Her şeyden önce, temel karakter eğitiminde hedeflenen erdemler nelerdir? Hiç olmazsa bilişsel olarak bu eğitimin neresindeyiz?
Öncelikle ‘eğitim’ kavramından biz bugün ne anlıyoruz, bunu bir ortaya koymamız gerekir. Bugün kullandığımız ‘eğitim’ ve ‘öğretim’ kavramları öğrenmek ve öğretmek adına içine her türlü iyiyi, güzeli koyduğumuz bir sepet gibi çok genel kavramlar. Kavramlar uzun zaman içinde içerik ve anlam çerçeveleri çizilmiş sözcüklerdir. İslami açıdan baktığımız zaman ‘eğitim’ talim, terbiye, tedris, tedip, tebşir, inzar, tavsiye, irşad, tasfiye, tezkiye, tergib, terhib, tehzib, tenbih, telkin vb. daha birçok kavramı kapsam ve içerikleriyle içine alması gerekir ki bunlar Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sahabeleri tedip ve terbiyesinin (eğitiminin) çok önemli boyutlarını ifade etmektedir. Hâlbuki bunları duymamış öğretmen bile vardır bugün.
İslami gelenekte eğitimin en güzel karşılığı ‘edeb’ kavramıdır. Zira Hz. Peygamber’in şu hadisinde bizatihi ‘edeb’ kelimesi geçer ve şöyle tercüme edilebilir: “Rabbim beni tedip(terbiye) etti ve terbiyemi ne güzel yaptı.” (Suyuti, Camiu-s Sağir, c.1, s.12.) Ümmeti için üsve-i hasene olarak tayin edilen Allah Rasülü’nün (s.a.v.), Rabbi ile arasındaki eğitim münasebetini bu şekilde açıklaması üzerinde kapsamlı ve derin düşünmemiz gerekir. Zira İslam düşünürleri ‘edeb’ kavramına aklın, nefsin ve ruhun terbiye edilmesi, iyi hasletler kazanmak; doğrunun yanlışa, hakkın batıla karşı savunulması gibi anlamlar yüklerler.
Bugün ise dünyada Batı kaynaklı ve Batı kültürü ve değerlerine yaslanan bir eğitim anlayışı hâkim. Batıda Aydınlanma devriyle başlayan, sanayileşme devriyle şekillenen ve 19. ve 20. yüzyıl modernleşmesiyle zirveye çıkan bu akımın temel karakteristiği, seküler (dinî ve manevi olandan uzak) pozitivist (rasyonel bilimci), parçalı (insanın zihinsel ve davranışsal gelişimine odaklı) olması ve sadece iyi dünya vatandaşı (çok üreten, çabuk tüketen) yetiştirmeye odaklanmasıdır. Hâlbuki bu, İslam’ın yetiştirmek istediği insan tipiyle taban tabana zıttır. İslamî tedip (terbiye); (i) Allah’a güzel kul yetiştirmek için, (ii) insanın zihinsel ve bedensel gelişiminin yanında manevi gelişimini, (iii) davranış eğitimi yanında ahlâk (karakter) eğitimini, (iv) İlahî Cemalî sıfatların bir tecellisi şuuruyla insanlığın faydası için üreten ve paylaşarak ölçülü tüketen, (v) dünyevi kariyer basamakları kadar ebedî uhrevi varoluşsal mertebeleri kateden bir insan yetişmesini arzu eder.
Bu noktadan baktığımızda, hayatı bu dünyadan ibaret kabul eden seküler modern eğitime göre; varlığı ruhlar âleminden başlatıp mahşerden cennete kadar uzanan bir sonsuz hayat tasavvuruna sahip İslami eğitimin (talim, terbiye ve tedip) erdemleri bilişsel, duyuşsal ve davranışsal amaçların daha derininde ve ötesindedir. Şu birkaç âyet-i celile ve hadis-i şerif bu hakikati idrakimize sunar durur:
“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı yağmur gibidir ki onun bitirdikleri ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd, 57/20) “… Bu dünya hayatı, aldanma metâından başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân, 3/185) “Mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır.” (Teğâbûn, 64/15) “Ey insanlar! Allah’ın vaadi haktır, dünya hayatı sizi aldatmasın.” (Fâtır, 35/5)
“Kimin kaygısı âhiret olursa Allah onun zenginliğini kalbine yerleştirir, iki yakasını bir araya getirir ve dünya zelil bir şekilde ona gelir. Kimin kaygısı da dünya olursa Allah onun fakirliğini iki gözü arasına koyar ve onun iki yakasını bir araya getirmez; kendisine de ancak onun için takdir edilen dünyalık ne ise o gelir.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 30)
“Kaygısı en büyük insan, dünya ve âhiret işlerine önem veren mümin kimsedir.” (İbn Mâce, Ticâret, 2)
İslam dünya görüşü dünyayı ahiret lehine kullanmayı, dünya ve ahiret dengesini kurarak ebedi cennete ulaşmayı hedefler. Bugün dünya ve ahiret dengesinin dünya lehine bozulduğunu görüyoruz. Uhrevi ve manevi olanın yok sayılması anlamına gelen sekülerleşme aslında insandaki dünyevi cazibelere kapılan nefs ile uhrevi güzelliklere râm olan ruh arasındaki tezadının nefs lehine bozulmasıdır. İnsanın tarihiyle eş zamanlı var olan bu mücadele hep vardır ve devam edecektir. Dünya tarih boyunca kurulan medeniyetlerin ürettikleri ve yaşattıkları değerler de onların toplumsal bilincindeki dünyevi ve uhrevi kodların güçlü olmasına bağlı olarak şekillenmiştir.
Bugün din eğitimi veren modern çağdaş eğitim kurumlarının seküler anlayışı, eğitimi diploma ve sertifika amaçlı ve sayısal ifadelerle tanımlanan akademik başarıdan ibaret hale getirdi. Kariyer, statü, konfor, kazanç, tanınırlık, bilinirlik gibi olgular hayatın merkezine yerleşti. İnsanın karakter ve manevi gelişiminde, insana ve insanlığa kaliteli hizmet gibi nihai amaçlara ulaşmada belki birer geçici ve izafi araç olabilecek bu olgular genç nesillerin, ebeveynlerin hatta öğretmenlerin birincil öncelikleri haline geldi. Filhakika, pratik ateizmin sinsi bir boyutu olarak sekülerlik amaçlarına ulaşırken uhrevi ve manevi olanı yok saymaktadır. Din eğitimi de bundan nasibini almıştır.
Bugün insanın ontolojik gerçeğiyle uyum sağlayabilmesinde, en çok ihtiyaç duyduğu şey maneviyat gelişimi ve karakterin inşası. Hz. Peygamber (s.a.v.) ise bu konuda en güzel örnek… Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Bilindiği gibi İslam fıtrat dinidir. İslam eğitimi de fıtrata uygun, yani insanın yaratılışına tabiri caizse fabrika ayarlarına uygun olmalıdır. Yani eğitimin kaynaklandığı ihtiyaç, hedefleri, içeriği, materyalleri, kazanımları hep insan fıtratına ve ferdî mizacına uygun olmalıdır. Yani insan bir obje veya makine gibi ele alınarak şekil verilecek, yoğrulacak ve bazı işleri yapabilme yeterliği kazandırılacak bir nesne gibi görülemez. Yine insanlara bir sürü muamelesi yapılarak, onlarca insan bir mekâna doldurularak bireysel farklılıkları yani mizaçları ve eğilimleri dikkate alınmadan seri üretim tezgâhlarından geçirir gibi eğitimden geçiremeyiz. İnsanı gerçek sosyal bağlarından koparıp sosyal medya ağında tekâmül ettiremeyiz. Aile bağlarını, parçalanmış/bölünmüş ebeveynlerle aynı çatı altında aynı dairede farklı odalarda bir araya getirerek tesis edemez ve aile eğitimini gerçekleştiremeyiz.
Bugün eğitimi yeniden ve derinden düşünüp; köklerimize bağlı yeni İslami/Nebevi paradigmalarla inşa etmenin yollarını aramalıyız. Köklerden gövdeye; dallardan yapraklara ulaşarak meyve verecek tomurcuklar elde etmemiz gerekiyor. Bunu yapabilmek için de elimizdeki en önemli sermaye Allah’ın bize gönderdiği son “üsve-i hasene” olan Rahmet Peygamberi’nin (s.a.v.) yaşayışı ve sözleri hâlâ capcanlı önümüzde duruyor. O’nun üsve-i hasene olmasını sadece ibadetlere, muamelata ve itikadî konulara hasretmek O’nu anlamamak ve kıymetini idrak edememek olur. Çünkü o bir terbiye üstadı, bir öğretmen veya bir manevi rehber olarak da üsve-i hasenedir ve kıyamete kadar da öyle olacaktır. Bunun aksini düşünmek O’nun ahir zaman peygamberi olarak kıyamete kadar insanlığa yol gösterici olduğunu anlayamamak olacaktır.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ahlakının bütün çağlara hitap etmesi O’nun mucizevi yönü. Onun hayatında ahlakına dair mucizevi yönlere, insana dair büyük dengelere bir nebze de olsa değinir misiniz?
Bugün eğitimi yeniden derinlikli düşünmek için Hz. Peygamber’in (s.a.v.) stratejilerini ve mefkûresini iyi anlamaya ve makâsıda uygun olarak yorumlamaya muhtacız. O’nu tanıdıkça ve anladıkça hayranlığımız artacaktır. Hayranlığımız arttıkça O’nu da ‘sureten’ (şeklen, zahiren) den öte ‘sîreten’ (gönül dünyası ve muazzam feraseti ve başarılarıyla) tanırız.
Hz. Peygamber’in talim, terbiye ve tedibinde hikmet ve maneviyat boyutu vardı. O, ashabının bilgisini ve kültürünü artırırken manevi derinliğini, basiret ve ferasetini artırıyor, geliştiriyor. Allah’a kulluğu aşk ve vecd mertebesine taşımaya çalışıyordu. Bunu yaparken takip ettiği bazı strateji ve mefkûreyi imkânımız ölçüsünde ifade etmeye çalışalım.
Allah Rasülü (s.a.v.), dini güzelleştirip sevdirdi ve kolaylaştırıp rehberlik etti.
İnsan fıtratındaki ilgi ve merak, öğrenme arzusunun çıkış noktasını oluşturur. Mizaç özellikleri, potansiyel kabiliyetler ilgi ve merakın motivasyon merkezleridir. Bu sayede insanın eğilimleri ve öğrenme arzuları ortaya çıkar ve bilgiyi elde etme, yani öğrenme isteği meydana gelir. Öğrenme sürecinde eğilimler, kişinin potansiyel zekâ türlerine ve yeteneklerine göre öne çıkmaya başlar. Bu eğilimleri ve yönelimleri keşfetmek ve desteklemek öğreticinin temel formasyonlarından biri olmalıdır. Fıtri olarak ortak niteliklere sahip insanlar mizaç ve karakter özellikleri olarak farklıdır ve yetenekleri ve öğrenme yöntemleri olarak da farklılıklara sahiptir. Bu ferdi farklılıklar çerçevesinde ilgiyi ve merakı doğru kanala yöneltmek ve bu talebin ivmesini artırmak İslami eğitimin önemli bir formasyonudur. Hz. Peygamber’in “Allah beni zorlaştırıcı ve şaşırtıcı olarak değil, öğretici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi!” (Müslim, Talak, 29) buyruğunu da bu şekilde anlamak doğru olacaktır. Çünkü zorluk-kolaylık ve şaşkınlık-istikamet kişilere göre farklı olabilen izafi kavramlardır. Dolayısıyla güzel ve kolay olan fıtrata uygun, mizaç ve karakter özellikleriyle uyumlu, kabiliyet ve eğilimler doğrultusunda olan, yani bireysel öğrenme tercihlerine ve hızına uygun olandır. Ancak böyle bir sürecinin sonunda sevmek ve doğru yönelim ve teşvik (motivasyon) gerçekleşecektir.
Allah Rasülü (s.a.v.) doğruyu, güzeli ashabıyla (talebeleriyle) birlikte yaşadı ve iyiye, güzele hep öncü ve model oldu.
Hz. Peygamber’in ashabını talim ve terbiyesinde sürekli birlikte yaşama ve uygulama (pratik) görülür. Bu birliktelikte Allah Rasülü daima öncüdür, modeldir ve güzel örnektir. Çok kısa sayılabilecek bir zaman diliminde dinî ilimlerin tahsil edilmesi, karakterlerin terbiyesi, sağlam bir itikadın kökleşmesi ancak birlikte yaşayarak öğrenme, rehberin kılavuzluğuna tâbi olma ve her zaman canlı örneği model almakla mümkün olmuştur. Bu husus nebevî eğitimin muazzam başarısının sırrıdır. Hikmet ve maneviyat temelli bir din eğitiminde de bu strateji, okuma, tefekkür etme, amel etme, davranışlara dökme ve başkalarına aktarma boyutlarında hayati öneme sahiptir. Öğrenme ve öğretme etkinliklerinde öğrencilerin, öğretmenle veya aileleriyle birlikte ve onların öncülüğünde ve örnekliğinde yaparak ve yaşayarak öğrenmesi; öğrenilenlerin ilmî, kültürel ve sosyal bağlamlarını fark etmelerinde; maneviyat derinliğini ve hikmet yönlerini keşfetmelerinde çok etkili olacaktır. Birlikte yaşamak, öncülük ve örneklik bilginin elde edilmesinden veya aktarılmasından öte anlamlandırmaya, pratiğe dökülmeye sebep olur. Böylece ilim kalpte pozitif bir enerjiye dönüşür (maneviyat) ve nihayet Allah’ın sıfatlarını keşfetmeye (marifet ve hikmet) ulaştırır.
Allah Rasülü (s.a.v.) ulvi duygulara yönlendirdi.
Dinî hayat, birtakım erdemli yüksek duyguların heyecanla yaşanmasını içerir. Allah ve Peygamber sevgisi, mahlûkata şefkat ve merhamet, hakkaniyet, vicdan ve adalet, şehitlik ve gâzilik, maldan ve candan fedakârlık, anne-babaya hürmet, din kardeşliği ve takva, ihsan, ihlas, muhabbet (Allah’a ve Peygamber’e) bu yüksek duygulardan başlıcalarıdır. Allah Rasülü’nün, ashabını bu yüksek duygulara sık sık yönlendirdiğine şahit oluruz. Yüksek duyguların harekete geçirilmesi manevi derinliği ve heyecanı artırarak yüksek dinî tecrübelerin oluşmasına ve erdemli davranışların karakterin bir parçası haline gelmesine hizmet eder. Yüksek dinî duygulara yönelmek, Allah’ın sıfatlarının kâinatta ve insanda tecelli ve zuhur edişini hikmet temelli bir tefekkürle idrak edip İslami manada varlık tasavvurunun oluşmasında ve inancın temellenmesinde önemli bir yere sahiptir.
Allah Rasülü (s.a.v.) zararlıyı kaldırdıktan sonra yerine faydalıyı koydu.
İslam bir mefkûre olarak, zararlıyı kaldırmayı faydalıyı getirmenin önüne almış; temizi yerine koymadan önce kiri temizlemeyi, sevabı işlemeden önce günaha tövbe etmeyi şart koşmuştur. Önceden var olan yanlış inançların, hatalı yapılan amellerin ve yanlış öğrenilmiş birtakım tutum ve davranışların bertaraf edilmesi yenilerin öğrenilmesinden önce gelmiştir. Hz. Peygamber bu stratejiyi hiç terk etmemiş her zaman uygulamıştır. Şu olay bunun çarpıcı bir örneğidir:
Mekke’nin fethinden sonra Sakîf kabilesi, Allâh Rasûlü (s.a.v.) ile anlaşma yaptıktan sonra, beldelerinde bulunan Lât putunun üç sene müddetle yıkılmayıp bırakılmasını talep ettiler. Rasulullah (s.a.v.) onların bu isteğini kabul etmedi. Sakif kabilesi temsilcileri:
− İki sene tehir etsen, dediler. Rasulullah (s.a.v.) yine kabul etmedi.
− Bir sene tehir etseniz, dediler. O yine kabul etmedi.
− Hiç olmazsa biz Tâif’e vardıktan bir ay sonraya tehir ediverin, dediler. Allah’ın elçisi putları yıkmayı ertelemek için bir süreyi kabul etmedi. Sakifliler çaresiz kalınca, putlarını hiç olmazsa kendi elleri ile yıkmaktan muaf tutulmalarını istediler. Allâh Rasulü (s.a.v.) bu isteklerini kabul etti ve:
− Peki, ben onu kırmayı ashâbıma emrederim. Putunuzu kendi elinizle yıkmaya sizi zorlamıyoruz, buyurdu. (İbn-i Hişam, IV, 197; Vâkıdî, III, 967-968.)
Allah Rasülü (s.a.v.) her daim canlı örnek oldu.
Bilindiği gibi insan gözlemleyerek, yaparak ve deneyimleyerek öğrenen bir varlıktır. Din eğitiminde de güzel örneklik ve rol modellik neredeyse her gelişim dönemi için hayati öneme sahiptir. Hikmet ve maneviyat temelli eğitimde, yeterliği ve yetkinliği kabul edilmiş güzel örneklik ve rol modellik, öğrenciler için epistemolojik açıdan gözlemlediklerinin ve işittiklerinin doğruluğu hususunda güven duygusunun oluşmasını sağlar ve psikolojik ve sosyolojik açıdan güven duygusunu destekler. Muhabbet ve hürmet duygularıyla güçlendirilmiş sürekli (canlı) bir güzel örneklik, dışsal motivasyonun ötesinde iyi amellerin ve faziletli davranışların sergilenmesine, içsel arzunun oluşmasına fayda sağlar. Böylece örnek olanla örnek alanın ilmî ve irfanî mertebeleri birlikte kat etmesi kolaylaşır. Hz. Peygamber’in sahabesini talim ve terbiyesinde daimî bir örneklik içinde olduğunu gösteren sayısız örnekler görürüz. “Namazı benden gördüğünüz gibi (ben nasıl kılıyorsam öyle) kılınız.” (Buhârî, Ezân, 18) hadisi güzel örnekliğin ilmî ve irfanî boyutunu ortaya koyduğu kadar jest ve mimiklerle birlikte beden diline yansıyacak hikmet ve maneviyat tezahürlerini de içerir.
Allah Rasülü (s.a.v.) daima vicdani, afaki ve enfüsi tefekkürü teşvik etti.
İnsanın madde ve mana, beden ve ruh boyutu İslam bilginlerince bir bütün olarak görülmüştür. Bugün eğitim sistemlerinin öznesi ve nesnesi olan insan bilim, teknoloji, sanat ve felsefede kat ettiği mesafeyi, kendi ruhsal derinliğini ve varlığın anlamını keşfetmede yakaladığını söylemek mümkün değildir. Hâlbuki Allah, insandan çok tefekkür eden bir varlık olmasını istemektedir.
Kur’an insana dört boyutlu bir tefekkür ufku açar. Birincisi insanın madde ve mâna boyutuyla kendisi üzerinde tefekkürü (ez-Zâriyât, 51/20-21); ikincisi yaşadığı dünya ve kâinat üzerinde tefekkürü (el-Ğâşiye, 88/17-20); üçüncüsü Kur’an âyetleri üzerinde tefekkürü (en-Nisâ, 4/82) ve dördüncüsü mahlûkatla ilişkilerinde vicdani bir hassasiyet anlamında tefekkürdür. (el-Hicr, 15/22) Hz. Peygamber’in hikmet ve maneviyat temelli eğitiminde tefekkürün hem amaç hem süreç hem de sonuç olarak bir değeri vardır.
Tefekkür, kişisel deneyimleri temel almak suretiyle bireyin inançlarını sorgulayarak rasyonel temellendirmesine; yaparak/yaşayarak öğrenme etkinlikleriyle inanç değerlerinin anlamını keşfetmesine; problemler, paradokslar ve çıkmazlar karşısında doğru ve anlamlı tavır alabilmesine; iman oluşum evrelerinde kendi değer yargılarını oluşturabilmesine hizmet eder.
Allah Rasülü (s.a.v.) her zaman ölçülü ve itidalli olmayı gösterdi.
Ölçülü, mutedil ve orta yolda olmak, ifrattan, tefritten ve savrulmalardan uzak olmak faziletlere erişmenin şartlarındandır. Tutum ve davranış değişimini hedefleyen bütün eğitim programları, kişisel farklılıkları dikkate alarak kazanımların gerçekleşmesinde itidali ve tedriciliği mutlaka dikkate alır. Tutum, davranış ve düşüncelerde, hatta niyet ve duygularda aşırılık ve yalpalamalar istenmeyen durumlar olarak görülür. Hz. Peygamber sahabelerine sürekli bunu tavsiye etmiş, çizgiyi aşmaya tevessül edenleri itidal dairesine çekmiştir. (Buhâri, Nikah, 1) Bu noktada eğitimcinin rehberliği ve danışmanlığı büyük önem taşır. Hikmet ve maneviyat temelli din eğitiminde iman, ibadet ve muamelatta şeriat sınırlarını hassasiyetle gözetmek gerektiği gibi müminlerin mâşeri vicdanını, ‘akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim’ini rahatsız edecek her şeyden uzak olmak gerekir. (Müslim, Tevbe, 12)
Allah Rasülü (s.a.v.) sahabesini hep iç motivasyonla teşvik etti.
Talebenin eğilimi, potansiyel yeteneği ilgi ve merak olarak ortaya çıkar. Eğitim faaliyetlerinin asıl gayesinin bu ilgi ve merakı teşvik etmek ve desteklemektir. Eğilimler veya potansiyel yetenekler toprağın altındaki tohum gibi beslendikçe tebarüz etmeye başlar. Sonrasında filizlenen tohumun güneşe ihtiyaç duyması gibi öğretmenin gülümseyen yüzüne pozitif enerji yayan kalbine ihtiyaç vardır. Filizin boy atıp toprağa tutunmasından ve kökleriyle minerallere, yapraklarıyla suya ve enerjiye ulaşır hale gelmesinden -ki bu eğitimde öğrencinin iç motivasyonunu keşfetmesidir- sonra fırtına, don ve kuraklık tehlikelerinden ihtiyatla korunmaya ihtiyacı vardır -ki bu da iç motivasyonu baltalayacak unsurlardan korumaktır-. Hazreti Peygamber’in hikmet ve maneviyat temelli eğitiminde ashabını teşvik etmesi ve iç motivasyonunu ateşlemesi, fıtrat gereği unutkanlık, ihmal ve bezginlikler karşısında sırat-ı müstakim üzere olmayı sağlamıştır.
Allah Rasülü (s.a.v.) tekâmül odaklı manevi danışmanlık ve rehberlik yapmıştır.
Günümüzde okullardaki eğitimsel rehberlik ve danışmanlık çalışmaları tek başına öğrencilerin çok yönlü ihtiyaçlarına ve problemlerine çözüm üretebilmekte yetersiz kalmakta bu da yeni rehberlik arayışlarını ortaya çıkarmaktadır. Allah Rasulü’nün manevi terbiye ve tedibinde hayatın, insanın ve kâinatın varoluşsal anlamını keşfetmek ve bunun değer üretme boyutuna taşınması vardır. Böylece bilgi ve kültür şahsiyet üzerinde bir erdem boyutuna ulaşır. İman ve inanç unsurları ve bireysel inanış ve kabuller kişinin manevi yolculuğunun dinamikleri haline gelir. Hazreti Peygamber’in hikmet ve maneviyat temelli din eğitiminin temel hedefi manevî gelişimi desteklemek olduğundan inanç unsurları hayata anlam katar. Bu süreçte edinilen ruhsal tecrübeler manevi keşiflere kapı aralar. Kâinat ve insan üzerinde tefekkürle varlıkların ve olayların hikmet boyutları basiret ve feraset derinliğiyle temaşa edilerek marifete yani Allah’ı tanımaya varılır.
Örnek modelimiz çok açık ve belli olmasına rağmen günümüzde bu konudaki açmazların, temel problemlerin neler olduğunu düşünürsünüz? Gerçek bir eğitim, mesafe katetmek ve yol almak adına inşaî süreçlerde nasıl bir yol ve usul tavsiye edersiniz?
On dört asır evvel insanlığın, o günkü yoldan çıkmış müşrik toplumun Rahmet Peygamberine (s.a.v.) nasıl ve ne kadar ihtiyacı varsa bugün de bizim en az o kadar ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç namazın nasıl kılınacağı, orucun nasıl tutulacağı, hacca nasıl gidileceği vb. kaideler kurallar bakımından apaçık bellidir. Bizim asıl Allah Rasülü’nün insana bakışını, insanı anlayışını keşfetmeye; O’nun içinde yaşadığı sapkın cehalet karanlıklarından insanı tutup çekecek; çöldeki kumlardan yıldızlar mesabesine çıkaracak eşi görülmemiş vizyonunu, stratejilerini ve yöntemlerini model alabilmeye ihtiyacımız var. O’ndan Hâlık’ın nazarıyla mahlûkata bakmayı; Yaratan’dan ötürü yaratılmışları sevmeyi öğrenmeye ihtiyacımız var. Kariyer basamaklarında birbirimizi ezmekten nasıl kurtulacağımızı ve güzel ahlak ve edep asansörlerinde nasıl yükseleceğimizi O’ndan öğrenmeye muhtacız. Yoksa insanlık hakiki aşkın miracı şöyle dursun, nefsani hırs ve arzuların girdabında irtifa kaybetmeye devam edecek.
Peki, bütün bunlar nasıl olacak… Bu hiçbir devirde kolay olmadı. Elbette, bugün de hiç kolay değil. Nasıl bundan 50-60 yıl öncesinin otomobillerini tamir ettiğimiz alet, edevatla ve yöntemlerle bugünün tam elektronik cihaz haline gelen otomobillerini tamir etmek mümkün değilse bugünkü nesilleri terbiyede de o kadar özel geliştirilmiş materyallere incelikli ve derinlikli yöntem ve tekniklere ihtiyaç var.
Günümüzde gençlerin bilgi, kültür ve inanç bakımından durumunu, problemlerin arka planını anlamadan; aile ve sosyal çevresini, kültürel kaynaklarını ve etkileşimlerini tespit etmeden; potansiyel kabiliyetlerini, eğilimlerini ve akademik ve kişilik hedeflerini bilmeden onları eğitmek mümkün değildir.
Gençleri inanç ve maneviyat bakımından farkındalığını sağlayacak sorularla kendi durumunu; varlığın, hayatın ve insanın anlam ve değerini düşündürmek zorundayız. Bunu yaparken hikmet ve maneviyat içeren yaşanmış örnek olayları incelemek farklı ve özgün bakış açıları oluşturmak, grup tartışmaları yapmak gerekecektir.
Yüksek manevi duyguların iç âlemlerindeki yansımalarını ve etkisini keşfedecekleri deneyimsel etkinlikler/uygulamalar yapmak; hayatı, olayları ve kâinatı hikmet gözüyle görmenin önündeki engelleri ve demotivasyon unsurlarının neler olduğunu onlarla birlikte tartışmak yerinde olacaktır.
Ayet ve hadisler veya buradaki kıssalar, olgular üzerinden genelleştirici ve özelleştirici sonuçlar çıkaracak grupla ve bireysel tefekkür etkinlikleri yapmak; hayvanlar, bitkiler ve cemâdât üzerinde kurgulanmış hikmet keşif gezileri yapmak gibi çok boyutlu ve deneyimsel öğrenmelerle hikmet ve maneviyat temelli bir öğrenmeye ihtiyaç vardır. Zira Allah Rasülü yirmi üç yıllık risalet görevinde ashabıyla bütün bunların özünü teşkil edecek ilham verici örnekleri bize sunmuştur.
Bunlara birçok örnek vermek mümkün olmakla birlikte birkaçını zikretmekte fayda var. Allah Rasülü (s.a.v.) “…Bir grup insan, Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın Kitabı’nı okur ve onu aralarında müzakere ederlerse, üzerlerine sekinet iner, onları rahmet kaplar ve melekler çevrelerini kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında zikreder.” buyurarak grup halinde tefekkür etme ve müzakere yapmayı tavsiye ve teşvik etmiştir. (Müslim, Zikr, 38)
O (s.a.v.) “Kur’ân’ı, seni kötülüklerden alıkoyacak şekilde oku! Eğer o seni kötülüklerden alıkoymuyorsa, onu okumuş sayılmazsın.” (Ahmed bin Hanbel, Zühd, s. 401/1649) ve “Akıl sahibinin belli saatleri olmalıdır: Vaktinin bir kısmını Rabbine dua ve münacâta, bir kısmını Yüce Allah’ın sanat ve kudretini tefekküre, bir kısmını geçmişte işlediklerini muhasebe etmeye ve gelecekte yapacaklarını plânlamaya, bir kısmını da helâlinden maişetini kazanmaya ayırmalıdır.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 167; İbn-i Esîr, el-Kâmil, I, 124) buyurarak Kur’an’daki derin hikmetleri keşfetmeyi ve maneviyatı deneyimlemeyi tavsiye etmiştir.
Hâsılı kelam, hangi devirde yaşarsa yaşasın bütün insanlık O’nu örnek almaya ve ondan ilham almaya her zaman muhtaçtır. Hakikat namına her ne varsa O’nun bildirdiğinden, öğrettiğinden ve işaret ettiğinden ibarettir. Hikmetler deryası olan kâinatta ulaştığımız hiçbir anlamlı güzellik ve kıymetli mânâ yoktur ki O, bize önceden fısıldamamış olsun. Kalbimizin hissedebileceği hiçbir derin manevi duygu yoktur ki O’nun gönlü o mânâ semalarından geçmemiş olsun.
Hakikatte, din eğitimi Allah’ın peygamberine öğrettiği edep ve Peygamberin de ashabına yaptığı tediptir. Zira Allah Teâla mahza hikmet olan Kelam’ını, kulları içinde en Hakîm olanına göndermiş; mânâların en yücesini yine Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) kalbine ilkâ etmiştir. Hikmet ve maneviyat ummanlarından eşsiz inciler çıkarmak isteyen kimsenin sığ aklın bulanık sularından çıkıp Kur’an ve Sünnet deryasına dalmaktan başka çaresi yoktur. Vesselam.