Kişilik, kimlik, karakter, mizaç, benlik kavramları biraz birbiriyle iç içe ama farklı kavramlar… Hepsi de varlığın insandaki yansımaları… Bu konuda neler söylenebilir?
Evet, çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılan ve yakın anlamları içeren kavramlar bunlar. Ancak her ne kadar söz konusu kavramlar çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılsa da ve birbirleriyle karıştırılsa da gerçekte bu kavramlar birbirinden farklı anlamları içermektedir. Şöyle ki bu kavramlardan en kapsamlı ve geniş anlamları içeren kavram kişilik kavramıdır. Eski kuşakların “kişilik” kavramını ifade etmede çoğu zaman “şahsiyet” terimini kullandıklarını görürüz. Kişilik, insanın doğuştan getirdiği ve sonradan çevrenin etkisiyle kazandığı özelliklerin karmaşık bir bileşkesinden ibarettir. Kişilik son derece karmaşık ve kompleks bir kavram olduğu için değişik psikoloji ekolleri tarafından değişik şekillerde tanımlanmıştır. Bununla birlikte çok öz bir şekilde ifade etmek gerekirse kişilik, bireye özgü olan, onu diğer bireylerden ayırt eden, kazanılmış ve kalıtımla getirilen özelliklerin tümüdür denilebilir. Psikologlara göre kişiliğin çekirdekleri ilk yıllarda atılır, altı yaş civarında ana çizgileri belirlenir, son biçimini gençlik çağının sonlarına doğru alır. İnsan kişiliği uzun sürede şekillendiği için kolay kolay değişme göstermez. Çoğu zaman kişilik yerine karakter, huy ve mizaç, benlik, kimlik vb. gibi kavramlar kullanılmasına rağmen bu kavramlar kişilikten farklıdır.
Bu bağlamda çoğu zaman kişilik kavramıyla eş anlamlı olarak kullanılan karakter kavramının ne anlama geldiğini açıklayacak olursak, karakter kişiliğin toplumsal, ahlaksal katmanıdır ve toplumsallaşma sürecinin bir ürünüdür. Karakter, kişiye özgü davranışların bütünü olup, insanın bedenî, hissî ve zihnî faaliyetlerine çevrenin verdiği değerdir. Çevrenin verdiği ve benimsenen bu değerler kişiliğin bir yanını oluşturduğu için karakterin kişilikle bir ilgisi vardır. Ancak, karakteri kişilikten ayıran en önemli husus bu kavramın daha ziyade ahlâkî özellikler (cimrilik, kıskançlık, cömertlik, dürüstlük vb.) için kullanılmış olmasıdır. Ayrıca kişilik kavramı, karakteri de ihtiva eden daha kapsamlı bir kavramdır. Kişiliğin bir yönü, bir parçası olan karakter, yaşamın ilk yıllarından itibaren sosyal ortamda öğrenilir ve birtakım değer yargılarının benimsenmesiyle gelişir. Bu anlamda karakter yaşanılan ortama bağlı olarak değişir ya da biçimlenir. Bu nedenle karakterin oluşmasında kalıtımdan çok sosyal çevrenin etkisi söz konusudur denilebilir.
İnsan karakteri değişebilir mi? İnsan kişiliğinin bir kez şekillendikten sonra bir daha kolay kolay değişmeyeceğini ileri sürenlerin aksine kişiliğin sosyal durumlara ilişkin bazı yönlerinin kişisel farkına varma ve gayretle değişebileceğini söylemek mümkündür. Dolayısıyla kötü karakterli çocuklar kaçınılmaz olarak kötü karakterli yetişkinler haline gelmez. Çoğu zaman kişi dönüştürücü bir olay ya da bir olaylar dizisiyle (örneğin; üniversiteye girmek, terapiye başlamak vb.) karşılaşacaktır. Bu durum, kişiyi yeni bir yola sokar ve böylece karakter değişimini başlatır. Bütün fazilet ve kötülüklerin tohumu, insanın hakikî çekirdeğini teşkil eden fıtrî karakterdedir. Bununla birlikte ferdin tabiatına göre bu tohumun gelişmesinde disiplinin az ya da çok etkisi olduğu gibi bilginin de karakterin şekillenmesi üzerinde büyük tesiri vardır. Bilgi sayesinde aklın gelişmesi ahlâk bakımından önemlidir. İşte eğitim (terbiye) bunu amaçlamaktadır. Kısacası çocukluğundan itibaren içinde yaşadığı aile, okul ve çevrenin etkisiyle şekillenmeye ve gelişmeye başlayan insanın karakterini tamamen değiştirmek mümkün olmasa da bilgi, eğitim vs. ile büyük çapta ona şekil vermek mümkün olabilmektedir denilebilir.
Karakter kavramı gibi ilk kaynaklarda daha ziyade kişilikle birlikte zikredilen ve kişilik anlamında kullanılan mizaç (huy) kavramı da insan kişiliğinin sadece bir yanını ya da bir öğesini teşkil etmekte olup insanın duygularının ve coşkularının bütününe denilmektedir. İnsanın doğuştan getirdiği his ve heyecan yönünü gösteren özelliklerden oluşan mizaç ya da huy kişiliğin duygusal yönünü açıklamak için kullanılan bir kavramdır. Bu anlamda kişiliğin genellikle enerjik, sert, çabuk kızmak, öfkelenmek, neşelenmek, hareketli ya da hareketsiz kalmak vb. gibi duygusal yönden özelliklerini belirtmek için kullanılan sıfatların tümü mizacı teşkil etmektedir. Anlaşılacağı üzere mizaç, kişiliğin bütününü değil insanın duygusal denge durumunu oluşturmakta ve daha çok kalıtımla belirlenmektedir. Dolayısıyla, bir kimsenin hem bugünkü ve gelecekteki duygulanım tarzını, duygularını ifade etme ve yönetme şeklini, hem de davranışlarının bir taslağını oluşturan ‘mizaç,’ tepki verme biçimi ile ilgilidir, yapısaldır ve pek değişmez. Bununla birlikte mizaç, daha ziyade insanların yaradılışlarına bağlı ise de içinde yaşanılan çevrenin sosyal şartları, başımızdan geçen olaylar, alınan eğitim vs. çok az da olsa mizacı değiştirebilmektedir. Bir insanın mizacı, yani duyuş ve davranış tarzı üzerinde, beden kimyasının büyük ölçüde etkisi olduğu; hormonların ruh çökkünlüğü, huysuzluk, çabuk duygulanma, keyifsizlik gibi hallere yol açtığı ilk çağlardan itibaren ileri sürülmektedir. Beden kimyasının kişiliği etkileyebileceği fikrinin pek boş bir hipotez olmadığını son zamanlarda hormonlar üzerinde yapılan araştırmalar da göstermiştir. Zira modern araştırmalar, hipofiz, tiroid, adrenaller ve genodlar gibi salgı bezlerinin beden yapısı ve davranışlar üzerinde etkili olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Kimlik (identity), benliğimiz konusunda dün, geçen yıl, ondan önceki yıl vb. kimsek, yine o olduğumuz yolundaki öznel bir bütünlük, tutarlılık ve süreklilik duygusudur. Başka bir deyişle kimlik, ‘ben kimim’ sorusuna verdiğimiz herkesten ayrı, eşsiz bir insan olduğumuz yolundaki cevabımızdır. Kimlik kavramı da, bazen benlik ve kişilik yerine de kullanılsa da gerçekte kimlik (identity), toplumsal bir varlık olan insanın bireysel ve toplumsal niteliklerinin ve özelliklerinin bütünüdür. Kimlik arayışı ve oluşumu gençlik çağında ön plana çıkmaktadır. Kimlik duygusu, beden imajımızla, bedensel duygularımızla, anılarımızla, amaçlarımızla, değer yargılarımızla, yaşantılarımızla olduğu kadar, yaş, cinsiyet, statü vb. gibi toplumsal konumumuzla başkalarının bize ne gözle baktığına ilişkin kanaatlerimizle de şekillenir. Kısacası tüm bunlar, bizim kimlik duygumuzun oluşup şekillenmesinde etkili olan faktörlerdir.
Gençlik çağında insan, çocukluk çağında yapılan özdeşleşmelerden farklı olarak yeni özdeşleşmeler yapar. Bu anlamda pek çok gencin ünlü bir sporcuya, şarkıcıya, sinema oyuncusuna, siyasetçiye vs. özendiği, onları kendisine rol model alarak özdeşleşmeye çalıştığı sıkça gözlemlenir. Kimlik oluşturma çağı olan gençlik çağında genç tarafından yeni özdeşleşmelerle eskiler arasında seçim yapılır. Seçme işlemi yapılırken kimi özdeşleşmeler eskilerle birleştirilip, bütünleştirilir, kimi atılır, reddedilir. Böylece, çocukluk çağında kazanılan kimlikle gençlik çağında kazanılan kimliğin birleşip bütünleşmesinden benlik kimliği (ego identity) gelişmeye başlar. Benlik kimliğinin (ego identity), cinsel, bireysel ve toplumsal yönleri vardır. Çocuğun gözünde anne-baba en güçlü, en akıllı, en sevimli ve yanılmaz varlıklar oldukları için çocukluk çağında anne-babaya benzemek çocuk için yeterli olmaktadır. Ancak, ilkokul çağında anne-babanın yerini öğretmen ve arkadaş gibi başka kişiler almaktadır. Genç insan için özdeşim örneklerinin bittiği noktada kimlik oluşumu başlar.
Genç insan kimliğini oluştururken, kendisini hem herkesten başka hem de çevresiyle anlamlı bağlar kurmuş birisi olarak görmektedir. Çünkü tüm bağlardan kopuk bir kimlik düşünülemez. Kimlik duygusu, aile bağlarıyla, arkadaş ilişkileriyle, meslek seçimiyle toplumdaki konumu, amaçları, dünya görüşü ve yaşam biçimi ile var olan bir duygudur. Dolayısıyla kimlik duygusu, bireyin gelişim dönemleri boyunca ve özellikle de ergenlik döneminde diğer insanlarla özdeşleşme sonucu, bir süreklilik ve tutarlılık içinde gelişir. Kimlik duygusu gelişmiş bir genç, kendi benliğinin sürekliliğini algılayan, kendi kendine yabancı olmayan, nereden gelip nereye gittiğinin farkında olan, kendi başına kararlar verebilen, bağımsızlık arzusu olan, kendine ait duygu, düşünce ve idealleri olan kendisinin geliştirdiği inançları, yaşam biçimi, dünya görüşü ve hayat felsefesi olan, ayrıca sosyal statüsü, mesleki rolü, gelecek hakkında beklentileri ve kazanılmış bir cinsel kimliği olan bir kimsedir.
Bununla birlikte gencin benlik kimliğini (ego identity) oluşturması, kolayca elde edilen bir şey değildir. İnsanların büyük çoğunluğu, çok rahatsız edici çatışmaların ve büyük bunalımların sonucunda kendi kimliklerine ulaşabilmektedirler. Kimlik bunalımı (identity crisis), her gencin yaşadığı ve atlatılması gereken bir gençlik hastalığıdır. Kimlik bunalımı esasen bir hastalık değil, aksine doğal bir bunalım olarak kabul edilmektedir. Çünkü bu dönemde genç insan, kendi kendisini yeniden var etmenin, kabuk değiştirmenin, kendisi olabilmenin sancılarını çekmektedir. Başka bir deyişle çocukluk döneminde anne-baba ve çocuk arasında sevgi ve saygıya dayalı sağlıklı bir iletişim ve ilişki kurulmuşsa çocuğun ileriki yaşamında yani gençlik çağında kimlik bunalımını aşarak kimlik duygusunu oluşturması da çok zor olmayacaktır. Kimlik bunalımını (krizini) kendi çabalarıyla aşamayan, çözemeyen gencin, korku ve kaygı içinde panik durumuna girmesine kimlik kargaşası (identity confusion) denir. Dolayısıyla başta anne-babası olmak üzere etrafında bulunan yetişkinlerin gencin kimlik oluşturma sürecinde ona yardımcı olması ve rehberlik etmesi gerekmektedir. Kimlik karmaşası yaşayan bir gençte benlik sınırları iyi çizilmemiştir ve yalıtılmışlık duygusu mevcuttur. Bu nedenle çok yakın insan ilişkileri onu korkutur, kendi benliğini yitiriyormuş duygusuna kapılır. Bu tür gençler ne istediklerini ve nereye yöneldiklerini bilemezler, kararsızdırlar. Dolayısıyla kimlik karışıklığı (identity diffusion), kimlik krizinin patolojik görünümlü bir özelliği olup daha uzun süreli bir olaydır. Kimlik karmaşası gencin bireysel ve toplumsal yaşantısını olduğu kadar ruh sağlığını da olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
Kişilikle yakın anlamlı olan ve bazen karıştırılabilen bir diğer kavram da benlik kavramıdır. Kişilik ve benlik kavramları arasında gerek yapı gerekse gelişme bakımından kesin sınır çizmek son derece zordur. Bununla birlikte benlik ve kişilik iç içe olmakla beraber, benlik kişiliğin bir alt bölümüdür ve kişilik kavramından farklı özellikler taşır.
Benlik kavramı ve benlik saygısına dair neler söylenebilir? Kişilik inşası açısından önemi nedir?
‘Benlik’ ya da ‘kendilik’ kavramının karşılığı olarak Kur’ân’ı Kerim’de ve Arap dilinde ‘nefs’, Batı dillerinde ise ‘self’ ve ‘ego’ kavramları Türkçemizde de bazen ‘öz’ ve ‘özben’ gibi kavramlar kullanılmaktadır. Daha önce de belirtildiği üzere kişilik, kişiyi diğer insanlardan ayırt eden, onu biricik ve kendine özgü hale getiren biyolojik, sosyal ve psikolojik tepkilerinin bütününe verilen bir isimdir. Benlik ise bireyin kendisi ile ilgili algılamaları ve değerlendirmelerinden oluşur. Başka bir deyişle benlik, bireyin kendi kişiliğine ilişkin kanaatlerinin toplamı, bireyin kendisini tanıma ve değerlendirme biçimi, kişinin kendi gözündeki kendisidir. Benlik kavramı, bir kimsenin nasıl bir insan olduğu konusundaki düşüncelerinden ve kendisi hakkındaki değerlendirmelerinden, kendisini ve çevresini algılayış biçiminden oluşmaktadır. Dolayısıyla kişiliğin özünü ve öznel (subjektif) yanını teşkil etmekte olan benlik kavramı, insanın davranışlarını büyük ölçüde etkileyen ve aynı zamanda belirleyen psiko-dinamik bir yapıdır.
Kişiler, benlik kavramını çoğu zaman “Ben…………. bir kişiyim” ifadesiyle açığa vururlar. Ancak, aradaki bu boşluk “olumlu”, “olumsuz” ya da “kararsız” bir kendini tanımlama biçimi olabilir. Daha doğrusu, benlik bireyin kendi içinde kendini gözetleyen, yargılayan, değerlendiren ve davranışlarını bir düzene koyup, onu yönlendiren bir güçtür. Benlik çok yönlü ve çok bileşenli bir yapı olduğu için psikologlar, sosyologlar ve felsefeciler tarafından değişik şekillerde tanımlanmıştır. Örneğin; benliğin ruhun çekirdeği, gelişimin ilk tipi, kişiliğin odak noktası olduğunu; benliğin yaratıcı olduğunu, mükemmelliğe ve daha iyiye doğru çabaladığını; benlik kavramının, kişinin kendi hakkındaki doğru ya da yanlış bir takım hipotezleri olduğunu, güçlü, olumlu bir benlik kavramına sahip olan bir kimse, dünyayı zayıf bir benlik kavramı olan kişiden oldukça farklı göreceğini ileri süren psikologlar da olmuştur. Benlik kavramına sosyal açıdan yaklaşan ve benliğin bireyin toplum içindeki diğer bireylerle etkileşim sırasında oluştuğunu ileri sürerek benliğin kişinin etkileşimde bulunduğu diğer bireylerin kendisini nasıl algıladıklarını ve değerlendirdiklerini yansıtan bir kavram olduğunu ileri süren sosyal psikologlar da olmuştur. Onlara göre insan, başkalarının kendisine karşı gösterdiği tutumlar ışığında kendisi hakkında düşünmeye başlar.
Kur’ân ve tasavvuf açısından benlik kavramı incelendiğinde; Kur’ânî terminoloji içerisinde benlik (kendilik, öz) kavramına en yakın kavramın “nefs” olduğu ve bu kavramın çoğu zaman beşeri varlıklar için, çok nadir olarak da Allah ve putperestlikteki tanrılar ve cinler için kullanıldığı ancak ‘melekler’ için nefs kavramının Kur’ân’da hiç kullanılmadığı görülmektedir. Kur’ân’ın bütünlüğü çerçevesinde bakıldığında; gelişme potansiyeli olan bir oluşum anlamını da taşıyan “nefs”, değişik manalarda kullanılmaktadır. Örneğin; Kur’ân’da nefs; iç, derun ve öz anlamında kullanılmaktadır (Maide, 5/116). Buradaki iç, derun ancak Yaratıcının bilgisine ulaştığında yani O’nu tam anlamıyla tanıdığında tamamlanacak olan eksik bir oluştur. Kur’ân’da bazen nefs, sorumluluk sahibi insanî kişilik ve yaratıcısına karşı sorumluluk bilinci oluşturabilen can anlamlarında (Nisa, 4/1), bazen de nefs, yalnızca bedene canlılık veren ruh anlamında kullanılmıştır (En’am, 6/93).
Tasavvufî düşüncede ise nefsi ve ruhu isimler olarak değil, sıfatlar olarak düşünmek gerekir. Zira nefs ve ruh aynı bütünün, yani benliğin iki parçası, iki kutbudur. Benliğin pozitif kutbuna ruh, negatif kutbuna nefs denilmektedir. Her şey gibi benlik de iki kutbun varlığıyla ayakta durmaktadır. Nefsi çıkarıp bir tarafa atmak doğru değildir. Çünkü benlik sırrının varlığı için, nefs de gereklidir. Bu sebeple tasavvuf düşüncesinde nefsi öldürme değil ıslah etme esastır. Zira nefs, bütün kötülüklere rağmen insanın en yüce mertebelere çıkmasında bir basamak görevi teşkil etmektedir. Sufiler ise nefs kavramını genellikle iki temel manada kullanmaya çalışmışlardır. Birinci anlamıyla nefs kelimesini yalnız başına kullandıklarında, “nefs-i hayvani”ye yani insanın kötü ve zemmedilen tarafına, kötülüğün, şerrin kaynağına işaret etmek istemişlerdir. Sufilere göre ikinci anlamıyla nefs, insanın hakikati, zâtı anlamına gelir. Bu bakımdan birinci manasıyla gayet çirkin ve kötü olan nefs, ikinci manasıyla övülmüş ve güzeldir. Çünkü ikinci anlamıyla insan nefsi, yani insanın zatı, Allah’ı ve diğer bilinenleri idrak eden hakikattir. Tasavvufta, nefsin sıfatlarına ilişkin Kur’ân ayetlerinden ve nefiste hâkim olan özelliklerden hareket edilerek nefsin halleri ya da sıfatları belirlenmiş ve bu durumlara nefs mertebeleri de denilmiştir. Yedi hal olarak belirlenen bu hallerin en son basamağına ulaşan insan, insan-ı kâmil mertebesine ulaşır. Manevî olgunluğun son basamağını teşkil eden nefs-i kâmile mertebesindeki insan, ruhun özelliklerine bürünmüş, olgunlaşmış, kemale ermiştir.
Anlaşılacağı üzere gerek psikolojik, sosyolojik ve felsefî açıdan gerekse Kur’ân ve tasavvuf açısından benliğin değişik tanımları yapılmıştır. Dolayısıyla psikologların, sosyologların, filozofların ve sufilerin üzerinde fikir birliği yaptıkları ortak bir benlik tanımı mevcut değildir. Bununla birlikte benlik kavramı; bireyin kendisini algılayış ve kavrayış biçimi olan ve bireye süreklilik, bütünlük ve sağlamlık hissi veren, kişinin kendisini nasıl görüp nasıl değer biçtiğini anlatmakta olan, kişinin kendisiyle ilgili kafasında çizdiği bir profil ve dünyayı seyrettiği bir gözlüktür şeklinde tanımlanabilir.
Bu noktada benlik kavramı ile yakından ilişkili bir kavram olan benlik saygısının ne anlama geldiğine bakacak olursak; her şeyden önce insanın kendi kişiliğine karşı beslediği duygulara “benlik duyguları” denilirken, diğer insanlara karşı beslediği duygulara da “senlik ya da sosyal duyguları” adı verilmektedir. Başlıca benlik duyguları, benlik saygısı ya da izzet-i nefs, şeref ve haysiyet duygusu, üstünlük ve aşağılık duygusudur. Benlik saygısı, eskilerin insanın kendi kendisini sevmesini ifade etme anlamında izzet-i nefs ya da hubb-u nefs adını verdikleri “self’e” ilişkin bir kavram olup Türkçede “kendine saygı”, “öz saygı” ya da ‘benlik değeri’ gibi değişik kavramlarla ifade edilmektedir.
Birçok psikoloğun da belirttiği gibi benliğin bilişsel ve duyuşsal olmak üzere iki boyutu ya da yönü vardır. Benliğin duyuşsal yönü, kişinin kendi hakkında ne hissettiğini ve kendisini nasıl değerlendirdiğini içerir ki bu da benlik saygısını gösterir. Gerçekte benliğin söz konusu her iki boyutu da karşılıklı ilişki içerisindedir. Bu sebeple benlik kavramında, bireyin sahip olduklarına ilişkin bir farkındalığı, bilgisi söz konusu iken, benlik saygısında, bireyin sahip oldukları ya da algıladıklarıyla ilgili duygu ve düşünceleri, yani bu durumdan hoşnut olup-olmadığı söz konusudur. Başka bir deyişle benliğin duygusal yönünü teşkil eden ve bireyin benliğini beğenme derecesini gösteren benlik saygısı, benlik kavramımızı ne kadar sevdiğimiz ve kabul ettiğimizin bir ölçüsü ya da kendimiz için ne kadar saygın olduğumuzu ifade eder. Dolayısıyla “benlik saygısı”, kişinin kendisine saygı duymasının yanı sıra güven duyması, kendisini benimseyip değer vermesi anlamlarını da kapsadığından bu terimin kavramsal karşılığı olarak “öz değerlilik” ya da “öz değerlilik duygusu”nun kullanılması da mümkündür. Zira benlik saygısı, değerli olma, yeterli olma ve yapabilir olma duygusudur. Çocukta bu duygu anne-babanın sevgisi ve duyarlılığı ile gelişmektedir. Bireyin kendisine ilişkin değerli veya değersiz olduğuna dair yargısını teşkil eden benlik saygısı, bireyin toplum içindeki davranışlarını etkileyen ve olaylar karşısında nasıl tepki vereceğini belirleyen önemli bir yapılanma ve ruh sağlığı kriteridir. Dolayısıyla benlik saygısının temelinde kişisel onur, hüner, kişinin özünün kabullenilmesi, bütünlük ve kabul edilirlik duygusu vardır.
Benlik saygısı, bireyin ne olduğu ile ne olmak istediği arasındaki farka ilişkin duyguları gösterir. Zira insanlar algılanan benlikleri ile ideal benliklerini sürekli olarak karşılaştırırlar. Algılanan yani gerçek benliğimiz ile ideal benliğimiz arasındaki fark ne kadar fazla ise benlik saygımız da o kadar düşük olmaktadır. Başka bir deyişle, bir insanın ne olduğu ile ne olması gerektiği konusundaki tutarsızlık, değersizlik duygularına yol açmaktadır. Dolayısıyla, benlik saygısı, insanın bir birey olarak kendi benlik kavramını beğenmesi, onaylaması, tam ve eksik yönleriyle kendisini değerli, olumlu, sevilmeye ve beğenilmeye değer bulması yani kendinden hoşnut olması durumudur. Kendini olduğu gibi kabullenmiş yani benliği gelişmiş bir kimsenin en önemli özelliklerinden birisi, kendisiyle ilgili arzu ve isteklerini, sahip olduğu fırsat ve imkânların sınırları içerisinde tutabilmesidir. Başka bir deyişle böyle bir kimsenin gerçek benliği ile ideal benliği arasında çok fazla uçurum olmayıp bir uyum ve bağdaşım vardır. Kendimizle ilgili olarak yapmış olduğumuz bu değerlendirmeler, bizim benlik saygımızı oluşturur. Eğer pozitif özel yeteneklerimizi ön planda tutabiliyorsak o zaman kendilik saygımızın seviyesini de yüksek tutmuş oluruz. Birçok değerli yeteneğe sahip olmamıza rağmen, şayet olumsuz özelliklerimizi ön planda tutarsak o zaman da kendimize olan saygımız düşük seviyede olur. Dolayısıyla, benlik saygısı temel olarak bireyin kendini değerlendirirken kullandığı tutumun yönüne bağlıdır. Birey kendini değerlendirirken olumlu bir tutum içindeyse, benlik saygısı yükselmekte, olumsuz bir tutum içerisindeyse benlik saygısı düşmektedir. Bir kimsenin olaylar hakkında olumlu düşünmesini ve kendisine karşı duyduğu sevgi, saygı ve güven duygularını ifade eden benlik saygısı (self-esteem), kişinin kendisini tanıması ve gerçekçi olarak değerlendirmesi sonucunda kendi yetenek ve güçlerini olduğu gibi kabul edip benimsemesidir. Bu sebeple benlik saygısının yeterlilik (competence) ve değer (Worth) olmak üzere iki temel boyutunun olduğu ileri sürülmektedir. Yeterlik (yeterlik temelli benlik saygısı), bireyin kendi kendini yeterli ve etkin görme derecesine, değer (değer temelli benlik saygısı) ise değerli birisi olarak görme derecesine işaret etmektedir.
Kişilik ve benlik konularıyla ilgilenen araştırmacı, psikolog ve psikolojik danışmanlar benlik saygısını değişik açılardan ele alarak farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Örneğin; benlik saygısının; kişinin kendi kendisiyle barışıklık derecesi ve başarılarının, isteklerine olan oranıyla belirlendiğini ileri sürenler olmuştur. Bu durumda dünyanın en ünlü opera sanatçısı olmak gibi bir hedefi olan (ideal benliği) bir kimse sonuçta küçük bir koroda herhangi birisi olduğunda (gerçek benliği) benlik saygısı düşük olacaktır. Dolayısıyla istekleri ve amaçları ‘gerçekçi’ olan bir kimse, ortalama bir başarı ile bile kendisini değerli göreceğinden benlik saygısı yüksek olacaktır ve sonuçta bu kimse mutlu olacaktır. İnsanın ideal olarak yapmak istedikleri eğer gerçekten yapabileceklerine uygun düşmüyorsa, başka bir deyişle ideal benlik ile gerçek benlik birbirinden çok farklı ise kişinin aşağılık duyguları ve anksiyetesi çoğalır. Kişinin kendi kapasitesi ve yeteneklerine uygun bir ideal benlik geliştirmesi ise onun aşağılık duyguları ve anksiyeteye karşı alabileceği en iyi önlemdir.
Diğer taraftan benlik saygısının temelinde kişiler arası ilişkilerin bulunduğunu, bu nedenle anne-babaların, çocukları ile olan ilişkilerine özel bir önem veren ve bu ilişkilerde aşağılık duygusu yaratıcı olayları en aza indirgemenin önemini vurgulayan psikologlar da mevcuttur. Kişinin başkalarıyla sıcak ilişkiler kurma becerisi, yaratıcılığı vs. benlik saygısı ile ilişkilidir. İnsanın bu tür özelliklere sahip olabilmesi ise kendisini kabul eden, saygı ve ilgi duyan, kendini ifade etme özgürlüğü ve bağımsızlık tanıyan sosyal bir çevrenin içerisinde bulunması ile gerçekleşir. Bununla birlikte bazen sosyal çevredeki diğer insanların bizi değerlendirişi ile kendi kendimizi algılayış biçimimiz birbirinden çok ayrı olabileceği gibi, birbirine çok yakın da olabilir. Benliğin değerlendirilişi çok farklı ise ortaya birtakım uyumsuzluklar ve sorunlar çıkabilir. Örneğin, öğretmenleri ve arkadaşları tarafından çok çalışkan ve zeki olarak görülen bir öğrencinin kendi kendisini algılayışı çok çarpık olabilir. Bu öğrenci başaramayacağı korkusunu yaşayan, kendi kendisini yeterli bulmayan birisi olabilir. Dolayısıyla çevreden yansıtılan değerlendirmelerle, kendilerinin güçlü ve güçsüz yönlerini kavrayabilen ve kabullenebilen kişiler, sağlıklı bir benlik kavramı geliştirebilmişlerdir.
Bununla birlikte benlik saygısı, kişinin kendisini süper, mükemmel, her anlamda yeterli hissetmesi değildir. Benlik saygısı, eksik ve tam yönleriyle mevcut haliyle kişinin kendisini olduğu gibi kabul etmesi ve başkaları tarafından da kabul edilmesidir. Başka bir deyişle benlik saygısı, kişinin kendisini olduğundan üstün ya da aşağı görmeksizin kendinden hoşnut olma durumudur. Benlik kavramının çarpıtıldığı durumlarda benlik saygısının da gerçekçi olması beklenemez. Bu nedenle kendisini son derece üstün, güçlü vs. şeklinde gören bir kimsede görünüşte benlik saygısı son derece yüksek olabilir. Ancak büyüklük sanıları taşıyan bu paranoid kimsedeki benlik saygısı yalancı bir benlik saygısıdır. Benlik kavramının abartılmasından kaynaklanan bu tür bir benlik saygısı temel güvensizlik duygusunu kapatmak için adeta şişirilmiş bir balona benzer ve eninde sonunda sönmeye mahkûmdur. Diğer taraftan benlik kavramını son derece değersiz ve yetersiz bulan bir kimsede de benlik saygısı düşer. Örneğin; depresyon içerisinde bulunan bir kimse kendini o kadar değersiz ve yetersiz bulabilir ki intihar etmek suretiyle bu değersiz benlikten kurtulmaya çalışır. Genellikle insanların büyük bir kısmı da bu iki aşırı uçta bulunurlar.
Anlaşılacağı üzere benlik saygısı; bir gereksinim, bir yeterlilik duygusu, bir tutum, başarı için gerekli bir koşul, bir yaşam biçimi, bir ruh sağlığı göstergesi gibi değişik anlamlarda ele alınmaktadır. Özetle belirtmek gerekirse benlik saygısı, kişinin kendisini olduğundan aşağı ya da üstün görmeksizin tüm yönleriyle benimsemesi, kendisinden memnun olması, kendini değerli, olumlu, beğenilmeye ve sevilmeye değer görmesi ve kendisine saygı duymasıdır.
Sağlıklı bir kişilik inşası için benlik kavramı ve benlik saygısı neden çok önemlidir?
Her insanın özgüvene, bir öz değere ve başkaları tarafından takdir edilmeye ihtiyacı vardır. Başka bir deyişle her insanın, kendisini önemli hissetmek ve bir değer sahibi olmak, başkaları tarafından onaylanma ve bu sayede kendi kendisini onaylama arzusu vardır. Benlik saygısı ihtiyacı, kişinin diğer insanlardan aldığı değerlendirici bilgilerle de ilişkilidir. Kişinin sosyal çevrede kendine düşen görev ve sorumlulukları uygun şekilde halletmesi ve bununla ilgili olumlu geri dönütler alması; sevildiğini, sayıldığını ve yaptığı işlere değer verildiğini öğrenmesi, benlik saygısı ihtiyacına doyum sağlamaktadır. Esasen hepimizin egosu açtır. Ve ancak bu açlık kısmen tatmin edildiğinde ‘kendimizi unutabilir’, dikkatimizi kendimiz dışındaki kişilere ve konulara çevirebiliriz. Dolayısıyla yalnızca kendisini sevmeyi öğrenen insanlar başkalarına karşı cömert olabilir ve onlarla dost olabilirler. Başka bir deyişle kendisini sevmeyi ve kendisine saygı duymayı öğrenen insanlar başkalarını da sevip onlara saygı duyabilirler. Klinik ve deneysel psikologlar, çok çeşitli sorunları olan binlerce gerçek kişiyi incelediklerinde, ego açlığının, mide açlığı kadar, doğal ve evrensel olduğu sonucuna varmışlardır. Başarılı ve ünlü insanlar için bile bu durum geçerlidir. Kısaca özetlemek gerekirse; yaşamda mutluluğu bulma şansımızı arttırdığı, yaşamın düş kırıklıkları ve değişiklikleriyle başa çıkmamızı sağladığı ve psikolojik sağlığımız açısından son derece önemli olduğu için benlik saygısı herkesin istediği ve mutlaka gereksinim duyduğu bütün insanlar için ortak bir ihtiyaçtır.
Bu sebeple kişinin kendisini, gerçekçi bir gözle olduğu gibi görmesini, kabul etmesini ve kendisine güvenebilmesini ifade eden benlik saygısı, insanın bireysel, toplumsal, ruhsal ve dinî hayatı açısından büyük önem taşımaktadır. ‘Kendini bil’ ilkesi ruh sağlığında temel bir yaklaşım olarak kabul edilmiştir. Geçmişten günümüze kadar olan ruhsal tedavi yöntemlerinde amaç ise insanın kendisini tanımasına yardımcı olmak, bu konuda ona yol göstermektir.
M. İkbal’de “Allah’ı bilmek ibadet, kendini bilmek hayattır.” demek suretiyle bu gerçeği dile getirmiştir. Pek çok insan kendisini tanımaksızın, kendisini gerçekçi bir şekilde görüp kabul etmeksizin yaşamına anlam katabilmeyi umut eder. Oysa insan, kendi gerçeklerini tanıyabildiği oranda kendisiyle uzlaşır ve çevresine karşı daha hoşgörülü olur. Bunu başaramayan bir kimse hoşlanmadığı ve kabul etmediği bilinç dışı benliğini, diğer insanlara yansıtarak onları eleştirir, kınar ve suçlar. Bunu yaparken de aslında tanımadığı gerçek benliğini seyretmekte olduğunun farkında bile değildir. Mutasavvıflara göre de tasavvufî ahlâkın esası olan tevazu, kibirle, zillet ve pısırıklık arasındaki denge durumudur. Onlara göre kibir, insanın kendisini olduğundan yüksek görmesi, zillet ve pısırıklık ise olduğunun altında zannetmesidir. Oysa bu iki hal de bir aşırılık olup gerçeklikten sapmadır. Yalnızca kendisini, kendi aklını beğenen bir kimse kendi ayıp ve kusurlarını bilemez. Bu yüzden de kendisini denetleyemez. Kendisini denetleyemeyen bir kimse gelişmiş ve olgunlaşmış birisi değildir. İnsan, kendisini gerçekçi bir şekilde tanıyıp kabul ettiğinde iyi, doğru ve olumlu yönlerini geliştirme imkânı bularak, diğer insanlardan farklı olma şansını da elde eder. İnsanın sağlıklı bir kişilik geliştirebilmesi ise, her şeyden önce, kendisini, gerçekçi bir gözle değerlendirebilecek bir benlik yapısına sahip olmasını gerektirir.
Özetle belirtmek gerekirse olumlu ve kabul edilir deneyimlerle gelişmeye devam eden benlik saygısı, düşündüğümüz, söylediğimiz, yaptığımız her şeyi, dünyayı ve dünyadaki yerimizi, görüşümüzü, diğer insanların bizi nasıl gördüğünü ve bize nasıl davrandıklarını, yaptığımız seçimlerimizi, sevgi verme ve sevgi alma yeteneğimizi, değiştirilmesi gereken şeyleri değiştirmek için harekete geçme yeteneğimizi ve mutluluğumuzu etkilemektedir. Başka bir deyişle insan için temel bir ihtiyaç olan benlik saygısı, gelişimin tüm safhalarında insanın hayatını etkileyen yegâne unsurdur.