Son zamanlarda sosyal yaşam içerisinde çok sık duyduğumuz ama üzerine eğilip hiç düşünmediğimiz bazı cümleler kavramlar var. Öyle ki bunları evde, iş yerinde yada resmi bir kurumda sıra beklerken sürekli sağdan soldan işitiyoruz. İnsanlar arasında gerilime veya kavgaya start veren bu diyaloglar genelde şu şekilde başlıyor; "Bakın beni anlamıyorsunuz", "Ben mi anlatamıyorum yoksa siz mi anlamıyorsunuz...?", "Aynı dili konuşuyoruz" cümleleriyle başlayıp ardından devam eden yakınmalar, tartışmalar hatta sonu karakolda biten kavgalar. Günlük yaşam içerisinde sürekli şahit olduğumuz bu küçük gerilimler, oturup üzerinde düşünüldüğünde adeta güçlü bir virüs gibi topluma yerleşip kronikleşen bir sıkıntının habercisidir aslında...
Bu problemlerin bir kısmı davranış bozukluğundan yada kendini ifade edememekden kaynaklansa da bütünüyle değerlendirdiğimiz zaman terazinin bir kefesinde empatisizliğin ağır bastığını görürüz. Bazıları, bu tür küçük gerilimlerin hayata renk kattığını günlük hayat içersindeki önemsiz ayrıntılardan olduğunu ve üzerinde çok fazla durulmaması gerektiğini düşünse de, bir gün hayatın bu renkli kısmı düşünce sahibinin gözünde morluk olarak kısa bir süre iz bırakabilir. Çünkü bu empatisizliğin ta kendisidir. İnsanlara sonradan bulaşan suni kompleksler, sosyal fobiler, korkaklık hastalığı gibi daha nice görünmeyen marazlar empatisizliğin neden olduğu bu gerilimler üzerine gelişiyor. Belki ölene kadar bizimle kalıyor, belki de uzun mücadeleler sonucunda yarım yamalak tedavi edilebiliyor...
Enformasyon çağı olması hasebiyle, kısmen de olsa her konuda kendini geliştirmeyi başarabilen günümüz insanı, bütün birikimlerini, tecrübelerini sadece empati yoksunluğu yüzünden zayii edebiliyor. Doktora gidip gelen hastalar, mahkemelerde derdini anlatmaya çalışan sanıklar yada camide hocaya basit bir soru sormak gafletinde bulunan garibanlar hep anlaşılamamaktan ve ilgisizlikten şikayet ediyor.İşin en trajikomik kısmı bu empatisizlik hastalığı, -ahir zaman alameti olsa gerek- hep halkın saygı duyduğu meslek grupları içerisinde yuva yapmış. Mesela birçok yazar yayımladığı makale yada kitabında öyle bir anlatım üslubu kullanıyor ki, sanki kelimeler engelli atlama koşusunda yarışıyor. Anlatılan bilginin yada fikrin, kalitesi, gerçekliği yada doğruluğu her ne kadar mükemmel de olsa kelimelerin estetik ameliyat geçirmesi yüzünden, yazıları okuyucu tarafından anlaşılamıyor. Bazı konular vardır ki onlar sadece anlaşılabildiği kadar anlatılabilir onlara sözümüz yok tabi ki. Ama doğru ve kaliteli bilginin anlaşılabilirliğine hiç zarar vermeden daha rahat bir ifadeyle yazılabilmesi en azından ayrı bir yetenektir diye düşünüyorum. İnsanların birbirine muhtaç şekilde yaratılması, onlar arasındaki diyaoloğu zorunlu hale getirmiştir. Herkes, her türlü ihtiyacını karşılamak için birbiriyle konuşmak zorundadır. Benim kalbim temiz, niyetim halis gibi samimiyetsiz çıkışlarla insanların yüzüne paldır küldür her şey söylenmez. Zira Kanser olduğundan şüphelenerek doktora giden bir hastanın yüzüne karşı aniden "sen kansersin" diye haykıran doktorları sadece türk filmlerinde görmüyoruz… Örnekleri günümüz şartlarına yaslanarak yüzlere belki binlere çıkartabiliriz.
Biliyorsunuz empati bilişsel ve duygusal bileşenlerin oluşumudur. Karşıdakinin duygusuna yada sadece düşüncesine endeksli bir çözüm üretmek yetersiz olacaktır. Bu ikisini birden anlamaya çalışmak ve doğru çözümü karşı tarafa iletebilmek tam manasıyla doğru bir empati sayılabilir. Yani hem düşünceyi, hem de duyguyu yakalamak gerekiyor. Devamında da doğru tepkiyi yada ilgiyi gösterebilmek... Her insanın kendine özgü fenomenolojik bir alanı vardır, kişi çevresini, kendisine özgü bir biçimde algılar; bu algısal yaşantı özneldir (subjektiftir); kişiye özgüdür. Empati kuran kişi karşısındakinin yerine geçip onun gözlükleriyle hayata bakmazsa onu anlayamaz.
İşte bunlar empati kurmanın en kısa ve anlaşılır temel kurallarıdır. Bunları göz ardı etmeden insanlarla ilişkiye giren kişiler hayat boyu empati kurmada başarılı olacaktır.
İslam Kültürü'nün hakim olduğu ülkerlerde, dini, hakkıyla ve bütünüyle yaşamanın getirdiği bir bonustur aslında empati. Hayat'üs Sahabe'yi okuyan yada M.Asım KÖKSAL hocanın İslam Tarihi adlı eserini biraz olsun karıştıranlar bunu bilirler. Tali eserlerin dışında göz bebeğimiz olan Kuran'ı-Kerim de Allah (c.c) tevbe suresinde Halili'ni överken "....Şüphe yok ki, İbrahim, elbette çok ahvah eden yumuşak tabiatlı bir zat idi" diyerek Hz.İbrahim'in en baskın ahlaklarından biri olan -şimdiki tabiriyle- "empatiyi" vurguluyor. Zira söz konusu ayette Hz.İbrahim'in ah vah etmesi başkaları için gamlanmasındandolayıdır. Bu da, kendisini onların yerine koymadan mümkün değildir. Empatinin tanımıda bu değimli zaten…
Ve yine son olarak, tüm dünyada İslam Tasavvuffu'nun tanınmasına ve İslam Hoşgörüsü'nün evrenselleşmesine vesile olanlardan, Mevlana Celaleddin-i Rumi Hz. den bir örnek vermek istiyorum.
Talebeleri Mevlanaya gelip; "Şu üç günlük dünyada bir insanın sahip olmak isteyeceği her şeye sahipken bu Şems'te ne buldunuz?" diye sorarlar. Hz. Mevlana'nın cevabı ise oldukça manidardır: "Şems gelmeden önce, acıktığımda yemek yer doyardım, üşüyünce sobayı yakar ısınırdım. Şems gelince artık açlar varken doyamıyorum, üşüyenler varken ısınamıyorum..." İşte bu örnek, konunun anlaşılması için yeterlidir diye düşünüyorum.
Gelişmeye ve değişmeye konsantre olan idealist Müslümanların Allah'ın yardım ve inayetiyle bilmesi, uygulaması ve sıfatlaştırması temennisiyle…
Allah'a emanet olunuz..