Rahmet Ayının Kazandırdıkları

Ramazan ayını idrak edip onda oruç tuttuk. Teravih namazı kıldık.  Hâyır ve hasenatımızı diğer aylara nispetle çoğalttık. Bu mübarek ay dışında işlemekten kendimizi alamadığımız birçok büyük ve küçük günahlarımızı Ramazan boyunca terk ettik. Dolayısıyla güzel bir sabır ve irade örneği sergiledik. İstersek irademize nasıl hâkim olabileceğimizi gördük ve bir anlamda kendimizi test etme, deneme imkânı bulduk. Belki diğer aylardan farklı olarak bir hayli Müslüman beş vakit namazlarını da eda etmeye çalıştı. Açıkçası mübarek Ramazan ayı bizlere, birçok güzel alışkanlıklar kazandırdı ve birçok kötü alışkanlıklarımızı da terk ettirdi. Bunların hepsi bu mübarek ayın bereketiydi, bunu yaşadık. Özlenen ve olması gereken ise bir ömrü, "Ramazan şuuruyla ve bereketiyle" geçirmek. Son nefesi verirken de Hazreti Mevlana gibi bir şeb-i aruz neşesiyle vermek…

Mevlana Celalettin-i Rum-i hazretleri bir insan-ı kâmildi. Hz. Mevlana gibi kâmil iman sahibi insanlar, hayatlarını hep bir Ramazan şuuru ile yaşarlar.. O sebeple Ramazan ayının gitmesiyle onların amel ve ibadetlerinde fark edilir bir eksilme olmaz. Takva halleri yani günahtan korunmalarında da öyledir. Her an kapıyı çalabilecek ölümü ve dünyanın faniliğini unutmamak; yani dünyanın ahîreti kazanma yerinden başka bir önemi olmadığını idrak etmiş olmak onların vasıflarındandır.

O kâmil zatların imanları her ne kadar gaybi olsa da kesindir. İmanlarına inançları tamdır. Şenel İlhan Beyefendi'nin "İmanına inanmak" adlı makalesinde çok güzel açıkladığı gibi. Bu güçlü iman sebebiyledir ki, İslam onlar için asla bir hobi değildir.  Geleceğinden zerre kadar şüphe olmayan bir ahiret hayatının   disipline ettiği bir yaşam tarzıdır.

Onlar dünyada daha mutlu yaşamak için dini psikolojik bir payanda olarak kullanmaz, ahiret için yaşar, dünyayı onu kazanmaya bir araç bilirler. Bu inanç onların amellerine yansır ve  amellerini ihlâslı kılar, ibadetlerine yansır ve onları hûşûlu yapar.O insanların amel ve ibadetlerindeki canlılık, dirilik hemen  fark edilir şekilde ortadadır... Övülme ve yerilmeyle değişmeyecek kadar da devamlı ve kararlıdır.

İbadetlerinin sıradan müslümanların ibadetlerinden farklı bir derinliği vardır. Namazları, bizim namazlarımıza ancak şekil olarak benzer. Oruçları,  hacları, sadaka ve zekatları da  öyle.. Bütün işleri görüntü olarak avamın işlerine benzese de içlerindeki renk, koku ve lezzet çok farklıdır. Dışardan bakınca sirke küpü ile bal küpünün aynı görünmesi gibi…

Akıllıdırlar. Paslı tenekeyle altını ayırt edebilecek bir basirete sahiptirler. O sebeple Hz. Peygamberin getirdiği dinin ruhunu en iyi anlayan onlardır. Ve yaşantılarıyla da zaten hep onu örnek alır, onu kendilerine rehber edinirler. Sadece amel ve ibadet yönüyle değil ahlak yönüyle de Hz. Peygamberi örnek almak onların en vazgeçilmez idealleridir… Bunlar kaşıkçı elması gibi çok kıymetlidirler; o sebeple sayıları da öyle azdır.

Güçlü bir ruhları ve maneviyatları vardır. Onların ruhları kendi nefislerini etkilediği gibi diğer mahlûkatı da etkiler. O sebeple çevrelerindeki insanlara, özellikle onlara kalp kapılarını sevgiyle açan herkese olumlu ruh halleri sirayet eder. Onlarla sohbet eden, aynı ortamı paylaşan insanların mutluluk ve huzurları artar.

 

Yüce kitabımız Kur' an, bu kâmil insanlardan "sadıklar" diye bahseder ve bize onlarla beraber olmayı emreder. Şenel İlhan Beyefendi'nin sohbetlerinde özellikle vurguladığı gibi, sadık olmak insanlara emredilmemiştir. Çünkü herkes bu ulvi makamı elde edemez. Bunu istemek insanoğluna taşıyamayacağı yükü yüklemektir. Allah(cc); "Biz hiçbir nefse taşıyamayacağı yükü yüklemeyiz" diyerek, bu hakikati haber verir. Ama insanlar sadık kullarla beraber olmaya güç yetirebilirler. O sebeple görevlerimizden birisi de çevremizi kollamak ve böyle güzel insanların varlığından haberdar olmaktır. Bahçesindeki bir çiçeğin, kapısının önündeki bir taşın bile farkında olarak yaşayan insanların böyle güzel insanlara karşı habersizliği ve duyarsızlığı ayrı bir günah ve hesabı verilecek bir sorumluluk konusudur.

Ama, Ramazan'ın bitimiyle beraber birçok Müslüman kardeşimizde dökülmeler başladı. Hiç ramazan yaşamamış gibi küçüğünden büyüğünden rahatlıkla işlemeye devam ettiğimiz eski günahlarımıza tekrardan dönüş yaptık. Bu durumu genellemiyor, herkes için böyledir demiyoruz, ama çoğunluğun böyle olduğunu üzülerek müşahede ediyoruz. Zaten görünen köy de kılavuz istemiyor. Hâlbuki Ramazan ayının bizlere kazandırdıklarının devamlı olması gerekirdi. Bu düşündüğümüz hal niye gerçekleşmediğini düşündüğümüzde, ben âcizane bu durumun, Ramazan ayını yeterince iyi değerlendiremediğimizden kaynaklandığını düşünüyorum. Halbuki orucun ne anlama geldiğini idrak edebilsek ve öyle tutabilseydik bu mübarek aydan sabrı öğrenerek, irademizi güçlendirerek çıkabilecek ve Ramazan sonrası kendimizi günahlar karşısında bu kadar aciz hissetmeyecektik.

Mesela mübarek Ramazan ayının en belirgin ibadeti şüphesiz oruçtur. Oruç tutmaktan ne anlıyoruz ve nasıl oruç tutuyoruz diye halkımıza sorsak, çoğunluğun vereceği cevap herhalde şu olacaktır."İmsakten iftar saatine kadar, yemeden, içmeden ve cinsel ilişkilerden uzak durarak yaşamak" Evet, böyle biliniyor, böyle de tutuluyor. O sebeple Ramazan ayları zayıflamak isteyenlerin sevdiği bir ay. Yani zayıflamak için rejim yapma ayları(!) Böyle niyet ederek oruçlarının sevabını heba ediyorlar ki, haberleri yok... Anlaşılıyor ki bir kısım müminler yalnız mide orucu tutuyor. Hâlbuki hadis-i şerifler oruç ibadetini çok daha kapsamlı anlatıyor. Ama Müslümanların aklında sadece midesi kalıyor. Toplum olarak sadece midesi için yaşayan insanlara mı döndük? O zaman sadece midesi için yaşayan mahlûkata ne isim verildiği sorusunu da kendimize sormamız lazım…

Peki, oruca dönersek oruç tutmak nasıl anlaşılmalı ve bizim orucumuz nasıl olmalıydı. İnsanın lezzet alan organlarından birisi midesidir. Ama yegâne lezzet alan organı değildir. İnsan gözleriyle de zevk ve haz alır. Kulaklarıyla, dokunuşlarıyla, kalbiyle de zevk ve lezzet duyar. Bütün bu organlarla lezzet aldığı şeyleri kontrol etmek de orucun kapsamındadır. O sebeple imsakte oruca niyetlenen Müslüman, akşam iftar saatine kadar aç kalmaya niyet etmemelidir sadece... Aynı zamanda demelidir ki; imsakla iftar arasında midemi ve cinsel organı mı tuttuğum gibi, Allah'ım dilimi de tutup bağlayacağım. Yani onunla hiçbir Müslüman'ı incitmeyeceğim, kırmayacağım. Kim-senin gıybetini yapmayacağım. İftira etmeyeceğim. Yalan söylemeyeceğim. Bunlardan birini yaparsam bileceğim ki, bugün dilim orucunu bozmuştur...

Kulaklarım için de oruca niyetle-neceğim; dedikodu ve gıybete iştirak etmeyeceğim. Böyle şeyleri dinlemeyecek, konuşanları susturacak veya o ortamı terk edeceğim... Güzel olmayan konuşmalardan, fuhuş sözlerden kaçınacağım. Aksi halde bileceğim ki kulaklarım da orucunu bozmuştur…

Kalbime de niyet alacağım. Kimseye karşı kini, hasedi, kibri kalbime sokma-yacağım. İbadetlerimde kalbimin niyetini ihlâslı yapacağım. Riyadan, göste-rişten koruyacağım. Aksi halde bileceğim ki, kalbim de orucunu bozmuştur…

Ellerim içinde niyet alacağım. Güçlüyüm diye zayıflara vurmayacak, dövmeyeceğim. Hoşuma gitmeyen söz ve davranışları mübarek Ramazan ayının hatırına sabırla karşılayacağım. Bana sataşana "ben bu gün oruçluyum" di-yerek geçip gideceğim. Aksine bir davranışa girersem bileceğim ki, bu gün ellerim de orucunu bozmuştur…

Evet, bütün azalarımızın hepsiyle böyle oruca niyetlenmezsek, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) "Hayvanı da bağlasan, yem vermesen; o da akşama kadar açlık orucu tutar" dediği zümreden oluruz. Yani Efendimiz ne anlatmak istiyor: Siz orucunuzu insana yakışır bir hale getirin. Yani orucu siz yalnız hayvaniyet tarafınıza tutturmayın. Oruçtan asıl insan yönünüz faydalansın…

Onun için yukarda anlattığımız gibi bizi "hazreti insan" yapan ve bazı meleklerden üstün konumlara taşıyan insanlık yönümüzü zaafa uğratacak günahlardan kaçınmamız, yani bir anlamda nefs-i emmare denilen ve şeytanla işbirliği yaparak bizi hayvanlardan daha aşağılara çeken kötü duygularla dolu boyutumuza oruç tutturmamız, oruçla onları bağlamamız, bize yakışan oruç tutma şekli olmalıdır.

Bunun için de orucun mana ve mahiyeti iyi idrak edilmeli ve çevremize de öğretilmelidir. Orucumuz böyle olursa, şüphesiz mükâfatı da katlanacak; midesiyle oruç tutanlara verilen mükâfat bir ise, diğer azalarına da oruç tutturanların mükâfatları 7 kat 70 kat gibi artacaktır.

Evet, gerek namaz gerek oruç, hac, zekât vs. gibi bütün ibadetlerimiz bir gün beğeniye sunulacak ve onlara not verilecektir. Sadece ibadet yapmış olmak için yaparsak bir gün onlardan utanabiliriz. Mesela bir tekstil fabrikasında kumaşlardan elbiseler dikilir. Dikilen elbiseler müşteriye arz edilmeden önce işin uzmanı tarafından kont- rolden geçirilir. Dikişi eğri, kesimi yanlış olan, pot yapan var mı diye. O şekilde özürlü olanlar hemen kenara ayrılır. Düzeltilebilecekler yeniden dikilir, dikilemeyecek olanlar ıskartaya ayrılır. Satışa arz edilmez. Çünkü pazara çıksa ona kimse müşteri olmaz. Hatta diken bile alıp giyinmez. Kendin giyemediğin bir elbiseyi nasıl dikiyorsun. Evet, orada gördüm ki insanlar yalnız örtünmek için elbise almıyor. Örtünmekten ziyade yakışana bakıyor, kaliteye bakıyor. "Oldu canım, işte kolu var yakası var, her şeyi tamam, giy" demiyorlar. Kimse de hatalı, özürlü elbiseyi giymiyor. Gördüm ki bir elbisede önce estetik aranıyor. İbadetlerde niye aranmasın… Namazda sadece yatıp kalkmakla görev bitmiyor. Dışardan Rabbimize ta'zime uygun bir şekilde azalarımızdan da kulluğumuz görünebilmeli. Nasıl bir Allah'a ta'zim ettiğimiz anlaşılmalı. Daha sonra aynı güzellik kalbimize de yansımalı. Orada da huşu hissedilmeli. Oruçta, hacda, zekâtta bütün ibadetlerde kulluğumuz bir görev ifasından öte olmalı. Velhasıl bir gün görücüye çıkacak olan kulluğumuzu önce biz beğeniyor muyuz? Onu dikilen bir elbise gibi düşünüp kendimize arz edelim. Bu elbiseyi kendimiz giyer miyiz? Kulluğumuz bizde ümit oluşturabiliyor mu?

Dünya hayatında ibadetleri kontrol eden dışardan bir mekanizma yok. Ama vicdanımız eğer bozulmamışsa içerden bu kontrolü sağlayabilir. Ahirette her şey açılacak ve biz her türlü hatamızı görebileceğiz. Ama o görüşün telafisi olmayacak. O sebeple ölmeden önce kendimizi hesaba çekelim. Bunu sık sık yapalım. Hatta bu anlamda salih kişilerden, Allah dostlarından yardım alalım. Çünkü müminlerin birbirleri hakkındaki şahadetleri önemlidir. 40 kişi bir kişi hakkında "iyidir" dese, o kişi Allah katında da iyidir diyor Efendimiz (sav)... Ölçümüz çevremizde nasıl bilindiğimiz olabilir. Dindar, iyi ahlaklı, yardımsever, merhametli, cömert diye hakkımızda konuşanlar varsa, bu şahadetler önemlidir. Zalim, bencil, merhametsiz, adaletsiz, sevgisiz gibi sözler kulağımıza geliyorsa, dikkatli olalım; bunlar Hakk'ın şahitleridir. Allah'a emanet olun.