Bilgi Neden Kıymetlidir?

Herkesin kendi değerlerini savunmasında gerekli alt yapı (üst bilgi) ya ne denli sahip, kendi konularına ne kadar hâkim olup olmadığının nedense hiç sorgulanmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Oysa amacını ticaret olarak belirleyen şirketler hiç durmadan kendi amaçları doğrultusunda kurslar verip, seminerler düzenliyor, mensuplarına farkındalık eğitimleri verdiriyor, ana gövdenin bir parçası hükmündeki her çalışanına ana gövdenin ciddi bir parçası olmayı öğretiyor, en azından hedefliyorlar. Böylelikle bütünün bir parçası olmak ama iyi bir parçası olmak hedefleniyor. Herhangi bir zaafla ana gövdenin aksayan taraflarının olmasını hiçbir işletme mantığı kabul etmiyor. En azından görünüşte zincirin en çürük halkası kadar sağlam olduğunu çoktan aşmış görünüyorlar. Çünkü en çürük halka kavramını kabul etmiyorlar. Bu konuda bilginin en ince ayrıntılarına girmeyi denedikleri ve bu uğurda gerekirse belli ellerde toplanmış örtülü bilgiyi dahi sisteme kazandırmak adına sistematize etmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bazen bilgiyi en otantik şekliyle bizzat yerinde ve kaynağında alabildikleri gibi, bazen de zamana yayarak her bir çalışanını üst düzeyde bilgiyle donatmayı ihmal etmiyorlar. Profesyonellik dedikleri bu olsa gerek. Yani hedefe her seferinde isabet kaydetmenin prensiplerini öğrenirken, yayın sağlamlığı, okun kalitesi, pazunun germe kuvveti hesap edilerek, bu işi en iyi kimin yapabileceği de ortaya konmuş oluyor. Bu vesileyle, her şeyi bilenin her şeyi berbat etmesine müsaade edilmemiş oluyor. Üstelik de her şeyi bilen, olması gerektiği yerde oluyor. Bu durum, aslında en iyi bileni seçme yarışı değil, işi en güzel şekilde yürütmenin aklını ve yolunu bulmaktı. Burada asıl problem insanoğlunun hata yapma ihtimaline karşı sistemin güvenli hale getirilebilmesiydi. Otomasyon dahi hataları azaltırken, tecrübenin henüz pabucu dama atılmamıştı. Nitekim otomasyon dahi tecrübenin ekmeğinden beslenmek zorundaydı. Yanlış sistemler kurmakla doğru sistemler kurmak arasındaki fark… Aslında hayatı doğru okuma ve doğru yaşama kılavuzu gibi olan bu söylediklerimle amaçladığım şey, bilgi, yargı ya da durum; sosyal bilimlerden edindiğimiz birikimin insan hayatına ne kadar girebildiğini sorgulamaya yönelik bir çaba… Niyet sahih olunca, nihai noktada görülen hatalar açıklanabilirdi. (Kaldı ki II.Abdülhamid Han hatayı kabul etmiyordu. Çünkü hata ya cehaletten kaynaklanıyordu, ya ihmalden… Oysa cehalet de ihmal de kabul edilemezdi.) Asıl problem, niyet sahih olmayınca başlıyordu. Bu konuda bazen fenomenler öne çıkarıldı, bazen bilgi felsefesi adına bazı şeyler sorgulandı, bazen de birbirine benzer olaylardaki benzerlik ve analoji üzerinde duruldu. Tüm bunlarda amaç, hayatla ilgili önümüze çıkan durumların doğru tanımlanmasıydı. Bu uğurda kavramlar tartışıldı. Çünkü kavramlar doğru bir biçimde yerli yerine konulmadan düşüncenin basamaklarında yükselmek ya da doğru düşünebilmek mümkün görünmüyordu. Bu nokta aşıldığında ise, mantığın, düşüncenin grameri olduğundan hareketle, bir bakıma doğrunun doğruluğuna daha sağlam tesciller, dayanaklar arandı. Doğru yapılıp yapılmadığı ya da aslında doğrunun ne olduğu sorgulandı. Doğruyu bulma ve yakalama adına ortaya konan tüm bu kriterler arasında, hangi basamakta zaaf oluştuysa, işte o zaman demagojiler, teviller ve entelektüel hilebazlıklar ve hile-i şer'iyelerin kapısı aralandı. Bir dalganın yayılması ve bir çizginin ana hattından giderek uzaklaşması gibi, yanlışlar mesafeleri arşınlamaya başladı. Artık, bilenlerin yetmediği, en iyi bilenlerin arandığı bir dünyaya mecburen adım atılmıştı. Çünkü tam da doğruyu ararken, yanlışlar cüretkâr davetçiler haline gelivermişti. Bugün gelinen nokta ise, hatalara bile bile lades dememek gerektiği noktasıdır. İngilizlerin 'That's a ciruous' diye tanımladığı, 'Hayat ciddidir' yaklaşımı ki, bugün Avrupalı'nın hayata bakış açısında yansıttığı rasyonalitenin ta kendisidir. Bizde ise hayat, ciddiyetten öte ciddidir, çünkü 'Dünya, ahretin tarlasıdır.' Ne şirketlerin verimlilik ve çok kazanma hırsı uğruna yaptığı çabalara benzer ne de dünyevi herhangi bir amaca indirgenecek kadar ucuzdur. Nereden bakılırsa bakılsın, hem mutlak değeri, hem de izafi değeri güçlü bir konudur ki, kıymetini ancak irfan ehli idrak eder ve bizi kıymetli kılan da, ancak ve ancak değerlerimizdir. İşte manevi hayatımız da, dünyayla kıyaslanmayacak kadar kıymetli, hataları en aza indirerek yaşamaya çalışmak durumunda olduğumuz bir hayattır. Günümüzde de manevi hayatımızı tabir caizse ya profes-yonel bir müslüman yani ihlaslı, temiz, ince ruhlu, hoşgörülü, gayretli bir biçimde ya da hiç kimsenin yapılan işi hazzetmediği iş bilmez, gayretsiz, ufuksuz, boş bedbahtlar olarak yürütürüz. Seçim mi, seçim size kalmış…

Eğer inanıyorsanız, dünya imtihan dünyası ya!..