Çetelere ve Örgütlere Yönelen Çocuklar /Uzm.Psikolog İbrahim ŞENEL

Bir çocuk ne güçlüklerle dünyaya gelir bilirsiniz. Doğduğunda sevindiğimiz yavrumuzu gözümüzden bile sakınırız. Onun ilerde büyük bir adam olmasını arzularız. Kendine, devletine, insanlığa faydalı bir evlat olmasını Yaratan'dan dileriz. Küçük insan olan bu çocuğumuz hakkında planlar yaparız. Onunla ilgili hayaller kurarız. Genelde bizim içimizde ukde olarak kalan şeyleri ondan bekleriz. Sanki bu yavrucak bizim hayallerimizi, arzularımızı gerçekleştirmek için doğmuş gibi hareket ederiz.

Onun başka bir insan olduğunu, onun farklı yetenekleri ve becerileri olduğunu düşünmeyiz. Onun kendine ilişkin ne tür bir gelecek planladığını göz ardı ederiz. Doğduğunda sevindiğimiz yavrumuzun ilerde ne olacağını bilmeyiz. Acaba değişik gizli örgütlere katılan, dini, milleti, vatanı hatta insanlığı parçalamayı hedef edinen çocuklarımızın bu hale gelmesinde bizim de payımız var mı diye düşünmeyiz. Bizim doğru diye düşündüğümüz ama sonuçları itibarıyla yanlış olan davranışlarımızın bunda bir etkisi olabilir mi diye kafa yormayız. Bütün bunları ve bu şekildeki olayları kendi ailemizin dışında bekleriz de, kendi hane halkımıza kondurmayız.

Sürekli çocuğumuzu eleştiriyorsak…

Devamlı birileriyle kıyaslıyorsak…

İstediği ve hakkı olan sevgiyi verme konusunda cimri davranıyorsak…

Sevgiyi verirken de bir şeylerin karşılığı olarak sunuyorsak, yani rüşvetle seviyorsak…

Çocuğumuzu içinde yaşadığı evin bir ferdi olarak görmüyorsak…

Çocuğumuzu evimizin değişmez önemli bir insanı olarak algılamıyorsak…

Olmadığında eksikliğini çok yoğun yaşayacağımızı hissettirmiyorsak….

Kendisinden sadece bir şeyler başarmasını bekleyip, isteyip; kendisine hiç fikir danışmıyorsak…

Küçüklüğünde kucağımızdan inmesini istemediğimiz yavrumuzu artık kollarımızla sarıp sarmalamıyorsak…

O her ne kadar istemese de, yanından geçerken şöyle kocaman bir öpücüğü yanağına kondurmuyorsak…

Onun yaptığı, başardığı ya da becerdiği işler karşısında olumlu tepki vermiyorsak..

Başarılarını görmüyor ve takdir etmiyorsak…

Koruyup kollama adına cam fanusa sokup, uyarıcı faaliyetlerden ve etkinliklerden uzak tutuyorsak…

Düşünmesine izin vermiyor, sadece emirlere ve kurallara uymasını bekliyorsak…

Onun kendisini ve çevresini tanımasına imkân vermiyorsak…

Sorumluluk kazanabilmesi için risk almasına, serbest hareket etme ortamına zemin hazırlamıyorsak…

Zihnini kullanabileceği oyun ve oyuncaklarla beraber olmasına izin vermiyorsak…

İçinde yaşadığımız toplumun ve sahip olduğumuz inancın değerlerine göre insan ilişkilerini geliştirmesi için sosyal ortamlara sokmuyorsak…

Daha birçok sıralanacak madde bulmak mümkün... Geleceğin mimarı konumundaki çocuklarımızın bu ihtiyaçlarını nereden ve nasıl karşılayacağını düşünüyoruz?

Senin değer vermediğin ve görmezden geldiğin çocuğun bir şekilde bu ihtiyacını başka yerlerden karşılayabileceğini hesaba katmıyoruz. Sonra kalkıp bu çocuk eskiden böyle değildi diyoruz!..

Soruyorum sizlere, "Çocuğunuzu ne kadar tanıyorsunuz?"

Bir çocuğun yetişmesi için gerekli olan psikososyal ihtiyaçlar adı verilen ihtiyaçların neler olduğunu ne kadar biliyoruz? Hangi ihtiyaç yeterli düzeyde karşılanmazsa sonucunda hangi marazî kişiliklerin olacağı hakkında neler biliyoruz? Çocuklarımızın davranışlarının ne kadar farkındayız?

Genel anlamda hangi davranışlar nelerden kaynaklanabilir konusunda hangi fikirlere sahibiz?..

Psikososyal ihtiyaçların çocuğumuzun duygusal, sosyal ve hatta zihinsel ve dil gelişimine ne kadar etkisi oluyor konusunda üzerimize düşen sorumluluklar neler?..

Yukarıda sadece sorular sorduk ve sizleri düşünmeye sevkettik.

Anne-babalar daha doğrusu yetişkinler olarak çocuklarla olan ilişkilerimizde durmamız gereken konuları inşallah gelecek sayılarda yazmaya çalışacağım.

Kendimizi görmek ve düzeltebilenlerden olmak dileğiyle.