştur. Uzak yerlerden herkes ona gelirdi görmek için. Kendisine Eblec lakabı verilmiştir.
Süleyman bin Abdulmelik devlet idaresine gelince Medine valisine "Zeyd ül-Eblec" bir mektup gönderdi. Yerine de yakınlarından birinin getirilmesini istedi. Böylece Zeyd ül-Eblec görevden azledildi. Ömer Bin Abdülaziz vali olunca Medine valisine mektup yazdı. "Bu görevi yeniden Zeyd ül-Eblec'e geri ver. Çünkü o Seyyiddir, Haşimidir, üzerimizde hakkı vardır. Ona yardımcı ol." dedi. Daha önce bu sadaka görevinden Hz. Ali ve Hz. Abbas sorumluydu.
Buradan da anlaşılacağı üzere Hz. Hasan'ın oğlu Zeyd ül-Eblec'tir. Zeyd'in Medine'de "sadaka görevlisi" olduğu, dünyaca kabul edilen İbn-i Kesir'in El-nihaye vel bidaye kitabında (sayfa 225) kayıtlıdır. Hz. Hasan'ın oğlu Hasan-ül Müsenna için rivayet edilir ki, Abdülmelik oğlu Velik, Medine valisine mektup göndererek Hasan-ül Müsenna'nın Irak halkına mektup göndererek onları aleyhine kışkırttığını söyler ve "Bu benim mektubumu aldığın zaman milletin içerisinde kendisine yüz değnek vurun. Eğer ben onu görürsem öldürürüm" demiştir.
Buradan da anlaşılacağı üzere Hz. Hasan'ın oğlu Hasan-ül Müsenna dır. Hasan-ül Müsenna Medine'de hicri 96 'da vefat etmiştir. Annesinin adı Halvet'tir. Bu da, dünyaca kabul edilen İbn-i Kesir'in El-nihaye vel bidaye kitabında (sayfa 178 cilt 9) kayıtlıdır.
Hasan-ül Müsenna
Hz. Hasan'ın oğlu Hasan-ül Müsenna amcası Hz. Hüseyin'in (ra) iki kızı Sakine veya Fatıma'dan birisi ile evlenmek istediğini söyledi. Hz. Hüseyin (Radıyallahü Anh), ona hangisiyle evleneceği sordu. Hasan'ül Müsenna amcasının karşısında utandı. Hz. Hüseyin de ona "Anneme çok benzeyen kızım Fatıma'yı sana verdim."dedi. Hasan el Müsenna, amcası Hz. Hüseyin'in Kızı Hz. Fatıma ile evlenmiştir. Kerbela'ya da Amcası Hz. Hüseyin ile birlikte katılmıştır. Anne tarafının akrabaları yani dayıları onun yanına gelip "kimse ona dokunamaz" diyerek onu esirler arasından aldılar. Hasan el Müsenna, Medine'de hicri 97 yılında 85 yaşında iken vefat etmiştir. Vefat ettiğinde hanımı Fatıma kabrinin yanına çadır kurarak bir yıl çadırda kaldı. Geceleri namaz ve gündüzleri de oruçlu halde günlerini geçirdi. (Nurul Ebsar sayfa 125)
Hasan el Müsenna'nın beş tane oğlu olduğu ve isimleri Bahrul Ensap'ta kayıtlıdır. Bu esere göre isimleri;
Abdullah el-Maht, Annesi Fatımadır.
İbrahim ul-Kamer, Annesi Fatımadır.
Hasan (Üçüncü Hasan), Annesi Fatımadır.
Davut, Annesi Habibe'dir.
Cafer, Annesi Habibe'dir.
Said'ten rivayet edilir ki; Bir gün Hasan-ül Müsenna bir adamın Efendimizin kabrine yönelerek namaz kıldığını görür. Ona dönerek; "böyle yapma Efendimiz " Benim kabrimi bayram yeri gibi yapmayın. Evlerinizi de kabir gibi yapmayın. Nerede olursa olsun salavatlarınız bana ulaşır." buyurduğunu söyler
Zübeyr bin Bekar rivayet ediyor ki; Hasan-ül Müsenna Medine'de sadaka görevindeyken bir gün Haccac-ı Zalim dedi ki: "Amcan Ömer'i (Hz. Ali'nin diğer hanımlarından olan oğlu) yanına alsana, çünkü o senin amcandır". Hasan-ül Müsenna ona şöyle cevap verdi. "Ben Hz. Ali'nin vasiyetini yapacağım ve onun vasiyetini bozmayacağım." Haccac onu tehdit ederek "Zorla da olsa Ömer'i sana yardımcı yapacağım.". Bunun üzerine Hasan-ül Müsenna, Abdülmelik bin Mervan'ın yanına giderek durumu halifeye anlatır. Halife gelişinden çok memnun olur. Medine valisine "benim emrimin önüne geçme" ikazında bulunur. Hasan-ül Müsenna'nın gönlünü hoş ederek hediyelerle geri gönderir. (Nüshetül Futara Tezhip Siretül Ala İmam Zehebi Cilt 2 Sayfa 536-537.)
FEYZ; Zeyd'ül Eblec'ten gelen aile şu anda nerelerde yaşamaktadırlar?
S.Vasıf Geylani Efendi : Bu ailelere mahsus insanlar isimleri ile birlikte kayıtlıdır.
Zeyd'ül Eblec'ten gelen sülale;
Beni Beruka ailesi Necef'tedir.
Diyali ailesi Necef'tedir.
Sebiyun ailes Necef'tedir.
Benu Kerkeret Necef'tedir.
FEYZ; Hz.Hasan-ül Müsenna'nın soyundan gelen aileler hangi bölgelerde yaşamaktalar?
S.Vasıf Geylani Efendi : Hz.Hasan-ül Müsenna'nın ailesi Mahvazatul ensar kasabasında bulunuyorlar. Bu aile Abdulkadir Geylani Hz.'nin oğlu Abdülaziz'in soyundan gelmektedir. Irak'ın Enbar şehrindedirler. Bu ailenin ileri gelenleri Şeyh Faik Esmai, İsmail, Muhammed Hasan gibi kişilerdir. Bunları lakabı da "hayali" dir. Hayali denmesinin sebebi de Musul yakınlarında bir dağa verilen isimdir. Bu dağda yetiştirilen bitkiler bir sene mahsul verir bir sene vermez. Bundan dolayı "hayali" denmiştir. Bu aile buradan geldiği için bu lakabı almıştır. Aşiretül Nevail Şeyh Abdurrezzak'ın neslinden gelir. Necef civarında yaşamaktadırlar. Ali Sindi ailesi Kerbela civarında yaşamaktadır. Lagavi ailesi vardır. Alul nuğuvi ailesi vardır. Burada ismini sayamayacağımız bu soydan gelen birçok bu aile vardır.
Ayrıca Türkiye, Filistin, Ürdün, Fas, Irak, İran devletlerinde Hz. Hasan'ın soyundan gelen seyyidler günümüze kadar gelmiştir. Halen hayatlarına bu bölgelerde devam etmektedirler. (Tarih ve Mütat ali Beyt fi Biladi Fazilin sayfa 178-180)
FEYZ; Siz Ehl-i Beyt soyundan geliyorsunuz. Bize bu konudan bahseder misiniz?
S.Vasıf Geylani Efendi : Bizim ailemiz "Teylan Seyyidleri" olarak bilinir. Geylani ailesindeniz. Bilindiği gibi büyük İslam âlimlerinden ve evliyanın meşhurlarından Gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülkadir Geylani Hz. İran'ın Geylan şehrinde 1078'de dünyaya gelmiş bir velidir. Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur. Seyyid Abdulkadir Geylani Hz., Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı Müsenna'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır. Annesinin ismi Ümm-ül-hayr Fatıma, Hz. Hüseyin'in soyundan gelir. Bunun için Seyyid Abdülkadir Geylani, hem hasani, hem hüseynidir. 1166 vefat eden Seyyid Abdülkadir Geylani Hz.'nin türbesi de bilindiği gibi Bağdat'tadır. Bizim soyumuz da oğlu Abdülaziz'in soyundan gelmektedir. Baba ecdadımızdan bu güne kadar aile büyüklerimizin hepsi de âlim ve muttaki insanlardı. Hepsi İslam'a ve Müslümanlara hidayet yolunu göstermiş hizmet etmiş insanlar…
Çok hadisler vardır. İnsanların Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ittiba etmeleri için bu nu kaybetmemeleri gerekir. Tabi biliniyorsa, bilmiyorsa tabi bir sorumluluk yoktur. Burada şunu belirmeliyim seyyidler de hata yapabilir, alim bir kişi de hata yapabilir. Önemli olan burada Resululah Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hatırı için iyi davranmalı, neticede onlar da bir insan ama Resulullah Efendimizin bir hatırasıdır bize. Efendimizden şöyle bir hadis nakledilir:
Zeyd b. Erkam (r.a) anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.v), Mekke ile Medine arasında Hummen denilen suyun başında bir hutbe verdi. Allah'a hamd, sena ve zikirden sonra şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Dikkat ediniz; ben bir beşerim. Rabbimin ölüm elçisinin gelmesi ve benim ona icabet edip aranızdan gitmem yakındır. Sizlere hukuku ağır iki kıymetli emanet bırakıyorum. Birincisi Allah'ın Kitabı'dır. Onda nur ve hidayet vardır. Allah'ın Kitabına sımsıkı sarılın. Onunla meşgul olun, onu öğrenin, öğretin; hükümlerini anlayın. İkinci emanet Ehl-i beytimdir. Ehl-i Beytim hakkında Allah'tan korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında Allah'tan korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında Allah'tan korkmanızı hatırlatırım. " Humus ayeti ile ehli beyte maaş bağlanmıştır. Bu uygulama Osmanlı döneminden yakın tarihe kadar devam etmekteydi. Bir kişinin Seyyid olunduğunu anlayınca öncelikle kalbi edepli olmak gerekir. Fakat bu insanların kendi elinde olan birşey, dikkat etmek gerekir. Siz bir aileyi "Seyyid" diye biliyorsanız o kadar iyi muamelede bulunun, bilmiyorsanız zaten bir şey yok… Bu konuda fazla da bir şey söylemeye gerek duymuyorum.
Nüzhed-ül Fudala kitabında Ehl-i beyt'in günümüzde yaşadığı yerlerin isimleri mevcuttur. Arapça bilenler kaynak kitap olarak başvurabilirler. Keşke bu eser Türkçeye çevrilse büyük bir hizmet olur.