Canlı bir zeminde sosyal medya bileşenleriyle iç içe yaşıyoruz. Adeta bir organ, bir arkadaş gibi… Kimlik, kültür, siyaset, aile, eğitim eksenli tüm ilişkilerimiz orada dillendiriliyor. Sosyal medyanın bu dinamik yapısına dair değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
Aslında bütün mesele kitle iletişim araçlarının geçirdiği değişim ve gerçekleştirildiği büyük boyutlu gelişimdir. Çünkü bahsettiğimiz sosyal medya bir kitle iletişim aracı olarak bu değişim ve gelişim sürecinin bir aşaması olarak değerlendirilebilir. Bu açıdan zaten aşılan her basamak, toplum hayatında ve buna paralel olarak birey hayatında önemli değişikliklere yol açmıştır. Yani mesela televizyonun öncesi ve sonrasını karşılaştırdığımızda aslında bugün yaşadığımız sürecin bir benzerinin yaşandığını görüyoruz. Bu süreçler için en önemli basamak ise internetin ortaya çıkmasıdır. Çünkü sosyal medya, internet tabanlı bir kitle iletişim aracıdır.
Geleneksel medyadan sosyal medyaya geçiş sürecinde yapısal, işlevsel ve içerik olarak önemli değişimler yaşanmıştır. Aslında bu geçiş Bauman’ın ifade ettiği katı moderniteden akışkan moderniteye geçiş gibidir. Yani medyada da katı, sınırları ve gücü belli bir medya yerine akışkan, tanımı zor ve sınırları belirsiz bir medya ortaya çıkmıştır. Çünkü sahipli, sınırlı, tek yönlü etkileşime izin veren, kontrolü ve denetimi kolay bir medya kurumundan herkesin içerik üreticisi olabildiği, denetimi ve kontrolü çok zor hatta neredeyse imkânsız, çok yönlü etkileşime imkân veren ve içerdiği bilginin, haberin yani taşıdığı mesajın doğruluğu büyük ölçüde teyide muhtaç olan yeni bir tür medyaya geçilmiştir.
Bu yeni medya, din, dil, ırk, ekonomik durum, yaşanılan yer vb. hiçbir engel olmaksızın herkesin bir şekilde az veya çok içerisinde bulunduğu, gerek içerik üretici ve gerekse izleyici yani tüketici olduğu bir ortamdır. Ama bu yeni ortam insanları aynı zamanda diğer insanlarla bir yarışa sokmuş durumda. Çünkü herkes kendini o günün akımına göre, diğer insanlara göre daha fazla beğeni, tık veya retweet alacak paylaşımları yapmak mecburiyetinde hisseder bir hale gelmiş. Bu paylaşımın içeriğinin ne olduğu, nereden geldiği ve nasıl paylaşıldığının önemi yoktur. İnsanlar, iyi-kötü, güzel-çirkin, helal-haram, ayıp-günah gibi hiçbir değer yargısını muhatap dahi almadan paylaşım yapmaktadırlar. Hatta özellikle genç insanların yaptığı bu paylaşımların birçoğu onların yetişkin oldukları zaman dilimlerinde karşılarına büyük bir problem olarak bile çıkacaktır.
Sosyal medya sadece bireysel paylaşımların yapıldığı yani birey egolarının yarıştığı bir alan değildir. Aynı zamanda büyük toplumsal, siyasi ve sosyal olayların da en önemli dayanak noktaları arasında yer almıştır. Amerika başkanlık seçimlerinde mesela sosyal medya üzerinden toplanan bağışların geleneksel yolla toplanan bağışları geçtiği görülmektedir. Yine Arap baharı diye meşhur olan Arap ülkelerindeki halk hareketlerinin örgütlendiği, taraftar topladığı ve dış dünyaya duyurulduğu bir alan da olmuştur. Bu noktada özellikle genç kesimin sosyal medyayı daha çok kullandığı da dikkate alınmalıdır. Türkiye’de de Gezi olayları hatırlanırsa olayların büyümesi, taraftar toplaması ve hatta olaylara karışanların örgütlenmesi hep sosyal medya üzerinden olmuştu.
Sosyal medyada din algısında, dinin teorik ifadelerine yönelik algılar kendimizi ifade biçimimizin bir parçası. Dinin teorik ifadelerine yönelik algılarımız, sosyal medyadaki din algımızın da büyük fotoğrafını çekiyor aslında. Hangi başlıklar altında bu algılar tarafınızdan incelendi? En çok dikkat çeken başlıklar nelerdi?
Din, temel olarak çok boyutlu bir olgu ve kavramdır. Bu boyutlardan biri ve en temeli ise hiç şüphesiz onun teorik boyutudur. Yani inanç boyutudur. İslam özelinde kısaca Amentü olarak formüle edilen inanç sistemi bizim çalışmamızda da önemli bir başlık olarak yer aldı. Teorik boyut için ele aldığımız kavramlar vahiy, iman, peygamber, melek, Allah (C.C) ve İslam kavramlarıdır. Bu kavramların terim anlamları dışında hiç şüphesiz bir de toplumun anladığı anlamları vardır. Yani bu kavramlar halk tarafından nasıl algılanmaktadır. Çalışmamız bu kavramları işte bu bağlamda ele almıştır. Söz konusu kavramların sosyal medya kullanıcıları tarafından algılanışı veriler açısından değerlendirildiğinde, ortaya çıkan algının genel olarak bu esasların temel kaynaklarda geçen özellikleri ile paralel olduğu söylenebilir. Özellikle Zati ve Subuti sıfatlara sahip Allah algısı, Peygamberlerin ve meleklerin dinî terminolojide geçen özelliklerini taşıyan peygamber ve melek algıları bu uygunluğu ortaya koymaktadır. Yine vahiyle ilgili olarak, vahyin sadece peygamberlere gelebileceği ve Hz. Muhammed (s.a.v.) ile bu sürecin son bulduğu inancı da bunun diğer bir örneğidir.
Daha detaylı olarak baktığımızda ise, sosyal medya kullanıcılarının dine ve dinî değerlere büyük önem verdiği görülmektedir. Bunların başında ise Allah kavramı ve Hz. Peygamber gelmektedir. Türk kültürüne de yerleşmiş olan bu olgu kendini özellikle dil ve edebiyatta daha açık olarak göstermektedir. Mesela iletilerde de görüldüğü gibi insan hayatının her alanına ait temel ifade ve deyimlerde Allah kavramı çoğunlukla geçmektedir. Yine Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hem ismi hem de uygulamaları büyük değer görmekte ve örnek kabul edilerek takip edilmeye çalışılmaktadır. Melek kavramı ise olumlu anlamda bireysel nitelemelerde kullanılacak kadar yaygınlaşmış ve kabul görmüştür.
İnanç noktasındaki bütün bu olumlu algı ve değerlendirmelere rağmen, sosyal medya kullanıcıları inanç esaslarını kabul eden, bu kabulle birlikte üstlendiği hak ve sorumlulukların farkında olan Müslüman prototipi ile günümüz Müslümanlarının birbirine uymadığı inancındadır. Özellikle inancın tek başına yeterli olmayacağı ve bunun amellerle özellikle de ahlak ile desteklenmesi gerektiği iletilerde sık sık ifade edilmektedir. Fakat toplumun bir kesiminin tam aksi bir davranış sergilediği, diğer bir kesimin ise dini ve dinî değerleri kişisel menfaatleri için kullandığı iddia edilerek bu şartın yerine getirilmediği vurgulanmaktadır.
Müslüman bir toplumda olduğumuzu düşünürsek, İslam ve iman algısı bize neler söylüyor?
İnancımıza göre İslam hem ilk hem de son din olup insanların hem bu dünya hem de ahiretini kurtarmaları ancak bu dini kabul etmelerine ve bu kabulleri doğrultusunda yaşamalarına bağlıdır. Fakat Müslümanların teorik olarak bu inanca sahip olmaları, pratikte de buna uygun bir algıya sahip oldukları ve bu doğrultuda yaşamlarını devam ettirdikleri anlamına gelmemektedir... Nitekim çalışmamızda elde ettiğimiz veriler, toplumun bu teorik anlam ve algıyı kabul ettikleri ancak pratikte özellikle İslam’ı kabul eden Müslümanların davranışlarını, inançlarının aksine olumsuz değerlendirdikleri dikkat çekmektedir. Nitekim verilerde de Kur’an’da anlatılan İslam ile Müslümanların yaşadığı İslam’ın birbirlerinden farklı olduğu algısı açıkça görülmektedir. Özellikle bazı dinî ritüellerin kişisel menfaat ve çıkarlar için yapıldığı, yani dinin heva ve heves uğrunda araç olarak kullanıldığı iddiası bu görüşü desteklemektedir. Ayrıca Müslümanların İslam’ı doğru tanıtamadığı, O’nu sahiplenmediği ve O’na karşı yapılan saldırılara karşı tepkisiz kaldığı, bununla beraber sesini yükseltmesi gerektiği yine vurgulanmaktadır.
Verileri değerlendirdiğimizde İslam kavramını içeren iletilerin spordan siyasete, dinden medyaya kadar insan hayatının her alanı ile ilgili olarak paylaşılmış olduğu dikkat çekmektedir. Bu paylaşımlarda kavrama olumlu bakış oranının %74’e çıktığı görülürken olumsuz bakışın ise %22 olduğu görülmektedir. Bu olumsuz bakışta en önemli etken olarak özellikle İslam kavramının önüne veya arkasına başka kelimeler alarak parçalanmasını ve bu parçalanma sonucu oluşan yeni İslam kavramlarının kapsayıcı değil ayrıştırıcı anlamlar içermesini gösterebiliriz. Mesela artık İslam deyince hemen hangi İslam sorusu ile karşılaşılabilmektedir. Ilımlı İslam, radikal İslam, Sünni İslam ve daha pek çok ayrı niteleme doğal olarak ayrışmayı ve bu ayrışmalar da birbirlerine ve bazen hepsine birden olumsuz düşünceleri doğurmaktadır.
Bilindiği gibi İslam, kendisinden sonra yeni bir din gelmeyeceği gibi kendisinden önceki bütün ilahi dinleri ve gelmiş/gelecek bütün gayri ilahi dinleri de geçersiz kılmıştır. Bu inancı günümüz sosyal medya kullanıcılarında da görmekteyiz. Zira sosyal medya kullanıcılarına göre, Allah katında tek din İslam dinidir. Müslümanlar ona sarıldıkları, güvendikleri takdirde başarılı olacaklardır.
İman, etimolojik olarak güvenmek ve samimiyetle inanmak anlamlarına gelir. Genel anlamda bir dine ya da yaşam tarzına gönülden bağlanmak anlamı taşır. İslami terminoloji açısından ise “Allah’ın varlığına birliğine inanmak ve Hz. Muhammed’in son peygamber olduğuna ve zarûrât-i dîniyye diye bilinen İslam esaslarına, hüküm ve haberlere kesin olarak inanmak, tamamını kabul ve itiraf etmektir.” Bilindiği gibi imanın şartları diye formüle edilen İslam esaslarına iman Müslüman olabilmenin temel şartı olarak kabul edilir. Çalışmada elde ettiğimiz veriler de sosyal medya kullanıcılarının bu noktada fikir birliğinde oldukları görülmektedir. Yani, Allah’a ve Resulü’ne iman etmek gereklidir ve bu şekilde iman edenler her türlü kazanacaktır. Ayrıca imanlı olmak, inanan insanlara her türlü zorluğu aşmada büyük bir güç ve imkân sağlar. Fakat aynı zamanda mümin olmak haklar getirdiği gibi beraberinde sorumluluklar da getirmiştir. Çünkü iman etmek tek başına eksiktir. Bu yüzden imanın amellerle desteklenerek yaşantıya yansıtılması, özellikle de ahlaki açıdan dikkatli olunması gerekmektedir. Ancak bugün Türkiye’de bu açıdan sıkıntı yaşanmaktadır. Zira hem toplumun bir kesimi dinden ve dinî değerlerden uzaklaşmakta hatta tam aksi bir yola girmekte hem de başka bir kesim, toplumu din, iman gibi kavramlarla kandırmakta ve bu arada kendi menfaati için her türlü işi çevirmektedir. Yani iman, amel ile desteklenmemekte ve özellikle ahlaki açıdan bir bozulma yaşanmaktadır. Bu noktada imanla ilgili iletilerin %40’nın sosyal hayat bağlamında kullanılması dikkat çekmektedir. Bu da imanın bireysel ve sadece vicdani bir olgu olarak değerlendirilmediği, aksine toplumu ve toplumsal hayatı birebir ilgilendiren bir olgu olarak algılandığı anlamına gelir.
Can alıcı bir konu olması nedeniyle sormak gerekirse sosyal medyadaki ahlak ve zihniyet algılarına dair gözlemlerde neler var?
Ahlak; toplumların geleneklerinden, dinî inançlarından ve kültürlerinden beslenen, onların düzen ve birlik içerisinde yaşamalarına imkân sağlayan sözlü normlardır. Toplumları birbirinden ayıran temel noktalardan biri olan ahlak, toplumlar için geçmişten bugüne kadar gelmiş ve o bağı hâlâ koruyan önemli bir köprü vazifesi de görmektedir. Dolayısı ile çok önemli bir sosyal kurumdur.
Ahlak kavramı ile ilgili paylaşımları bütün olarak değerlendirdiğimizde; sosyal medya kullanıcılarının ahlak algısı ve onun pratikte uygulanışına bakışını görebiliriz. Bu veriler ışığında bu kullanıcılara göre ahlak önemli, gerekli ve dinen de farzdır. Ayrıca güzel ahlak sahibi olmak dinî bir gerekliliktir, kötü ahlak ise inanan insana yakışmaz. Dolayısıyla ahlaklı olmayı hem gelenekler hem de din açısından önemli görmektedirler. Ahlak ile ilgili bütün bu olumlu algı ve değerlendirmelere rağmen sosyal medya kullanıcılarının pratikte toplumun yaşantısının ahlaki açıdan sorgulanabilir bir halde olduğunu düşünmeleri dikkat çekmektedir.
Yani toplumun genel olarak ahlaki bir zayıflık yaşamakta olduğu, bu durumun ise doğal olarak bireylere de yansıdığı ifade edilmektedir. Bu durum için birçok sebep sayılmakta ancak özellikle vurgunun yine sosyal medya ve geleneksel medya üzerine olduğu görülmektedir. Çünkü gerek sosyal medyanın kontrol edilemez yapısı ve içeriği gerekse geleneksel medyanın yalan, uydurma haberler ve çoğu zaman toplumun onaylamadığı durum ve olguları ön plana çıkarıp onların reklamını yapması bu ahlaki bozukluğa yol açmaktadır. Yine topluma egemen olan ahlak anlayışına yönelik dikkat çeken bir diğer eleştiri ise genel ahlak anlayışının erkek egemen olduğu ve bu durumun ise kadınları sürekli baskı altına almaya ve genellikle kadın aleyhine tutum ve uygulamalar ortaya koymaya sebep olduğudur.
Suç ve suçlu profilindeki yaygınlık göz önünde bulundurularak sormak gerekirse hırsızlık, kumar, yalan algısına dair dikkat çekici gözlemler neler?
Maalesef her gün TV, radyo, gazete ve özellikle de sosyal medya araçlarında bu tür haberlere oldukça sık rastlamaktayız. Aslında hiç kimsenin bu eylemleri olumlu ve güzel olarak değerlendirdiği görülmez. Nitekim sosyal medya kullanıcıları da hırsızlık yapmak, kumar oynamak ve yalan söylemek gibi davranışları her açıdan olumsuz birer kötü davranış ve alışkanlık olarak değerlendirmekte ve dinen günah, ahlaken ise ayıp kabul etmektedirler. Bu algının temelinde ise sadece dinî ya da ahlaki gerekçelerin değil, aynı zamanda bu davranışların toplumsal hayatta sebep olduğu somut sıkıntı ve problemlerin de etkili olduğu dikkat çekmektedir. Paylaşımlara bakıldığında teorik olarak toplumun bu davranışlara bakışı olumsuz olsa da gerçek hayatta durumun farklı olduğu ve bütün bu kötü davranış ve alışkanlıkların yaygın olarak var olduğu görülmektedir. Mesela toplum, hırsızlığı dinen ve ahlaken kötü olarak kabul etse de hayatın her alanında yaygın olarak var olduğuna inanmaktadır. Hatta eğitim kurumları, siyaset, medya, futbol ve sanat alanlarında dahi bu olumsuz davranışın sıklıkla sergilendiği inancındadır. Yine sosyal medya kullanıcılarının ifade ettiği gibi kumar, her mahallede var olan kahvehanelerde ve çok farklı ve çeşitli oyun ve araçlar vasıtasıyla yaygın olarak oynanmaktadır. Özellikle yalan söylemek ile ilgili algı toplumsal yaşam ve toplum huzuru açısından büyük bir riskin varlığını da ortaya koymaktadır. Bu algıya göre toplumda birçok insan yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmiş; bu durum ise insanlar arasında güven duygusunu ve toplumdaki güven ortamını olumsuz etkilemiştir.
Ezoterik konulara olan ilginin bir parçası olarak, muskacılık ve büyücülüğe dair algı değerlendirmelerinde neler var?
Aslında konuya dinî hayat veya dindarlık açısından bakılmalıdır. Çünkü bu tür meseleler halk arasında bir tür dinî ritüel olarak değerlendirilmekte ve dolayısıyla bunların terk edilmesi dinî bir sıkıntı olarak kabul edilmektedir. Özellikle kırsal kesimdeki şekle ve taklide dayalı, bilgi ve bilinçten uzak olan dindarlık daha çok bu tür ritüellerle doludur. Özellikle muska bunlar içerisinde önemli bir yer kaplamaktadır. Çünkü bu inanışın en önemli dayanağı aslında kırsalın insanı aciz bırakan şartlarında bir sığınma ve kaçış alanı sunmasıdır. Fakat artık günümüzde kırsal ile kent arasında birçok noktada imkânlar artık eskisi kadar farklı değil. Ama buna rağmen bu tür ritüeller yine de birer alışkanlık olarak varlıklarını devam ettirmekte ve hatta kentlerde de uygulayıcılar bulabilmektedir.
Sosyal medya kullanıcılarının ise toplumda yaygın bir inanış ve uygulama alanına sahip muska ve büyünün hem günah ve hem de kötü bir şey olduğuna dair bir algıya sahip oldukları dikkat çekmektedir. Bu algıya göre şartlar ne olursa olsun insanlar bu tür işlerden uzak durmalıdırlar. Çünkü hem muska hem de büyü kötü niyetli insanlar tarafından başkalarına zarar vermek için kullanılmaktadır. Fakat algıya rağmen özellikle psikolojik problemler ve bu problemler karşısında tıbbın yetersiz kaldığı anlarda gerek muska gerekse büyünün en çok başvurulan çözüm arayışlarından biri olduğu da yine paylaşımlardan anlaşılmaktadır. Bu sebeple toplumun bir kesiminin büyü ve muskayı olumlu değerlendirdiği görülmektedir. Ayrıca muskanın toplumdaki bir cehaleti açığa çıkardığı da dile getirilmekte ve özellikle çoğunlukla Arapça yazılan muska metinleri bilmeyenlerin onları Kur’an parçası zannettikleri ve ona göre saygı gösterdikleri ileri sürülmektedir.
Dinî yaşamın ana eksenini oluşturması nedeniyle üzerinde çok durulduğu için ele alınması elzem olan konulardan biri de ibadet algısı. Sosyal medya araştırmalarında ibadet algısına dair insanlar ne düşünüyor?
Daha önce dinin çok boyutlu bir kavram ve olgu olduğundan bahsetmiştik. İşte bu boyutlardan birisi de ibadetlerdir. Özellikle dışardan gözlemlenebilir olması kişinin dinî hayatı, dindarlığı açısından ayrıca önemlidir. Yani insanların hangi dine inandıkları, yaptıkları ibadetlerden anlaşılabileceği gibi dindar olup olmadıkları da yine dışardan gözlemlenebilen ibadetlere olan ilgi ve alakaları ile ölçülmektedir. Dolayısı ile ibadetler ya da dinî pratikler bütün dinler için çok önemlidir. Bu sebeple her dinin kendi yapısına ve karakterine göre mensuplarına emrettiği çeşitli şekillerde ve sayılarda ibadetleri vardır. İslam dini de bu bağlamda Müslümanlardan çok sayıda ve çeşitte ibadet yapmalarını istemiştir. Bu ibadetlerden bazıları mecburi yani farz iken bazıları ise tavsiye niteliğindedir.
Çalışmamızda ise bu farz ibadetlerden ve aynı zamanda İslam’ın beş şartından üçünü oluşturan namaz, zekât ve hac ibadetleri ile nafile olarak kabul edilen sadaka ve çok sonraları ortaya çıkmış, ancak toplum tarafından kabul gören mevlit okutma ritüeli üzerinden ibadet algısı ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Araştırma sürecinde elde ettiğimiz verileri değerlendirdiğimizde sosyal medya kullanıcılarının ibadetleri; dindeki yeri ve önemine uygun olarak algıladıkları anlaşılmaktadır. İbadetlerin hem bireysel hem de sosyal faydaları konusunda da aynı doğrultuda bir algıya sahip oldukları görülmektedir. Özellikle sadaka konusunda bu algı daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Türk toplumunun bir kesimine göre toplum için çok önemli işlevleri olan sadaka Türk tarihinde de bu bilinçle ele alınmış ve bu doğrultuda uygulamalar (sadaka taşı gibi) gerçekleştirilmiştir.
Yine sosyal medya paylaşımları değerlendirildiğinde namaz ibadeti, bir ibadet olmanın ötesine geçerek Allah ile buluşmanın, kişisel sıkıntılardan ve üzüntülerden kurtulmanın, olgun ve kâmil bir insan olabilmenin aracı olarak görülmektedir. Özellikle hacca gideceklerin açıklandığı kura sonuçları ile ilgili paylaşımlar ve medyada yer alan haberler, Türk toplumunun hac ibadetine verdiği önemi göstermesi açısından dikkate değerdir. Yine oruç ibadetinin sosyal medya kullanıcıları tarafından hem dinî hem de özellikle sağlık açısından önemli bir ibadet olarak benimsendiği görülmektedir. Nitekim oruç tutma oranı pek çok araştırmada %80 üstü olarak tespit edilmiştir. Mevlit ise toplumun hemen hemen her kesimi tarafında insan hayatının her dönüm noktası için icra edilen olmazsa olmaz bir tören haline gelmiştir. Sosyal medya paylaşımlarında da geçtiği üzere bu tören adeta bir sosyal etkinlik halini almıştır.
Teoride ibadetler konusundaki bu olumlu ve değer verici algılara rağmen toplumun gerçek İslami düşünüş ve yaşayıştan uzaklaştığı, ibadetlere karşı duyarsız olduğu, buna karşılık moda adı altında çok farklı şeylere düşkün olduğu, hatta ibadetlerin moda ile bağlantısı kurulduğu anda ibadetlere bakış açısının bile değişeceği algısı ve inancı oldukça dikkat çekicidir. Bu noktada zenginlerin zekât ve sadaka vermekten kaçındığı ve bunun için mazeretler ürettiği, namaz ile ilgili olarak camilerin sadece yaşlılara kaldığı ve namaz kılma oranının %25’ler civarında tespit edildiği bilgisi destekleyici mahiyette yer almaktadır. Hac ibadeti için ise her ne kadar hacca talep olsa da bu ibadeti gerçekleştirenlerin hayatlarında olumlu anlamda bir değişiklik olmadığı vurgulanmaktadır. Ayrıca ibadetler yapılsa bile bunların tek başlarına yeterli olmayacağı ve özellikle ahlaki açıdan desteklenmeleri gerektiği algısı dikkat çekmektedir. Yani ibadet eden kişi bunun yanında kötü davranış ve alışkanlıklardan da uzak durmalıdır.
Bu değerlendirmeler yanında ibadetler konusunda çok sayıda şikâyetin varlığı da dikkat çekmektedir. Özellikle medya bu şikâyetlerin en önemli muhatabıdır. Çünkü medya özellikle namaz, oruç ve sadaka üzerinden yapılan haberlerde çoğunlukla küçük düşürücü, yanıltıcı ve olumsuz bir dil kullanmaktadır. İbadetler konusunda dikkat çeken diğer bir şikâyet ise toplumda bazı kişilerin ibadetleri kullanarak kişisel menfaat sağladığı ve bu yüzden toplumun o ibadetlerden soğuduğu şeklindedir. İhtiyaç sahibi olmadığı hatta zengin olduğu halde dilencilik yapanlar yüzünden sadaka verme noktasında insanların tereddütlü davranmaya başlaması bunun en somut örneğidir.