Kör Kalp mi? Gören Kalp mi?

İslamiyet, kalp üzerine bina edilen, kalbi kendisine merkez alan ve onun yörüngesinde şekillenen bir kültür ve medeniyettir. Kalp; gerek miadı dolmuş,  gerekse yaşamakta olan uygarlıklar olsun, hiçbirisinde İslam’da olduğu kadar kendisine yer bulmamış ve bahse konu olmamıştır. Böylesi zengin bir “kalp terminolojisi ve literatürüne” İslam kültürü dışında rastlamanız mümkün değildir. Kalp kelimesi yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de tam 138 defa geçer.

İslam akaidinde iman mahalli kalptir. Klasik iman tanımı; “dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir” şeklindedir. İnanma, son kertede bilinçli bir karar kılma keyfiyeti olduğuna, bu durum da kalpte tezahür ve tecelli ettiğine göre kalp, hayati bir önem taşıyor demektir. Bu hususla ilgili olarak hadis-i şeriflerde şöyle buyrulmaktadır: “İnsan vücûdunda bir et parçası vardır ki o düzelirse bütün vücud düzelir, o bozuk olduğunda da bütün vücud ifsâd olur. İyi bilin ki,  o et parçası kalbtir” (Buhârî, İmân, 39; Müslim, Musâkât, 107; İbn Mâce, Fiten, 14). Ma’rifet yani Allah’ı bilmek ve tanımak kalbin işidir. ( Buhârî, İmân, 13) Hased, gazab ve nefret gibi kötü duygular kalpte bulunduğu gibi imân, Allah korkusu, hilm ve takva da kalbe ait fiillerdir. (Nesâî, Cihâd, 8; Müslim, İmân, 230; Tirmizi, Fiten, 26; Ahmed b. Hanbel, V, 71).

Yukarıda ifade bulan kalbî fonksiyonlar, insanın gerek dünya gerekse ahiret hayatı namına değerler skalasında en üst sıraları işgal eden hususiyetlerdir. O nedenle çok dikkatli olmak gerekir.

Kalp: Gönül. Herşeyin ortası. Bir halden diğer bir hale çevirme. Değiştirme. İmanın mahalli. Fuâd, sıkt-ül ilim, tâbut-ül ilim, beyt-ül hikmet, dâima değişme ve hareket halinde olma, bir şeyi geri döndürmek ve çevirmek. Yüreğe vurmak veya dokunmak. Gönüle dokunmak. Bir şeyin içini dışına ve dışını içine çevirmek. Aks ve tahvil… gibi anlamlar taşımaktadır.

İmam-ı Rabbani hazretleri de, insan kalbi ile arş arasında paralellik kurmaktadır. “Arşullah” ifadesi kullandığı Mektubat’taki kalp ile ilgili izahı şöyle geçmektedir:

“ Âlem-i emrin birinci basamağı (kalb)dir. İkinci mertebesi (Rûh)dur. Rûhun üstü, (Sır) mertebesidir. Sırrın üstü, (Hafî), hafînin üstü (Ahfâ) mertebesidir. Bu beşine, (Beş cevher) denirse, yeri vardır. İşin özünü göremediklerinden, saksı parçalarını cevher sanmışlardır.

Âlem-i emrin bu beş cevherini anlamak ve bunlar üzerinde bilgi edinmek ancak, Muhammed Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” izinde gidenlerin büyüklerine nasîb olmuşdur. İnsana, (Âlem-i sagîr) [küçük âlem] denir. İnsandan başka mahlûkların hepsine, (Âlem-i kebîr) [büyük âlem] denir. Âlem-i kebîrde bulunan herşeyin, Âlem-i sagîrde bir nümûnesi, benzeri vardır. İnsandaki beş cevher de, birer nümûnedir. Bunların Âlem-i kebîrde aslları vardır. Âlem-i kebîrdeki o beş cevherin birincisi Arşdır. Ya’nî insandaki kalbin, Âlem-i kebîrdeki aslı, Arşdır. Bunun için, kalbin bir ismi (Arşullah)dır. O beş cevherin, diğer dördü, hep Arşın üstündedir. Kalb, Âlem-i sagîrdeki Âlem-i halk ile, Âlem-i emr arasında ortak bir geçid olduğu gibi, Arş da, Âlem-i kebîrdeki, Âlem-i halk ile Âlem-i emr arasında bir geçiddir. Kalb ile Arş, Âlem-i halkda bulunuyor ise de, Âlem-i emrdendirler. Bu beş cevheri iyice anlamak, ancak tesavvuf yolundaki mertebeleri [konakları] etraflıca ve temâmen geçip, nihâyete varan, Evliyânın büyüklerine nasîb olur.”

Bedenimizde bulunan ve et parçası olan organımız kalp, esas itibarıyla konumuz olmamakla birlikte, bir latife-i Rabbani olan “kalp latifesinin” söz konusu organımızla da çok yakın ilgisi olması dolayısıyla, bu iki kalbin birbirleriyle olan irtibatını izah eden aşağıdaki teşbihi vurgulamakta da yarar olduğunu düşünüyoruz: Kalb, göğüsdeki et parçası değildir. Buna yürek denir. Kalb, bu yürekle ilgisi bulunan, maddesiz bir kuvvettir. Kalbin, yürekte bulunması, elektriğin ampulde bulunmasına benzetilebilir. Elektrik ampulde bulunur. Fakat, görünmez, his olunmaz. Varlığı, eseri ampuldeki ince telin ışık vermesi ile anlaşılır. Aynen bunun gibi kalp latifesi de yürekte bulunan, maveraya, ötelere açık vücut ülkesine yerleştirilmiş bir “alıcı anten” gibidir. Ancak bu sayede öteleri duyumsar, kokularını alır ve algılarız.

Ne var ki yukarıda sözünü ettiğimiz kalp, saffeti bozulmamış, selim olan kalptir. Oysa insan kalbi, tanımlamalarda da geçtiği üzere, çok değişik şekil ve hallere uğrayabilen özelliktedir. O nedenle oradan her zaman güzellikler yansımayabilir. Işığın tayflarına sağlıklı bir biçimde ayrılabilmesi için prizmanın kirli, paslı olmaması icabeder. Bu metafordan hareketle kalp prizmasının da çok temiz olmasının büyük önem taşıdığını vurgulamamız gerekir.

Gerek ayet-i kerimeler gerekse hadis-i şerifler, insan kalbinin birçok fonksiyon, tezahür, nitelik, özellik ve çeşidinin bulunduğunu bizlere haber vermektedir. Söz konusu kutsî beyanlar ışığında kalp olgusunu değerlendirmek ve kalbimizi tanımak “kendimizi bilmek”le eşdeğer bir anlam taşıyacaktır.  Çünkü kalbimiz demek biz demektir.

O halde, kur’an ve sünnet ışığında kalbimizi dolayısıyla kendimizi anlamaya çalışalım:

 

TİTREYEN KALP

Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâla şöyle buyurmaktadır: “Gerçek mü’minler yanlarında Allah zikredilince kalbleri titreyenlerdir” (en-Enfâl, 8/2). Buradan anlıyoruz ki imanı gönüllerine sinmiş, Allah’ın azamet ve yüceliğini kendi kalibresi nispetinde kavrayabilmiş insanlar Allah’ın ism-i Celili anıldığında kalbi titrer ve ürpertiyle gerilir.

MUTMAİNNE KALP

“Yine o inkâr edenler diyorlar ki: “Peygambere Rabbi tarafından bir mûcize verilmeli değil miydi?” De ki: “Allah dilediğini bu tür iddiaları sebebiyle saptırır. Kendisine yöneleni de hidâyete erdirir. İşte onlar iman edip gönülleri Allah’ı zikretmekle, O’nu anmakla huzur bulan kimselerdir. İyi bilin ki gönüller ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.(Mutmain olur)” (Ra’d: 27-28)

İnsanın iyi olması kalbine, kalbin iyi olması (huzuru) da Allah’ın zikrine bağlı olduğuna göre burada temel dinamik, Allah’ın zikri olmaktadır. “Zikir en büyüktür” ayeti de bu hususu teyid ve tasdik etmektedir.

 

AKLEDEN KALP

Bu ifade gerçekten çok çarpıcıdır. Genel kanı ve bilgi, akletmenin daha çok “beyinsel bir fonksiyon” olduğu yönündedir. Oysa yüce kitabımız Kur’an, aklı kalp ile irtibatlandırmaktadır. “Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur” (Hac-46).

Kalbin akletme fonksiyonu, üzerinde derinlemesine tefekkür edilmesi gereken bir husustur. Kalbin akıl ile ya da aklın kalp ile imtizacı hakikat güneşinin tecelli etmesi ile sonuçlanacaktır.

A’RAF 7/179: “And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir.”

 

KÖR KALP - GÖREN KALP

Bu deyim de klişeleri, şablon kabulleri sarsan Kur’anî ifadelerdendir. Kör olan aslında gözlerimiz değil kalbimizdir. Bu keyfiyet metafizik olarak doğru olduğu gibi fizik olarak da bilimsel bir hakikattir. Görme olayının tıbbî, bilimsel izahına göre esas itibarıyla gören gözlerimiz değil ruhumuzdur. Bu konu derin bir mevzudur. Şimdilik detaylarına girmeyeceğim. Ancak şu örnek dahi bu tespitin kanıtlanması için yeterlidir: Uyku esnasında rüya görürken gözlerimiz kapalıdır. Hiç düşündünüz mü gözler kapalı olduğu halde acaba gören kimdir?

Ayrıca “kalbin görmesi” olgusunun, derece derece mana ufkunda feraset, basiret, hiss-i kable’l vukû (olayları gerçekleşmezden önce hissetmek), keşif, müşahede… gibi boyutları da söz konusudur. Bunlardan her birinin imanda yakîn elde etme adına çok büyük öneme haiz olduğu sanırız izahtan varestedir.

 

MÜHÜRLÜ KALP

“Zira Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinde de perde vardır ve büyük azab onlar içindir” (Bakara Suesi,2/7) ayeti ve “Günah ilk defa yapıldığı zaman kalpte bir siyah nokta yani kara bir leke olur. Eğer sahibi pişman olur, tevbe ve istiğfar ederse kalp yine parlar. Etmez de günah tekrarlanırsa, o leke de artar, sonra arta arta bir dereceye gelir ki, leke bir kılıf gibi bütün kalbi kaplar ..” (Tirmizi) hadis-i şerifi bir arada değerlendirildiğinde maazallah kalbin mühürlenmesi mekanizmasını daha kolay anlamaktayız.

Buna göre, kalbin mühürlenmesi olayı haşa Allah’ın cebri bir tasarrufu olmayıp kulun günahları nedeniyle azgınlaşmasının bir sonucu olmaktadır. İnsan özgür iradesi ile günahları irtikâb etmekte Allah da yaratmaktadır.  Yani kul kâsib Allah da hâlık olmaktadır.  Burada dikkat edilmesi gereken en önemli gerçek, tevbe mekanizmasının her an devrede olması gerektiği hususudur.