Ehl-i sünnette İmam- ı Gazâlî için “Huccetü’l-İslam”ünvanı kullanılır. Herhalde bu İmam- ı Gazâlî’nin İslam’a dair her söylediğinin hüccet olduğu anlamına gelmez. Böyle bir anlamı çağrıştırmak için bu unvan verilmemiştir aslında ama bu ünvanı bir açıdan hak ediyor İmam- ı Gazâlî. O da İslam medeniyetinin bütün vecihlerini temsil etmesi bakımından, hiçbir veçhesi yoktur ki orada kalem oynatmış olmasın. İmam- ı Gazâlî dört asrı değerlendiriyor, o dört asır içerisinde ortaya çıkan arizî düşünce olarak gördüğü, İslam düşüncesine dâhil olarak gördüğü, dışardan girdiğini kabul ettiği hususlara İslam’ın içinden çok yüksek cevaplar veriyor. İslam’ın içinden ortaya çıkan bir takım yanlış düşüncelere çok güzel cevap veriyor. Sonraki bütün âlimleri etkiliyor. Bir medeniyet âlimi; İslam medeniyetini temsil etmesi bakımından “Huccetü’l-İslam”denilmesini hak ediyor. Ayrıca sadece ilim yapmıyor, İslamî hayatın bütün vechelerini yaşıyor, tecrübe ediyor. Siyasetin de doruğuna çıkıyor, tecrübe ediyor, siyasette de, ahlakta da, felsefede de, fıkıhta da, her şeyi tecrübe eden bir âlim olması bakımından da “Huccetü’l-İslam” unvanını hak ediyor.Ayrıca bir yönü daha var, Gazalî’nin vefatının 900’üncü yılındayız… Bir âlim düşünün ki 900 yıl sonra İslam dünyasında ilimle iştigal eden herkesi heyecanlandırmaya devam ediyor. Her satırı heyecan veriyor. Bu yönüyle de genç talebe arkadaşlarımızın bu heyecanlarını daima dorukta tutacak bir âlim olduğunu, hatta-bir kitapta söylediğinin tam hilafına başka bir kitapta, bir yerde bir hususu ifade ederken öyle ispat ediyor ki kabul ediyorsunuz, sonra onu reddeden bir başka yerde bir başka eserinde tamamen ona muhalif bir düşünceyi ispat sadedinde anlatıyor yine orada da güçlü olduğunu görüyorsunuz- bu açıdan aslında kendi içinde yaşadığı, kendi ilmî hayatında yaşadığı ve dinî hayatında yaşadığı çelişkileri dahi her mümin için heyecan vericidir.
Benim İmam-ı Gazâlî ile ilgili şahsi tecrübem, mastır ve doktora öğrencilerimizle birlikte biz “Ahlak ve Hadis” isminde bir ders koyduk ve onlarla birlikte şunu hedefledik: sünnet ve hadisi bir ahlak hareketine dönüştüren âlimlerimizi inceleyelim. Ahlak kaynaklarımızdaki hadisler ile hadis kaynaklarımızdaki ahlak rivayetlerini mukayese edelim istedik. Bu açıdan üç âlimi ele aldık, birisi Ebu Talib el Mekkî, birisi Şarânî’nin “el Mizan”ı, öbürü de “İhya-i Ulumi’d-din.” Bu üç eserdeki sünnet ve hadisi bir ahlak hareketine dönüştürme çabasını ele aldığımızda, özellikle Gazâlî ile ilgilenmeye başladığımızda Gazâlî bizi aldı başka yerlere götürdü. Yani orada kalamadık, kalmamız da mümkün değildi. Bilhassa hepimizin üzerinde çok durduğu, emek verdiği, anlamaya çalıştığı, Resul-ü Ekrem’den (sav) gelen hadis mirasının doğru anlaşılması için özellikle gösterdiği çabaları “İlcâm-ül-Avâm”da, “Kanunu’t-te’vîl”de, “Faysal-ut-Tefrika”da muhtelif eserlerinde gördüğümüzde adeta bizi teslim aldı ve bu yolda ilerlemeye devam ettik. Ayrıca sünnet ile ilgili usûl eserlerinde yazdıklarını, vaaz ve irşad sadedinde yazdığı eserlere tatbik etme imkânı bulduk. Eğer siz “el-Mustasfa”da sünnet ile ilgili ortaya koyduğu kriterleri “el-Erbain fi usûli’d-din” ile mukayese ederseniz, orada tamamen farklı iki sünnet anlayışı ortaya çıkıyor. Aynı şekilde “el-Mustasfa”daki hadisleri eleştirmek için, bir hadisin sahihliğini sakîminden ayırmak için ortaya koyduğu esasları ve prensipleri İhya’daki hadislere tatbik ederseniz, başka hiç kimsenin eleştirisine ihtiyaç yok sadece kendisinin koyduğu prensipleri İhya’daki hadislere tatbik ettiğinizde zaten gerçek ortaya çıkacaktır. Burada bırakmamak lazım. Bir defa İslam ümmetinin muhayyilesindeki Gazâlî ile hakikatteki Gazâlî’yi tefrik edecek çalışmalara ihtiyaç var. Böyle bir şey var, bir muhayyilede beslediğimiz bir Gazâlî var. Tatar âlimlerden Rızaeddin Fahreddin Efendi’nin İmam-ı Gazâlî ile ilgili çok güzel bir biyografisi vardır, Türkçeye çevrilmedi zannediyorum ama aslında Arapçaya da çevrilmeyi hak eden bir bibliyografidir. Tatarca ve Çağatayca yazılmıştır. Orada da ümmetin muhayyilesindeki Gazâlî ile başlar o biyografiye. Daha dünyaya gelmeden Hz. Peygamberle Hz. Musa arasındaki bir münakaşaya bile mevzu edilen bir Gazâlî’yi düşünün malumunuz; oradan ele alarak daha sonra Gazalî’nin İslam ümmeti için ve İslam medeniyeti için, İslam medeniyetinin kimliği ve İslam ümmetinin kişiliği üzerine söylediklerinin ne kadar önemli olduğunu anlatan çok güzel bir biyografidir. Ayrıca Gazâlî’yi her meslek erbabı ayrıca değerlendirsin ama orada da bir sorunumuz var; aslında bir ‘ihtisas körlüğü’ içerisinde her alanda bir arkadaşımızın kendi zaviyesinden gördüklerinden bir Gazâlî ortaya çıkarmasının doğurduğu sorunlar da var. İmam-ı Gazâlî’yi bilakis bir bütün olarak görmek gerekiyor. Ben arkadaşlara, özellikle öğrenci kardeşlerimize iki tavsiyede bulunarak sözlerimi bitiriyorum: birincisi İhya’da “beden ilkesinin sultanı” başlıklı bir bölüm var, aslında zayıf bir hadise dayanarak inşa etmiştir ve kalbin askerlerinden söz eden, kalbi anlatan, belki pek çok tasavvuf kitabında görmek mümkün olmayan çok güzel bir bölüm vardır, bu bölümü ayrıca okumak lazım. Bu bölüm müstakil bir kitapçık olarak neşredilmeyi hak eden bir bölüm.
Son olarak da Gazalî’nin “Eyyüh-el-Veled” diye, bizim Osmanlı geleneğinde de ilmihal geleneği içerisinde okutulan bir kitabı vardır. Ben de şahsen daha ilkokul yıllarında “Eyyüh-el-Veled’in” Osmanlıcasını satır satır babasından dinleyen sonra da bizzat takrirle ona okuyan bir kardeşiniz olarak söylüyorum… onun sonunda İmam-ı Gazalî’nin bir duası vardır. Gazalî’nin duaları bile bizim klasik dua geleneğimizden çok farklıdır, o duayı bulup ezberlemelerini ve zaman zaman Rabbimize yalvarırken, o duayı kullanmalarını tavsiye ediyorum.