Yemen'in Devs kabilesinden bir genç delikanlı. Kendi kabilesi ona "Abdişşems" diye hitap ediyor. Babasını küçük yaşta kaybetmiş ve zorluklara katlanarak büyümeye çalışan bir yetim. Şöyle tarif ediyor kendisini : "Yetim olarak büyüdüm. Miskin olarak hicret ettim. Gazvan'ın kızı Busre'nin yanında karın tokluğuna çalışan bir işçiydim. Konakladıklarında onlara hizmet eder yola çıktıklarında onların peşinden giderdim. İşte ben buyum. Allah beni onunla evlendirdi. Dini hâkim ve Ebu Hureyre'yi imam yapan Allah'a hamd olsun."
Evet, O,cahiliyenin Abdişşems b. Sahr'ı geleceğin adı asırlarca unutulmadan hatırlanacak olan Ebu Hureyre'sidir.
İslama girişi ise şöyle vuku buldu: Tufeyl b. Amr, Devs kabilesinin ileri gelenlerindendi. Kavmi içinde vakarlıydı. Ziyafet vermeyi seven bir tabiatı vardı. Efendimizin cihanşümul daveti Yemen de duyulmaya başlayınca Resulullah'ı görmek için Mekke yollarına düştü. Mekke'ye vardığında müşrikler onun geliş niyetini öğrenip görüştürmemek için engeller çıkartmışlardı ama engeller aşar ve görmeyi arzuladığı peygambere mülaki olur. Bu vuslat Tufeyl'in islamı seçmesiyle neticelenir.
Yurduna, İslamı seçmiş ve Gül yüzlü peygamberi görmekle şereflenmiş bir sahabe olarak döner Tufeyl (r.a). Efendimizin emri üzere kavmine ve ailesine İslam'ı tebliğ eder. Babası, davete olumlu yanıt verir fakat annesi iman etmeye yanaşmaz. Kavmi içinde de iman eden bir kişi vardır ki o da kavmince Abdişşems diye bilinen geleceğin Ebu Hureyre'sidir.
Aradan geçen birkaç sene zarfında yine Devs kabilesinin içinde fakat İslam kimliğiyle yaşar. İslam'ı seçerek tabi olduğu peygambere olan muhabbeti gönlünde çağlamaktadır. Ve gün gelir bir haber yayılır Devs kabilesinde: Tufeyl B. Amr, kavminin Müslümanlarıyla birlikte Medine'ye Resulullah'ı görmeye gidecektir. Bu haber onun gönlünü gül gülistan eder. Nihayet onu görecek, onun sözlerini dinliyecek ve bağlısı bulunduğu dini bizzat ondan öğrenicektir.
Hicret Vakti
Günü geldiğinde hep birlikte yola çıkarlar. İstikamet Hz. Peygamberin şehridir: Medine. Ve nihayet varırlar. Fakat Allah'ın Resulü (s.a.v) Hayber'dedir o esnada. Bu yüzden Medine de fazla durmaz kafile. Doğruca Haybere doğru ilerlemeye başlarlar. O gün çok farklı bir gündü kafiledekiler için. Kâinatın efendisini görme bahtiyarlığına erecekler ve sahabe olacaklardı. Ama içlerinden birinin hedefi bundan da öteydi. O diğerlerinden farklı olarak dönmemek üzere geliyordu. Çünkü O'ndan öğrenmesi gereken çok şey olduğunu düşünüyordu. Çok sorular vardı cevaplanması gereken. O'nsuz geçen günlerin acısını çıkarmak belki bir ömür sürecekti. Ama her şeyin başı o gündü ve o gün çok farklı bir gün oldu.
Resul-ü Ekrem'in yanına vardıklarında:
-Sen kimlerdensin? Buyurdu.
-Devs kabilesindenim.
-Devs içinde kimi gördümse onda hayır gördüm.
-Adın ne senin?
-Abdişşems.
-Hayır, Abdurrahman.
-Evet, Abdurrahman. Anam-babam sana feda olsun ya Resulullah!
*Ebu Hureyre künyesi de şu şekilde verildi: Bir gün cübbesinin içinde küçük bir kedi taşıyordu: Resulullah efendimiz onu gördü: "Nedir bu?" diye sordu. "Kedicik" diye cevap verdi. Bunun üzerine efendimiz ona "Ya Ebu Hureyre"(Ey kedicik babası) buyurdu. O günden sonra bu isimle meşhur olup daima öyle anıldı. Esas ismi ise unutuldu.
Suffa Hayatı
Suffa, İslam'ın ilk medresesi. İslam'ı gelecek nesillere taşıyan bir mektep. Orda ilim talipleri yetişiyor ve günü gelip icazetlerini aldıklarında İslam'ı yeni seçen kavimlere muallimlik yapıyorlar. Ebu Hureyre'de bu kutlu kervana katılan mümtazlar arasında.
Bu medrese, mekân ve menzilleri olmayan bir kısım fakir ashaba mahsustu. Ehli suffa burada yatarlar, burada hem Kur'an kıraati ile hem de sünnetin talimi ile hayat geçirirlerdi. Aileden yoksun, dünya derdinden azade ve bütün manasıyla fedakâr bir hayata sahip olan bu kutsi topluluğun ekser vakitleri Resul-i Ekrem'in huzurunda geçerdi.
Resul-ü Ekrem(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ashab-ı Suffa'nın geçimi ve eğitim öğretimleriyle pek yakından alakadar olurdu. Hatta saadetli hanelerinin ihtiyaçları ile ikinci dereceden meşgul olurlardı. Bir kere Hz. Fatıma(r.a.) el değirmeniyle buğday çekmekten usandığından şikâyet ederek bir hizmetçi istediğinde Efendiler efendisi "Kızım" demişti. "Sen ne söylüyorsun. Henüz Ehli Suffa'nın geçimini yoluna koyamadım"….
İlme Düşkünlüğü
Ebu Hureyre'nin öne çıkan vasıflarından birisi ilme olan düşkünlüğüydü. Bu sebeple Resulullah'tan(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayrılmak istemez açlıktan kıvrandığı zamanlarda dahi efendisinin sohbetine koşardı. Aynı zamanda soru-cevap yoluyla öğrenmek de onun ihmal etmediği bir metod idi. O kendi tabiri ile karın tokluğuna Resulullah'a(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hizmet ediyordu ama karnını doyuracak bir yiyecek bulamayarak açlıktan düşecek hale geldiği de oluyordu. Belirtilmesi gereken husus şudur ki Resulullah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile bulunma gayesi karın doyurmak değil ilim ve hadis almaktı. Nitekim bir gün Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine sorar: Arkadaşlarının istediği şu ganimetlerden sen de istemiyor musun? Ebu Hureyre şöyle cevap verdiğini belirtir: "Ben senden Allah'ın sana öğrettiklerini bana öğretmeni istiyorum."
Bu cevap fazilet olarak ona yeter de artardı bile. Ama basiret gözleri kör olanlar onun faziletini nasıl takdir edeceklerdi ki. Onlar ümmetin bu göz bebeğinin rivayet ettiği hadisleri, kendi yaymak istedikleri saçmalıklara engel olarak gördüklerinden o büyük hadis kahramanına çamur atmayı marifet bildiler. Ama onu, koca ümmete sevdiren rabbimiz bütün bu çirkin gayretleri boşa çıkardı ve bugün kitaplarımız hala "Ebu Hureyre rivayet etti ki" ibareleriyle dolu. Hamdolsun rabbimize.
Hafızasıyla ilgili şikâyeti bile onun ilme olan talebini dile getirir: -Ey Allah'ın Resulü! Senden çok şey işitiyorum ama unutuyorum. -Bana rıda'nı yay… Der. Ebu Hureyre de yayar. Dua eder Allah Resulü. Sonra ridasını toplayıp göğsüne basar Ebu Hureyre ve bu hadiseyle ilgili şunu söyler :"Bundan sonra işittiğim hiçbir şeyi unutmadım." İşte size rivayet edilen ve kitaplara kaydedilen 5374 hadisin sırrı. Başka söze hacet yok sanırım.
Ebû Hureyre, Peygamberimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanına geldikten sonra hizmetine girmiş ve başka hiçbir işle meşgul olmamıştır. Bilmediği ve öğrenmek istediği her şeyi, Peygamberimizden (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sorup öğrenmiştir.
Bir zat, İbn-i Ömer'e (r.a.) "Ebû Hureyre (r.a.) Resûlullahtan (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu kadar çok hadîs rivâyet ediyor, doğru mu?" dediğinde İbn-i Ömer (r.a.) "Yemin ederim ki, hiç birinde şek ve şüphe yoktur. Çünkü Ebû Hureyre her zaman Resûlullaha (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sual sorar, aldığı cevapları ezberlerdi." demiştir.
Eshâb-ı kirâm arasında Muhâcirîn ve Ensârın birçoklarının bilmediği hadîs-i şerîfleri Ebû Hureyre(r.a.) bilirdi. Çünkü Eshâb-ı kirâmın çoğu iş güç sahibi olduğundan, bir kısmı çarşıda, pazarda çalışır, bir kısmı ziraatle meşgul olurdu. Bu sebeple her zaman ve her saat Resûlullahın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanında bulunma fırsatını elde edemezlerdi. Eshâb-ı kirâmdan bir kısmı ise kendini tamamen ilme vermiş olup, Resûlullahın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) huzurunda bulunurdu. Bunların en başında gelen Ebû Hureyre (r.a.) idi. Bu bakımdan o herkesin duymadığı hadîs-i şerîfleri işitip rivâyet etmiştir. Onun bu hali Eshâb-ı kirâmın ileri gelenleri tarafından da bildirilmiştir.
Ebû Âmir şöyle rivâyet eder: "Bir gün ben Talha (r.a.) ile konuşuyordum. Biri gelip, Ebû Hureyre'den (r.a.) bahsederek "Bu Yemenli mi, Resûl-i Ekrem'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadîs-i şerîflerini çok biliyor yoksa sen mi?" dedi. Elbette O çok bilir, çünkü O, her gün Resûlullahın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) huzurunda ve hizmetinde bulunmuştur. Biz eşlerimizle ve ailemizle, evimizde oluyorduk. Onun böyle bir meşgalesi yoktu. Bu bakımdan O bizden daha fazla bilir dedim."
Bir defasında Hz. Âişe'den soruldu: "Resûlullahın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sözlerini ve hallerini siz mi çok biliyorsunuz, yoksa Ebû Hureyre mi?" Hz. Âişe şöyle cevap verdi: "Ebû Hureyre (r.a.) bilir. Çünkü ben ev işleriyle meşgul olurdum. Yemin ederim ki, Ebû Hureyre (r.a.) bütün vaktini Resûlullahın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) huzurunda geçirmiştir." buyurdu.
İşte görüldüğü gibi sahabe de onu tasdik ediyor, onun adaletinden ve rivayetinin doğruluğundan bahsediyor. Başka şahit aramaya gerek yok sanırım. Sahabenin adalet sahibi olduğuna rivayetlerinin de güvenilirliğine şahitliğinden sonra kendinde muhalefet hakkı görenler gafletle değil art niyetle itham edilmeyi hak etmişlerdir diye düşünüyorum.
O ilmi sadece kendisi için istemiyordu. Herkesin kendi istidadı ölçüsünde ilimle iştigal etmesi gerektiğini düşünüyordu. İşte bunun misali: Bir gün Medine çarşısına gitti. Halkın dünya işlerine dalmaları ve ticarete kapılmaları onu üzmüştü. "Ey Medine Halkı!" diye seslendi onlara. "Allah Resulünün mirası mescitte taksim edilirken siz niye gitmiyor ve payınızı almıyorsunuz?"
Hemen yola çıktılar. Dönünceye kadar onları bekledi. Geri dönüp geldiler : "Ey Ebu Hureyre. Mescide gittik. İçeri girdik ve taksim edilen hiçbir şey görmedik. "Mescitte hiç kimseyi görmediniz mi? "Namaz kılan, Kur'an okuyan ve aralarında helali haramı konuşan bazı kimseler gördük." Hala maksadını anlayamamışlar ve şaşırmışlardı. Şöyle dedi onlara: "Yazıklar olsun size. İşte bunlar Resullah'ın mirasıdır".
İmam Darimi'nin rivayet ettiği bir hadiste kendisini şöyle tarif etmiştir: "Geceleri üç kısma böldüm. Üçte birinde namaz kılarım, üçte birinde uyurum, üçte birinde Resulullah'ın hadislerini tekrar ederim."
Hz Osman'ın (r.a.) azatlısı Ebu Eyyub anlatıyor: "Biz sabah akşam Ebu Hureyre'ye gelirdik. Bize Kur'an okur dua eder, hadis rivayet ederdi."
Ebu Attaf anlatıyor: "Ebu Hureyre duada şöyle diyordu: "Ey Rabbim, beni hırsız yapma. Ey Rabbim. Beni zinaya düşürme. Ey Rabbim. Beni küfre düşürme". Ona denildi ki: "Gerçekten bu fiilleri işlemekten korkuyor musun?" Şöyle cevap verdi: "Kalpleri çeviren Allah'a iman ettim, ben kalpleri çeviren Allah'a iman ettim"
Önümüzdeki sayıda inşallah bu konuya devam edeceğiz ve Ebu Hureyre'ye tarih boyunca yapılan ithamları ve Ehl-i sünnet alimlerinin bu ithamlara verdikleri cevapları bilgilerinize sunacağız inşallah…
Hazırlayan: Feyz Araştırma Gurubu