Hacer’ül Esved’i Nereye Koyalım

 

Trafiğe bağlı sorunlar eskiden beri Türkiye’nin çilesi olmuştur. Bayram yoğunlukları, gidiş ve dönüş yolculukları, can ve mal kaybına yol açan kazalar hep içimizde kanayan bir yara olarak durur. Hatta yıllardır milletin başına bela olan terör ve terörden kaynaklanan can kayıplarıyla kıyaslanır, trafik kazalarındaki kayıplar… Hatta ve hatta can kayıplarının bir kısmı da trafik kazalarındaki kavgaların sonucunda yaşanır. Silahlı yaralamalar, metal eşyalar, bıçak, sopa ve küfürlü kavgalar… Hepsi de can yakıcı, içler acıtıcı, dayanılması güç manzaralardır. Bir anlık sinirlenme, kontrolsüz bir öfke, bu kavgaların fitilini ateşler. Sonrasında pişmanlık, “niye yaptım ben bunu?” serzenişleri; küskünlük, kırgınlık ve devam eden mahkemeler… Temelinde dikkatsizlik ve konsantrasyon sorunları yatsa da nihayetinde problemli bir şekilde trafiğe çıkmanın getirdiği vahim sonuçlar bunlar. Tabi bu arada yaşanan bencillikler, adaletsiz hak ve kural ihlalleri, üstünlük taslama ve güç gösterileri hep yaşanan trafik manzaraları. Özellikle İstanbul gibi metropollerin günlük trafik sorunlarından belli başlı olanları bunlar.

 

Hep düşünmüşümdür; düşünce geleneğinde hoşgörü gibi birleştirici, uzlaştırıcı bir kültüre sahip olan bu insanlar niye kavga ederler? Niçin zihinlerindeki doğruya, kalplerindeki eğriyi tercih ederler? Modern dünyanın öfke kontrolü diye tanımladığı şey, bizde tam 1400 yıl önce Hz.Peygamber’in müstesna öğretileriyle çoktan çözümlenmiş bir problem değil midir? Hep “ahlak, ahlak” diyen bir dinin mensupları değil midir kavga edenler? Hatta Ramazan aylarında iftar saatlerinde yaşanan kavganın müsebbipleri olan bireyler, trafikteki Müslümanlar değil midir? Biraz sonra “Allah rızası için tuttuğu orucu” yine “Allah rızası için açacak” olanlar Müslüman değil midir birbirine yumruk atanlar? Sadece bireysel ameli için oruç gibi zorlu bir ibadeti gerçekleştirenler, niçin dinen kardeş kabul ettiği insanların sadece kalbini değil, “kafasını da kırmaktan” hiç çekinmezler? Öyle görünüyor ki, güzel ahlakı tamamlamak için gelen bir Peygamberin tâbileri, güzel ahlakı bozmak için aciz bir tavır sergilemektedirler. Hangi insan, maddeden, paradan daha kıymetli olabilir ki!... Niçin hiç, karşıdakinin zararına üzülen insan tiplerini trafikte göremiyoruz? Niçin güzel davranışlar, örnek davranışlar sergileyen azdan da az… Her neyse, gelmek istediğim nokta şu ki, Hz. Peygamber henüz peygamberlik kendisine bildirilmeden önce dahi “el-emîn” diye vasıflandırılırdı. Çünkü her halukarda Hz.Peygambere güvenilirdi. Vahiy geldiğinde de Hz.Hatice validemiz, Onu halkın gözündeki yüksek itibarı ve dürüstlüğü ile teselli etmişti. O dönemde Kabe’nin tamiri esnasında yaşanan olay ise hepimizin malumu. Hacer’ül Esved taşını kim yerine koyacak tartışması zorlu bir cedele dönüşünce, kendi aralarında Kabe’ye ilk gelecek olan kişinin bu taşı yerleştirmesine karar verilmiş ve ilk gelen kişinin “el-emîn” sıfatıyla anılan Hz.Peygamber olması herkesi rahatlatmıştı. Hz.Peygamber’in bu kavgayı bastıran formülü ise herkesin bir ucundan tutarak Hacer’ül Esved’i yerine koyması şeklinde olmuştu. Aslında her tartışmada böyle bir yolu tercih etmek ve bu tavrın bize verdiği mesajı iyi okumak gerekiyor. Benim kanaatimce bu tercih bize çok şey öğretiyor ve günlük hayatın içindeki trafik kavgalarında da bu formülü uygulamakta çok büyük yararlar var. Çünkü burada öğrenilecek en önemli şey empati yapmaktır. Bu empati, aynı zamanda diğergamlık dediğimiz, başkalarını kendinden daha fazla düşünmek ve ona değer verdiğini göstermek esasına dayanır. Empati, diğergamlıkla sonuçlanır. Kendini başkasının yerine koymak demek, ihtimaldir ki karşıdaki insanın benim bilmediğim ama duyunca hiç şüphesiz anlayış gösterip hatta yardımcı olabileceğim bir sorunu mutlaka vardır diye düşünme erdemini gösterebilmektir. Toplumun %10’unun özürlü, genç bir toplum olmamıza rağmen mecburen bir kısmının yaşlı, yarıdan fazlasının da bayan olduğu ilk etapta akılda tutulmalıdır. Bu saydığım gruplar adına pozitif ayrımcılık yapmak hiç de zor olmasa gerek… Üstelik toplumumuzda 40 yaşının üzerinde pek çok insanın yüksek tansiyon ya da şeker hastası olduğu, bir kısmının obez yani şişman ve hareket kabiliyeti sınırlı olduğu, büyük bir kısmının da gözlerinde kırma sorunu olduğu düşünülürse, şişe dibi gibi gözlük camı kullanan, hem şekeri hem de tansiyonu olan herhangi bir yaşlının trafikte bizimle birlikte araç kullanabileceği hiç de uzak bir ihtimal olmasa gerek… Hastanelerdeki hasta yoğunluğunu düşündüğümüzde, trafikteki yoğunluğun bir kısmının da hastaneye giden ya da hastaneden gelen hasta insanlar ya da hasta yakınları olması da kaçınılmaz görünüyor. Tüm bu problemli insanlar bir yana, toplumun ruh sağlığının ciddi bir şekilde bozulduğunu düşündüğümüzde, aracınızdan kavga için indiğinizde karşınıza çıkan herhangi bir kişinin ciddi psikiyatrik sorunları olması da hiç yadırganmamalı diye düşünüyorum. Eh, dünyanın neredeyse büyük bir hastaneye döndüğü günümüzde, hastaların birbirini madden ve manen darp ve taciz etmesi ne kadar yanlışsa, trafikte kavga etmek de o denli yanlıştır. Hele hele sövmek, Müslüman ahlakına hiç yakışmaz… Hz.Peygamber’in “Ümmete sövmeyiniz, onların ıslahı sizin salâhınızdır” yani onlar ıslah olursa siz de kurtulursunuz sözü kulaklara küpe olmalıdır bugün. Geriye ne kalıyor diye düşündüğümüzde, yaşam tecrübesi gayet sınırlı, genç ve henüz hayatla tam yüzleşmemiş gençler kalıyor. Tabi bir de toplumumuzda psikiyatristlerin “geç yetişkinlik” diye tanımladığı olgunluğun gecikmesi gerçeğini düşünürsek, “kiminle niçin kavga ediyorum ki..” demekten başka bir şey kalmıyor geriye… İşte o zaman Hacı Bektaş-ı Velî Hz.’nin “Bir olalım, diri olalım, iri olalım” sözünün, trafikte insanların baş tacı ettiği bir slogan ya da bir manifesto haline gelmemesi için hiçbir neden kalmaz diye düşünüyorum. Gerçek çok farklı iken bu safdilliğin nedeni nedir diye sorarsanız, tek şey söyleyebilirim: İyi niyet.. Yani ta işin başında eksik olan duygumuz… Eh, tüm bu konuşmalardan sonra artık trafikte kötü ahlaklarımızın getirdiği fiili durumu bir cenazeye benzetirsek, artık bu cenazeyi kaldırmanın ve toprağın altına savaş baltalarıyla birlikte gömmenin zamanı çoktan geldi de geçiyor diyebiliriz. Yani nefsin elindeki silahları… Yani kibrimizi, yani hasedimizi, yani, adaletsiz duruşumuzu, yani kötü niyetlerimizi… Artık direksiyonu, hepimizin ortak kullandığı trafik denen alanda, doğru kurallar çerçevesinde yani doğruluk kurallarına uyarak kullanmanın zamanı geldi de geçiyor diye düşünüyorum. Haydi, hayırlı yolculuklar… Lütfen şu üç günlük dünyada sadece arabayı değil, her daim samimi ve diğergam, empatili ruhumuzu taşıyalım ve sürelim biraz da… İlla birine bir şey söyleyecekseniz, pandomim yapmayı tercih edebilirsiniz, ta ki öfkeniz dinene kadar…