Sevgi ve aşk madeninin cevheri; eşi bulunmaz öylesine değerli bir inci tanesidir ki, bu cevherin kadrini ancak aşık olanlar, sevgili uğruna çile çekenler idrak edebilir. O aşk cevheri ki; O'nun için iki cihan serveri Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz. Kendisine her türlü dünya nimetleri teklif edildiği halde bütün bu teklifleri reddederek "Bir yanıma Güneş'i diğer yanıma da Ay'ı koysanız bile yine davamdan vazgeçiremezsiniz" buyurdu. Hz. Ebubekir (r.a) bütün malını Resulullah'a (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Beytül mal'e) teslim etti. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): "Ya Ebubekir ailene ne bıraktın" deyince; Ebubekir (r.a.): "Onları Allah (Celle Celalühu)'a ve Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'a emanet ediyorum" buyurdu.
Hz. Ömer (r.a.) cihanda eşi görülmez bir adaletin timsali oldu. Birgün bir çobanın ah ederek muzdarip olduğunu gördüler. Çobana niçin böyle muzdaripsin diye sorulunca; Çoban: "Niye üzülmeyeyim? Emirül Mü'minin Ömer vefat etti. Bugün dere kenarında bir kuzuyu kurdun boğazladığını gördüm. Ömer (r.a.)'in zamanında kurt ile kuzu (Ömer (r.a.)'in adaletine hürmeten) kardeş olarak yaşardı" buyurdu. Hz. Ali (r.a.)'nin ayağına gazâ'da ok saplandı. Bu oku Hz. Ali (r.a.) secdeye vardığında çıkardılar ve Hz. Ali (r.a.) hiçbir şeyin farkına (Allah'a olan muhabbetinden) varmadı. O sevgi uğruna Sahabe-i Güzin Efendilerimiz kendi nefislerine Allah (Celle Celalühu)'ı ve Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ı tercih ettiler. Resulullah'ın ahlakıyla ahlâklandılar.
Daha dünyada iken Cennetle müjdelendiler. Ve her türlü çilelere, ızdıraplara, işkencelere katlanarak Peygamberlerden sonra insanların en efdali oldular.
O sevgiyle Yunus Emre kırk yıl aşk ile Şeyhi Tapduk'un dergahına hizmet etti. Mevlâna zahiri ilimlerin zirvesindeyken Şems-i Tebriz'e mürid oldu. Hacı Bayram-ı Veli: "Yanmada derman buldu bu gönlüm" buyurdu. Evliyanın büyüklerinden İbrahim Ethem Hazretleri padişahlık tacını terkederek avamdan birisi
olarak şeyhine intisab etti. İmam-ı Şafî Hazretleri aşk ve muhabbetinden dolayı Şeyh Şeyban-ı Rai Hazretlerine çok hürmet ederdi. Kendisine taaccüp edenlere (büyük ilim sahibi olmasına rağmen niye böyle kişilerin önünde diz çöküyorsunuz sual soruyorsunuz diyenlere): "Onların yolu bizim yolumuzdur. Bizim ilmimiz, bildiklerimiz; bu kâmil, mükemmil Zat'ın yaşayışında var" buyurdu.
Dün böyleydi. Peki ya bugün nasıl? Bilgisayar çağı, uzay çağı dediğimiz yüzyılımızda insanlar her türlü teknolojik gelişmelerin zirvesine ulaştılar. Ama hala Yunuslardaki, Mevlanalarda ki insan sevgisine ulaşamadılar. Bugün insanlık kendisini Yunus'çasına bir sevgiyle kucaklayacak bir sistemin hasretini çekmektedir. Çünkü yüzyılımızda insanlarımız adeta teknolojik gelişmelerin ve makinalaşmanın çarkları arasında ezilmeye mahkum edilmiştir.
Ehli küfrün yerli ve yabancı işbirlikçileri bizi öz benliğimizden ayırdılar. Bize Allah'ımızı, Resulullah'ımızı unutturdular. Bize fitne tohumları ekerek bizi birbirimize düşürdüler. Ehli sünnetten ayırıp Avrupai bir hayatın ihtirasına bizleri terkettiler. Maalesef bugün müslümanlar olarak adeta topraktan sökülmüş bir ağaca benzetildik. Nasıl ki topraktan ayrılmış bir ağacın yaprakları yeşilliğini kaybederse, meyveleri olmazsa, dalları ve gövdesi topraktan ve sudan gıdasını alamadığı için kurumaya mahkum olursa, bu ağaç önceki güzelliğini, kokusunu, meyvesini gösteremez. Bizler de yüzyıllardır üzerimizde oynanan oyunların neticesinde özbenliğimizden ayrıldık.
Resulullah'tan, Sahabe-i Kiram'dan, Tabii'nden, Evliyaullah'tan, Ehli Beyt'ten haberimiz yok. Bütün bunların yerini Avrupai bir hayat ve batı kültürü almış. Böyle olunca nasıl İslâmın meyvesini sunacağız? Nasıl İslâm'ın kokusunu yayacağız? Nasıl İslâm'a taze filizler kazandıracağız?
Müslümanlar! Artık uyanmamızın ve kendimize dönmemizin zamanı geldi. Bediüzzaman Said-i Nursî Hz.'nin Şeyhi Gavs-ül Hizanî (k.s.a.) ye tasavvuf münkirlerinin durumu sorulunca Gavs (k.s.a.) Hz; "yaprağı inkâr eden dalı da, gövdeyi de kökü de inkar eder. Tasavvufun kökü Sahabe-i Kiram'a ve Resulullah'a ulaştığı için, bunlar imansızlık tehlikesi ile başbaşadır. Bunlar Resulullah'ın zamanında yaşasalardı, Resulullah'ı da inkâr ederlerdi." buyurur. Allah-u Tealâ Hz.'leri: "Evliyama dil uzatana harp ilan ederim" buyurmuyor mu?
Gavs ne güzel söylemiş: "Görünen bir varlığı inkar eden görünmeyeni haliyle inkar eder." Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadisinde "Veliler görüldüğünde Allah'ı hatırlatırlar." "Meclislerinizde iyi insanları anın çünkü onlar zikredilince rahmet iner" buyuruyor. Allah-u Tealâ Hazretleri Ayet-i Celilede: "Sadıklarla beraber olunuz" Hadis-i Kudside "Ben sevdiğim kulumun gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı, konuşan dili, işiten kulağı olurum." buyuruyor. Yunus'a Mevlana'nın Mesnevisi sorulunca: "Çok güzel anlatmış ama ben olsaydım ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm derdim." diye cevap veriyor.
Bugünkü yüzyılımızda insanlık Yunus'casına bir sevgiye her zamankinden daha çok muhtaçtır. Allah (Celle Celalühu) ayet-i celile de: "Hepiniz toptan Allah'ın ipine
sımsıkı sarılınız" buyuruyor. Allah'ın ipine sarılmak Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'a tabi olmakla, Sünnet-i seniyyeyi ihya etmekle Resulullah'a tabi olmak (kemale ermek)
ta manevi mirasçıları olan Evliyaullah'ı sevmekle mümkündür.
Hiçbir alim gösteremeyiz ki Şeyh eli tutmadan kemâle ermiş olsun. Onun için Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Kişi dostunun dini üzeredir. Dost olacağınız kişiyi iyi seçin" buyuruyor. Kişi Evliyayı dost edinirse dinini de ihya etmiş olacaktır. Bir Şemsi Tebriz olmadan Mevlana olmuyor. Bir Taptuk sultan olmadan Yunus Emre yetişmiyor. Hatta Anadolu'nun Türkleşmesi, İslâmlaşması ve cihana hakim olması, gönül sultanlarının Buhara'dan, Semerkant'tan, Horasan'dan çeşitli yörelere giderek topluluklara sevgi tohumları saçmasıyla gerçekleşmiştir. Onun için Şah-ı Nakşibend (k.s.a.): "Yolumuz aşk ve muhabbet yoludur." buyurmuştur. Sevgiye hasret olduğumuz Yüzyılımızda Yunus'casına bir sevgi rehberimiz olsun. Yunus'casına bir sevgiyle Evliyaullah'ın elinden tutalım. Evliyaullah'ın dergahını gönüllerimizin sevgi menzili yapalım.
İslâmın güzelliğini, kokusunu, meyvesini Allah Dostlarının üzerinde müşahade ederek İslâm'ın kemalatına mazhar olalım.
Allah (Celle Celalühu) gönüllerimizi Evliyaullah'ın manevî feyzleriyle ışıklandırsın. O manevî ışık ki; nasıl güneş yeryüzündeki necis suları ışıklarının hararetiyle yakar, buhar halinde havaya karıştırırsa sonra da tekrar yağmur halinde rahmet olarak yağmasına vesile olursa bizler sıdk ile Allah dostlarına bağlanır, aşk ve muhabbetle onları seversek Allah dostları da manevî feyzleriyle gönüllerimizdeki katılığı yakar, eritir. Gönül kirlerimizi yok eder. Anamızdan doğduğumuz gibi tertemiz olmamıza vesile olur. Çünkü Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Günahından Tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir." buyuruyor.
GELİN CANLAR BİR OLALIM, bir olalım ki, sevgi güneşimizin aydınlığı küfrün karanlığını ortadan kaldırsın.