Rabbimiz insanoğlunu meraklı yaratmıştır, her şeyin aslını esasını merak eder, öğrenmek ister. Çocuklarda bu özellik çok daha bariz belli olur, her şeyi sorarlar hem de ebeveynlerini bıktıracak kadar… Bu özellik elbette büyük bir meziyettir, insana verilmiş beş duyu gibi kıymetli bir özelliktir. Bu sayede insan varlıkların niçinini, nasılını araştırır. Bilimdeki gelişmeler de teknoloji ve sanayideki gelişmeler de bu meraktan kaynaklanır. Felsefenin çıkış noktası da bu meraktan başka bir şey değildir. İlginçtir ki çevresini merak eden, onu anlamayı ve keşfetmeyi seven ve bu konuda gayet başarılı olan insanoğlu, kendi hususunda bu kadar başarılı olamamıştır. Kendisini keşifte, tabiatı keşifteki başarısını gösterememiş, o başarı seviyesini yakalayamamıştır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, insanoğlunun kendini anlamada aciz ve yetersiz olmasıdır.
İnsanoğlu Kur’an’ın tabiri ile en güzel bir şekilde yaratılmış muhteşem bir varlıktır. Etten yapılmış bir aygıt gibi olan fiziksel yapısının ötesinde, aynı zamanda mahiyeti meçhul ama varlığı gerçek olan ruhsal veya metafiziksel bir varlıktır. Bu nedenle sadece merak insanı anlamaya, tanımaya, ondaki özellik ve güzellikleri kavramaya yeterli gelmemiş, bu konuda yaratıcının yardımına ihtiyaç kaçınılmaz olmuştur. İnsan, yaratıcısının yardımı olmadan kendisi ile ilgili her şeyi bilme şansı olmayan bir yaratıktır. Dinlerin çıkışı, peygamberlerin gelişi bu sebepledir… İnsanların bir kısmı kibir veya cehaletle bu gerçeği kabul etmeyerek dinlere karşı çıksa da bu hakikat hiç değişmedi, hiçbir zaman da değişmeyecektir. Yani teknolojideki, bilimdeki gelişmeler Allah’ın yardımı olmadan insanı anlamamıza asla yeterli olmayacaktır. Nitekim bugün dünyanın geldiği içler acısı hal, bu düşüncemizin açık ispatıdır ki teknolojinin ve fen ilimlerinin ilerlemesi, insanı daha iyi insan yapmamıştır. Çünkü insanı daha iyi insan yapan ondaki metafizik değerlerdir. Daha açığı, ruhun varlığı sorgulandıkça, manevi bünyemiz yok sayıldıkça, insan hep kendinin cahili olarak kalmaya devam edecek, yeryüzündeki huzursuzluk, kargaşa, savaşlar, kan dökmeler, zulümler asla bitmeyecektir.
Yani mutluluk arayışında olan insanın mutsuzluğu, bedensel ihtiyaçları kadar ruhsal ihtiyaçlarının da olduğunu anlayıncaya kadar bitmeyecektir. Bizler asla gezen, dolaşan, konuşan, iş gören mekanik robotlar değiliz. İnsanoğlu robot değildir, bilakis robotların asla yapamayacakları duygularla dolu: seven, âşık olan, aşkı için ölen, merhamet eden, cömertlik yapan, şiir yazan, şarkı söyleyen, sevinen, acı çeken, duygulanan, sevdiklerinin ölümü için üzülen, ağlayan… mükemmel bir varlıktır. Mütekkebir yaratıkların, “Yaptığımız robotlara insandaki her duyguyu bir gün vereceğiz.” şeklindeki bir iddia asla gerçekleşmeyecek tanrılık iddiasıdır.
Açıkçası insanoğlu, fiziksel bünyesi yanında, çok farklı bir yapıda olan ruhunun da varlığını kabul etmek zorundadır. Bu gerçeği yok saydığı, görmezden geldiği müddetçe asla çıkmaz sokaklarda dolaşmaktan kurtulamayacaktır.
O halde çözüm olarak diyebiliriz ki, her şeyi merak eden insan, yaratıcısını da merak etmelidir. Ondan gelen mesajların olup olmadığını sorgulamalıdır. Bu sorgulamalar hiç şüphesiz aklı ve vicdanı bozulmamış, adalet duygusu tahribe uğramış insanları, önce bir dinle, sonra Kur’an’la ve İslam’la buluşturacaktır. Avrupa’da İslam’la şereflenen yüzbinlerce, milyonlarca kişi bu sorgulama ve araştırmalar neticesi İslam’la buluşmuş, huzur ve mutluluğu böyle yakalamışlardır. Bu gerçekle yüzleşemeyen Batı, elde ettiği maddi refah seviyesine rağmen insanını mutlu edememiş, onları intihar ve uyuşturucu gibi kendine en uç nokta zarar veren teşebbüslerden kurtaramamıştır.
Kur’an-ı Kerim insanoğlunun bütün şifrelerini çözen, ona dünya ahiret saadeti sağlayan, değişmeden günümüze gelen mucizevi mesajlar içerir. Kim ki bu mesajlarla buluşur, onunla hemhal olur, onunla amel eder, dünya onun için her sıkıntısına rağmen anlamlı bir yer, yaşanılır bir yuva olur. Aksine bunun yerini dolduracak başka hiçbir maddi ve manevi bir çözüm yolu yoktur.
Günümüzde bütün dünyanın dengelerini iyice sarsan kovid-19 salgını ve zaten bitmek bilmeyen savaşlarla insanlık iyice maddi ve manevi anlamda darda ve zordadır. Çaresiz ve ümitsiz durumdadır. Bütün beşeri ve dünyevi sistemler iflas etmiştir.
Bu durumda kurtuluş arayan bir insanın, bu küresel kaos ve kabustan çıkış şifrelerinin kendinde saklı ve gizli olduğunu bilmesi gerekir. Bu gerçek insanoğluna hatırlatılmalıdır ve insanlık topyekûn bir kurtuluşun önce kendini keşiften geçtiği gerçeği ile yüzleşmelidir. Bu gerçek, Müslüman olmayan kitleler için geçerli olduğu gibi Müslüman olduğunu söyleyen insanlar için de geçerlidir. Yıllardır gerçek bir İslam anlayışından uzaklaşıp Batı karşısında düştüğü aşağılık kompleksi ile kendi güzel değerlerini yamultarak, yarı Müslüman, yarı Hristiyan, yarı ateist, yarı deist bir Müslümanlık anlayışı ile İslam âlemi de huzur ve mutluluktan uzaklaşmış, kurtuluş için kendi güzel dininden de ümidi kesmiş durumdadır.
O halde bu zamanda, her halükârda adaleti gözetecek, sevgi, şefkat ve merhameti bayrak yaparak bütün insanlığa gerçek bir insanlık dersi verecek yeni nesiller yetiştirmelidir. Bu sayede ancak bu kutlu nesil, hem gayrimüslimlerin hem de kendini kaybetmiş Müslümanların dünya ve ahiret kurtuluş vesilesi olabilir.
Müslümanlığı kendini değiştirmemiş, ahlakını güzelleştirmemiş bir Müslüman’ın ne kendisine faydası vardır ne de gayrimüslimleri İslam’a özendirme noktasında rol model olma şansı vardır. Kur’an’ın mesajları açıktır, o her ahlaki kaideyi açıklar, her yasağı tarif eder ama aynı zamanda bu anlattıklarının yaşanabilirliğini de örnek bir kişide pratikte göstermek ister. Nitekim işte bunun için, mesajlarını peygamberi aracılığıyla verir.
Yine bunun içindir ki Kur’an sıkça ashab-ı kirama, Peygamberinizi (s.a.v.) rol model alın, onunla hemhal olun, sadece kitabî bilgilerle yetinmeyin, bu bilgiler bana yeter demeyin mesajları içerir.
Bugün de bu mesajları bilgi olarak bilmenin yeterli olmadığını bilmemiz gerekir. Zira insanın fıtratı Adem’den beri aynıdır, değişmemiştir. Onun eğitiminde görmenin, özenmenin, örnek yaşamların katkısı bilgiden önde gelir. Dolayısıyla içinde yaşadığımız bu zaman diliminde Kur’an’ın mealini okumak, tefsir okumak, ilmihal okumak, onunla amel etmek gereklidir, lakin yeterli değildir. Yaşayan Kur’an olan Efendimizin (s.a.v.) örnekliği de önemlidir. Eminim ki sayıları az da olsa Efendimiz Aleyhisselam gibi Kur’an’ı yaşayan âlimlerimiz vardır. Onların kıymeti bilinmeli ve tek bir şansımız olan bu dünya imtihanında, daha doğru ve daha düzgün bir İslami yaşam için bu tür âlimlerin sohbet ve tavsiyeleri göz ardı edilmemeli, hiçbir gerekçe ile de ihmal edilmemelidir.
Son olarak değerli büyüğümüz, ilim ve irfan ehli Şenel İlhan Beyefendi’nin bu konudaki önemli bir sosyal medya paylaşımı ile yazımı bitirmek istiyorum.
Allah’a emanet olun.
Kendimizi tanımak, kimi sevdiğimize bakmak.
“Kendimizi tanımak bu dünyada kendimize yaptığımız en büyük iyilik ve en akıllıca yatırım olduğu apaçık bir hakikat ve akl-ı selime zahirdir...
Kendini tanıma adına yapılacak ilk iş ise, şu ve benzer soruları kendimize sorup, en acımasız formatta, otokritik, nefs muhasebesi veya öz eleştiri denilen hem İslami hem insani hem de her erdem sahibi her din, her dünya görüşü sahibi, kaliteli ruhlara olmazsa olmaz bir görev ve sorumluluktur... Yani, “Ben kimi ve neyi seviyor, neyi ve kimi sevmiyorum? Benim neye ve kime ihtiyacım var? Kime ve neye ihtiyacım yok?” ya da “Olmazsa olmazlarım ne?” vs. gibi sorular ve bu soruların cevapları, insanın kendini tanımasında başlangıç olarak en olmazsa olmaz sorular ve cevaplardır...
Yalnız sadece doğru cevaplar ve kendine bilgece bakış bile tek başına yeterli değildir…
Asıl önemli olan değişmek ve dönüşme yolunda sabır, sebat, kararlılık, olmazsa olmaz duruşlar ve yapıp etmelerimiz olmak zorundadır…
Fakat bundan daha da önemli ve olmazsa olmaz olanı ise nefse rağmen, negatif taraflarımıza rağmen, yaşamayı kabullenmek ve tembellik ve atalet göstermeden bu mantalitede yaşamaya devam etmek, şart üstü farz ve mecburidir…
Hangi din, felsefe ve dünya görüşüne sahip olunursa olunsun; ahlaklı, erdemli, adam gibi adam olmak için başka çare de yol da çıkar da yoktur…
Fakat, çok özel ve sadece çok özel ve nasipli insanlar için, bir çıkar yol var ki o da şu: “İnikas” yani tasavvufi anlayışa göre yansıma denilen ve Kur’ân, sünnet ve bilimsel temelli olduğu tartışılmamış kesin bir hakikat olan; sadık, doğru, üstün ahlaklı, güzel insanların meclisinde bulunmak ve mümkünse onlarla beraber yaşamak veya hiç olmazsa kalben sevmek ve irtibat içinde olmak psikolojisi içinde hayatını sürdürmek en kestirme yol ve en olağanüstü değişim ve dönüşüm sebebidir...
Yoksa ağzı lâf yapan, kalemini cıvıkça raks ettirip belagatten uzak edebiyat yapan, boş pompa gevezelerin tuzağına ve peşine düşmek işten bile olmadığı gibi doğal rezilliğimiz ve zilletimiz olur da haberimiz bile olmaz…
Benden söylemesi!..”