Feyz; Adeta tasavvufu özetleyen bir cümleniz var; "İnsan kendini Allah'tan ve kendinden saklayamaz" diyorsunuz. Bu bir tasavvuf özeti gibi geldi bana…
Günahtan Vareste Kalmak Mümkün Değil
Ökten; Duymuşuz bir yerden demek ki… Bu işler böyle olur. Bir yerden duyarsın sonra unutursun onun kaynağını, nereden duyduğunu, o zaman o "sohbet" olur, eğer dipnotu verirsen söylediğin bilim olur. Belki de söylenen söz böyle değil ama ben böyle algılamışım. Söylenenler sözler bizim üzerimizde bir yerlerde kalıyor. Sonra zamanı gelince birileri onu deşer. Ya hadisat deşer, ya da bir insan deşer. Ama genelde hadisat o bilgiyi deşer ve çıkarır. Bunun üzerine insan, külleri eşeler ondan bir şeyler çıkarır, sonunda çıkan bilgi hoşuna gider.
İnsanlar söylenen nasihatları belki yüz defa dinler. Fakat gençken bir kulağından girer öbür kulağından çıkar, ama yaşlanınca olaylar insanda izler bırakıyor, dersler alıyor… İnsan kendine dönüp hakikaten benim yaptığım bu riyalar çok yani haddi aştı diyerek "kendimden utanıyorum ama Allah'tan da utanıyorum" itirafında bulunuyor. İnsan herkesi aldatabilir, o kabiliyeti vardır ama kendini aldatamaz. Amerikalıların çok sevdiğim bir fıkrası var: Kilisede papaz vaaz ediyor. Biraz sonra para toplayacak. Gelenleri biraz taltif düşüncesi ile; "Şu masum yüzler.." diyor. Herkes dönüp arkasına bakıyor, "Acaba masum kim?" diye; en arkadaki de arkaya bakıyor duvara doğru.
Aslında küçük bir iç muhasebe yapan herkes kendisinin ne olduğunu bilebilir. Bu anlattığım fıkrada biz papaz dedik, siz onu başka topluluklara da uygulayabilirsiniz. Mühim olan içimizdeki o ismet hassasını, o ismete olan öykünmeyi, ismete olan meyli Cenab-ı Allah almasın üzerimizden, o masumiyete olan meyli…
Günah bizler için var, yani günah kullar için var, günahtan vareste kalmak; o mümkün değil. Kulluğun tabii hali o, onu bil. Günaha meyletme. Ama günahsız olmadığını, kalmadığını da bil. Cenab-ı Allah'a da niyaz et ki; "Ya Rabbi bu masumiyeti benden alma" diye. Olabildiğince masum olarak, ismet halinde, mahfuz olarak beni bu dünyada ne kadar yaşayacaksam yaşat, ama yaşadığım sürece yüzüm kara, sana masiyet içindeyim, Sana yarayan bir amelim olmaz. Kulum yani. Kulluk acziyet içinde olduğunu bilmektir zaten. O mertebeyi hissedebilmek. "İnsan kendini Allah'tan ve kendinden saklayamaz" derken sen kendini Allah'tan saklayamazsın, o her yerde hazır ve nazırdır, görür, bilir ve işitir. Konunun anlaşılması için manidar bir hikaye anlatayım. Şeyh efendinin birisi ihvan arasında bir evladını çok severmiş.
Tabi diğer müridan, her ne kadar alenen ifade etmeseler de o genci hasta ediyorlar. Tabi mürşidler insanı bilirler çok acayip gözünden anlar yani. Şeyh efendi de bu olayı hissediyor. Efendiye de zaman zaman, hani bazen vardır, bazı mübtedi (acemi) müridler, sitem ederler, "Efendi baba onu niye çok seviyorsun..." derlermiş. Efendi gülermiş, ses çıkarmazmış… Bahar gelmiş, güzel bir mayıs günü, efendi baba demiş ki, "Bugün hava çok güzel çocuklar, kırlara gidelim. Bir dağılalım. Herkes bana bir çiçek alsın, hediye getirsin bakayım" demiş. Uzun hikaye, herkes bir şey getiriyor. Kimi sümbül, kimi lale, kimi karanfil gibi en güzel çiçekleri getiriyorlar. Çok sevdiğini söyledikleri ihvandan o çocuk da bir kuru dal getiriyor.
Herkes ona küçümseyerek bakıyor. Efendi niye bana bunu getirdin deyince, "Efendiciğim, bütün mahlukatı, o güzel mahlukatı Allah'a zikir halinde gördüm, Allah'ın onların üzerinde, tecelli etmiş olduğunu gördüm. Bundan hay sıfatı alınmıştı, bu artık mevta idi, hay sıfatı alındığı için zikir halinde değildi, kıyamadım öbürlerine, bunu getirdim" deyince Efendi; "Şimdi anladınız mı benim bunu niye çok sevdiğimi" diyor. Allah'ın dünyaya tecellisini müşahade etmek mühim bir hadise , O tecelliyatın her an var olduğunu, üzerimizde olduğunu, bize baktığını, günah işlerken dahi "ben bunu yapıyorum ama o beni görüyor", diye hissetmek hakikaten ne kadar büyük bir hadisedir.
Yunus diyor ya;
"Sofiyem halk içinde, tesbih elimden gitmez,
Dilim efsane söyler gönlüm hiç kabul etmez."
"Onun rahmeti çoktur. Senin ettiğini o etmez. O iki yüzlü değildir o." diyor, Allah'la konuşuyor. İşte böyle bir Yunus. İslam'ın da esası budur zaten.
Feyz; Çizginin bir tarafında ucb kültürüyle beslenenler var, kendinden bihaber bir nokta. Bir de yaptıkları nedeniyle nefsin ya da şeytanın istismarıyla çok zillete düşenler var. Bunun ortası için çok güzel bir ölçü söylediniz, kulluk şuuru…
Ben Eyvallah Dedim
Ökten; Geçenlerde Emin Işık Bey'le sohbet ediyoruz. Kendisi 70' ini geçmiş bir delikanlı, ben de 60' ı geçmiş bir delikanlı. Emin Abi, dünyada hadiselerin gidişi ve işleyişi hakkında şöyle dedi "Vallahi bizim hiçbir ihtiyarımız, iktidarımız yok, ne gelirse ondan. " Ben de eyvallah dedim. Şimdi kendi hayatıma bakıyorum, dostlarımın hayatına bakıyorum, gerçektende bizim olmasını istediklerimiz olmuyor. Bizim merhum Efendi en çok sevdiğim şarkı şudur evladım derdi; "Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına", yani benim ne ihtiyarım var, ne iktidarım var ve bakıyorum "Allah, Allah!" diyorum şaşırıyorum şer bildiklerimde hayır, hayır bildiklerimde şer; yani Allah'ın lütfu...
Tabi bugün, yaşadığımız toplumun anlayışına pek uymuyor ama herkesi iç muhasebeye davet ediyorum evinin bir köşesine çekilsin, kendi yaptıklarına ne yaptı ne ettiyse... "ben yaptım ben ettim" desin. Bir de tesadüf dediği, şans dediği, kader dediği hadiselere baksın; olayların ve hadiselerin arkasındaki o büyük yaratıcıyı görmeden edemez…
Feyz; Hepimizin kültürel beslenme kanalları var. Toplumun da öyle. Fakat Allah'ın (Celle Celalühü) imtihanının ciddiyetini bize hissettirecek nedir efendim?
Bu Sorunlar Niye İslam Dünyası'nın Başında
Ökten; Hepimiz imtihanın içindeyiz ... Tabi ben bir şey söyleyeceğim, onu siz beğenme-yeceksiniz ama, imtihanın sırrı yine insanın "kendisidir". Şimdi işte insanlar diyorlar ki; "Bu dünyadaki imtihanlarımız nasıl gelişiyor. Batı dünyasının hükümranlığı, bu zulmü, bu merhametsizliği ve bir çok siyasi hadiseler hep Müslümanların aleyhine. Ortadoğudaki zulüm bütün şiddeti ile devam ediyor. Filistin bir tarafta, Irak bir tarafta. Ayrıca Irak'ın bugünkü durumu yanında, daha evveliyeti var, ahiri de olacak... Türkiye'de de başka başka sorunlar var. Mesela bir tanesi "başörtüsü meselesi." Bunlardan biri.
Bu sorunlar niye İslam Dünyası'nın başında. Ben düşünüyorum, Cenab-ı Allah'ın "ol" demesiyle bu iş oluyor. "Olma" dese olmayacak. Güç ve kuvvet sahibi O. İradesi o istikamette gelişiyor. O zaman ben diyorum ki, geriye çekilip, buradaki hikmeti yakalayalım önce. Canımız yanıyor, azap çekiyoruz…
Peki bu hikmete, bu azaba biz neden müstahak olduk, ona bakalım, buradaki hikmeti yakalayalım bir defa.
İşte burası tefekkür noktası, teemmül noktası hadisatın geliş sebebinden bize haber verir. En azından bu hadisat bize ateşin yandığını ve bizim de yandığımızı gösteriyor. E peki, aklı olan adam düşünmez mi? Rasyonalist manada bu hastalığın sebebi nedir diye düşünmez mi, bu ateşin niye yaktığını düşünmez mi? İnsan ateşlenince hekimler antibiotik verir, iğne verir oda yetmez istirahat verirler... Bu misaledeki gibi düşünelim, niye müstahak olduk. Kutsal kitabımız Kur'an'da da var "Siz müstahak olmazsanız, ben size bunu vermem" diyor. Ona rağmen müstahak oluyorsak, o zaman demek ki bizim yanlışlarımız var. Onları bulalım, bulurken de yine Allah'a sığınalım.
İnsan Aklı Tek Başına Yetmez
Benim gördüğüm kadarıyla sadece İnsan aklı tek başına bu hadisatı çözmeye yetmez. Cenab-ı Allah tevfikiyle ; kulun eli olmak, kulun gözü olmak, kulun zihinsel gücü olmak ve kulun gönül yapısını aydınlatırsa ancak kulun idraki ile anlaması mümkün olur. Fethi Abi "gönlüm ışıdı" derdi, ne kadar güzel söz.O Türkmen Türkçe'si ile "gönlüm ışıdı" derdi. İşte insanın aklını ve gönlünü ışıtan hep Allah(Celle Celalühü).
Bir takım olayların niye olduğunun, yani zulüm altında olduğumuzun ve bunun neticesinde de büyük acılar çektiğimizin sebebini Allah'a iltica ederek bulabiliriz. Dolayısıyla benim geldiğim nokta odur ki; Allah'a sığınıp, tefekkürümüzü, ilmimizi ve fehmimizi açması noktasında O'na niyaz edeceğiz. O bize zaten bir çıkış noktası gösterir. Biz O'na bir adım attığımız zaman O bize on adım geliyor. Böyle bir Allah; kullarına karşı merhameti baskın, beşir ve nezir sıfatları var. Beşir sıfatı önde geliyor daima. Nezir de "hıı!" bizi korkutuyor yani, Ondan yine ona sığınıyoruz. Yine bizim merhum efendi buyururdu: "Bir çocuğu annesi dövse, çocuk nasıl bağırır, "anneciğim anneciğim" diye bağırır; annesi dövüyor, çocuk yine annesine sığınıyor."
Bu basit bir hadise. Allah'a baktığınız zaman, kime sığınacağız. Yine ona sığınacağız… İşte siz de yaşadınız. Evlad, iyal, peder, valide, üstad vs.. son merci yine Allah... İslam alemi bireylerden oluşuyor. Açacak gözünü… Şu anda sonuç alamayabilir. Onun da bir vakt-i merhunu vardır derdi eskiler yani. Vaat edilen bir çile zamanı vardır, bir zaman çekeceksiniz, ama başınıza niçin geldiğini bilin hakikati görün. Neticeye siz karışamazsınız, netice Cenab-ı Allah'ın yed-i kudretindedir.
Ama O'nun yolun da bulunmak, kul olmak noktasında sizin vazifeleriniz var... Yunus da söylüyor ya.
"Yolda durun daim…"
"Gece olalım kaim, gündüz olalım saim, yolda duralım daim."
Kasdedilen hangi yol; "ihdinas sıratal mustakim".
Feyz; Fethi Gemuhluoğlu hocamızdan bahsettiniz. Fethi Gemuhluoğlu, "Ben dağa çıksam dağda ağaca aşık olurdum" diyor. Ve gördüğü gençlere sorarmış; "Sen hiç aşık oldun mu?" diye. Fethi Gemuhluoğlu'ndan hareketle söyleyelim o zaman… İnsandaki bu sevgi potansiyeli neye yarıyor?
İnsanlar Nefsi Tatmin Ettikçe Zevk Aldığını Zannediyor.
Ökten; Yaşamaya yarıyor. Kendi yaşayamıyor insan, yaşadım zannediyor. İnsana baktığımız zaman insanda farklı vasıflar var. Bir iç güdüler var, akıl var ve gönül var. Biz neyle yaşıyoruz affedersiniz, iç güdüyle mi yaşıyoruz, akılla mı yaşıyoruz; yoksa gönülle mi yaşıyoruz. Haz aldığımız hayat safhaları, -haz diyorum değil mi, tatlı geçen zamanlar- onu "gönül" ifade ediyor işte. Ama siz gönlü ihmal ediyorsunuz, niye? "Efendim ihtiyaçlarım çok, zaman yetmiyor, para yetmiyor. Komşunun şusu var, falanın busu var." Ne oluyor o zaman, iç güdüler hased… Bizim insanımız nefsi tatmin ettikçe zevk aldığını zannediyor. O başka bir şey… Haz duymak deriz biz yani "manevi tatmin." Onun da zirvesi Allah'la beraber olmaktır. Allah'la beraber olamıyorsan kullarıyla beraber ol, O orda tecelli eder yine.. Eskiden derlerdi ki; "Her kulu Hızır, her geceyi kadir bil." Çünkü mülaki (Kavuşmak, birlikleşen) olmak da Allah'ın bir lütf-u inayetidir. Güzel insanlarla mülaki olmak...
Zaman bize verilen en büyük hazine. Veriliyor ve alınıyor. Mesela bugün 15 Mart diyelim. Bir daha 15 Mart yaşamayacağız. Mesela Safer ayı… Bugünleri bir daha yaşamayacağız. Sabah veriliyor, akşam alınıyor değil mi? Her geceyi kadir bilmek gerekiyor yoksa zaman elden gidiyor… Tabi Fethi Abi coşku tarafı çok ağır basan bir gönül adamıydı. Aklını çok iyi kullanırdı. Ama kendisini akılla sınırlamayacak kadar hakîm, muhabbetli bir gönül eriydi. Bizim üzerimizde çok hakkı vardır. Ben kendisini çok sevdim, o da beni çok sevdi. Yakınında bulundum. Belki çok uzun değil ama, yine de, 77'de vefat ettiğine göre dokuz sene filan mülaki olduk yani. Yaklaşık sekiz sene yanına gittim geldim, burslarını aldım. Ona bir takım sorular sordum bizi çok sevmişti, var olsun ruhu şad olsun. Manevi olarak zaten sağ. Neden manevi olarak sağ. Çünkü, konuşulduğu anda sözleri ve yaşayışı insanlar üzerinde tesir yapıyor…
Nice insanları var. Onlardan bahsetseler "-yahu bırak şu adamı" derler, çünkü kalpte bir hissiyat uyandırmaz. Ama nice gönül ehli merhum ya da merhume vardır ki, konuştuğunuzda daha dün buradan ayrılmış gibi bir hissiyat uyandırır.
Feyz; Aşk ve imandan da konuştuk aslında. Taklit ve tahkik konusuna biraz girsek, herhalde tamamlar hadiseyi…
Kimi Taklit Ediyorsunuz
Ökten; Her hadise önce taklitle başlar. Talebe hocayı, çırak ustayı, çocuklar anneyi taklit ederler. Hiç de kötü bir şey değildir. Ama kimi taklit ediyorsunuz, orası tabi çok önemli. Çocuk doğuyor annesinden, hayata nasıl tutunuyor, -tutunmak tabiri de hoş bir tabir- hayatın içine nasıl giriyor? Önce çocuk taklitle girer hayatın içerisine. Konuşmayı taklid eder, tay tay durmayı taklit eder, ona birileri öğretir, büyükleri taklit eder. Mesela öyle olmazsa başka bir toplumda başka bir dil öğreniyor çocuk, Alman anadan ve babadan doğmuş çocuğu alın Türkiye'ye Türkçe öğreniyor. Türkler gibi davranır, oturması, kalkması, yemek yemesi bir Türk gibi olur. Türk anne babadan doğmuş, küçükken, Amerika'ya gitmiş bir çocuk, İngilizce konuşur. Çocukların hal ve hareketi,
-3,5 yaşına geldiği zaman-taklitle başlar.
Çocukluktan gençliğe gelince genç delikanlılar ve hanımefendi kızlarımız görüyorsunuz, yeni bir hayata üniversiteye başlıyor. Farklı bir muhit, farklı insanlar, farklı anlayışlar... Bu defa ortamda onları taklit etmeye başlıyor. Şimdi maneviyat da böyle, insan büyüdü geldi, akıl baliğ oldu vs. ve manevi tarafı ağır basan gönül ehli bir zatla tanıştı. Bu sefer onu taklit etmeye başlar. Manevi hayat ilk önce taklitle başlar. Ama ne yazık ki bir çok insan taklitte kalır. Çünkü taklit kolaydır, sığdır ve emindir. Eğer sağlam bir adamı taklit ederseniz, emin derken, hiçbir pozitif anlam yüklemiyorum buna arzu ettiği limana sizi götürür. Eğer siz marksist bir adamı taklit ederseniz, sığ bir marksist olursunuz. Fikir üretemezsiniz… Bir mümini taklit edin, hikmet sahibi olmayan bir mümin olursunuz…
Bilgi sahibi olmayan bir mümini kasdediyorum. Bazı ruhlara taklit yetmez. O ruhlar bunun arkasını soruşturmaya başlarlar. "Neden, niçin, nasıl? Bana verilen bu, beni doyurmuyor" demeye başlar, onlardan sonra zorlu süreç başlar. O zaman aradaki zat, bir süre sonra kendini azaltmaya başlar. Siz bizzat o hikmetin, o şeriatın, o muhabbetin sahibiyle karşı karşıya kalırsınız.
Tahkik De Adım Adımdır
Elektrik kablolarında olduğu gibi elektrikçi bakıyor ve; "Bu kablo bu elektriği çekmez" diyor, "Büyük çaplı kablo kullanılmalı" diyor. Eğer çapınız ona müsaitse, yanmadan o tahkiki yaparsınız. Her hakikati her ruh kaldırmaz. Tahkik de adım adımdır. Birinci adım, ikinci adım… Tahkikin en üstünde Peygamber Efendimizin makamı, Makam-ı Mahmud yer alır, Cibril bile oraya yaklaşmadı. Tabi Cibril hadiseyi biliyor, "yanarım, oraya gidemem" diyor. İslam medeniyeti çok enteresan bir medeniyettir. Şayan-ı hayret bir medeniyet telakkisi getiriyor. Bir defa Müslümanların bunu anlaması lazım. İslam bir numune-i imtisal medeniyeti getiriyor. Bir mümin ya da bir mümine hanımefendi kızımız veya beyefendi genç arkadaşımız kime bakacak? Gönül ehli, irfan ehli insanlara yönelecek... Batı demokrasisi böyle değil, orada prototip yok, orada ideoloji var; büyük filozoflar var. Liberal olabilirsiniz, Marksist olabilirsiniz, hedonist olabilirsiniz, rasyonalist olabilirsiniz, ruhçu olabilirsiniz. Çok bunlar, meslekler farklı farklı...
Biz nereye bakacağız derseniz? Biz Peygambere bakacağız. E göremiyor! Hissettiği kadarıyla el yordamıyla, basireti kadarıyla, Allah'ın verdiği basiretiyle görebildiği kadarıyla görebildiği zirveyi yakalayacak. Onlar kim? Peygamberin varisleridir. Peygamberin varisleri, insanların elinden tutuyor, adım adım tahkik noktasında, bir yere doğru getirmeye çalışıyor, kabiliyeti nispetinde gelebildiği yere kadar. Orada da çok hırslı olmamak lazım. Senin kapasiten ne kadarsa o kadar verilir yani ne kadar verilirse odur. Soyut bir hikaye var ama somut bir örnek. Konu ile alakalı. Bir derviş Mehmet varmış, mürşidine "Efendi baba ben bir rüya gördüm, deniz mi desem kara mı desem hava mı desem" gerçekte olmayan bir rüya uyduruyor ve bir tabir istiyor.
Efendi Baba "bırak bırak, sonra anlat" diyor. Demek ki Derviş Mehmet bir tac-ı şerif istiyor efendiden, bir rütbe istiyor. Zaman geçiyor, fakat bir türlü beklenen fetih gerçekleşmiyor ve nefsi ıslah olmuyor. Derviş Mehmet de bir rüya daha uydurmaya başlıyor. Efendi baba kızarak, diyor ki; "Derviş Mehmet rüyanı tabir edeyim. Allah senin belanı verecek ama bugün mü desem, yarın mı desem bilmiyorum!" diyor. Neden sonra derviş harbe gidiyor, ne künyesi geliyor, ne hatırası geliyor; kaybolup gidiyor. Şimdi istemek meselesi de çok mühimdir. İstemesini bilmek, zamanını beklemek ve üzerine düşenleri yapmak gerekiyor. Allah'tan gelene razı olmak şarttır. İslam, gerek maddiyatta gerek maneviyatta verilene eyvallah demektir. Benim bildiğim ve müşahade ettiğim böyledir. Hırs mı? O hırs, bizim anladığımız hırs değil. O, hizmette yarış, vermekte yarış, muhabbette yarış, şefkatte yarış…
O başka bir şey.
Bugünkü kullandığımız haris gibi, "en güzel biz olalım, en iyi arabaya ben bineyim", "Sen neymişsin be abi" diyor ya, öyle değil. Tahkike ulaşmak böyle olur. Mesela neyin tahkikine erebilirsiniz? Basit bir matematik benzetme yapalım. Diyor ki bir üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir, bunu yazıyor adam. Fakat siz bunu matematiksel akli yolla ispatlıyorsunuz, doğru diyorsunuz. Bir teorem söyleyelim mesela. Ama biz belli bir bilgi birikimi ve bir cehd sarf ettikten sonra, sürece bakın; bir Üstad lazım, matematik hocası gibi.
Yahutta siz çok kabiliyetli birisiniz; adım adım seviyeden seviyeye kendi çabanızla çıkıyorsunuz. Ya kendi çabanızla çıktığınızı zannediyorsanız. Yani mürşitsiz olmaz. Tabi ki bir hoca lazım size. Çok nadir bazısına hoca lazım olmuyor, ama o çok nadir. Hoca lazım, bir de kitap lazım.
Bir Evlad-ü İyal Fikri Oluşuyor
Maneviyat da böyle mürşit size anlatıyor yol gösteriyor. Sonra hayatınızda O'nun nasıl bir Allah olduğunu yaşayarak size gösteriyor. Devamlı olarak size değişik açılardan bakmasını öğreterek "Buradan bakarsan bunu anlarsın" diyor. Yavaş yavaş sizde bir Allah fikri, bir kader fikri oluşuyor. Bir evlad-ü iyal fikri oluşuyor. Mesela Cenab-ı Allah mealen diyor ki; "Aileniz ve çocuklarınız size emanettir zaman zaman da fitnedir. Bu oğlan nasıl fitne olur, bu kız nasıl fitne oluyor diyorsunuz? Can pareniz, gözbebeğiniz, daha minicik… Çocukları alıyorsun altı aylık, bir yaşında, iki yaşında, beş yaşında kucağına. Oluyor oniki yaşında asi bir evlat, on beş yaşında tutulmuyor, yirmibeş yaşında tekrar duruluyor. Fitne çıkıyor ortaya işte.
Hiç sizin beğenmediğiniz sevmediğiniz bir çocuğa aşık oluyor. Hadi buyur bakalım şimdi kızındır oğlundur reddedemiyorsun, atamıyorsun. Yine mürşit devreye giriyor ve sana diyor ki; "Aman sen bunu büsbütün kaybetme, bağrına taş bas, hoş gör yoksa daha kötü olur" diyor.
Onu öyle gördüğün zaman buna hazırlıklı oluyorsun eğer tahkike ermişsen… Ne demek tahkik? Bu bunu yapabilir diyorsun, beklemediğin şeyi yapıyor, beklersen gardını alıyorsun zaten, boksör gibi. Bunu tabi basit manada anlatmaya çalıştım.
Veya senin bir ilmin var, birileri çıkıyor; "Bu ilim yanlıştır" diyor. Sana da bunu telkin ediyorlar. Yavaş yavaş etkileniyorsun. Sonra görüyorsun ki hakikaten bu bir fitneymiş..
Bir şeyh efendinin hanımı acuzeymiş (huysuz ve geçimsiz), şeyh baba hanımına hiç ses çıkarmıyor. Ne cevri cefa yapıyor şeyh babaya. Bu olmuş hadise yaşanmış bir olaydır. "Efendi bunu bırak sana çok eziyet ediyor" diyorlar. Efendi "Bırakamam" diyor. "Bıraksam bu başka adamla evlenir gider, kocası onun bu hallerine tahammül edemez onu öldürür, katil olur" diyor. "Hiç olmazsa ben cevrine tahammül ediyorum" diyor.
Cenab-ı Allah'ı anlamak kademe kademe gider. İnsanların sonuna kadar anlaması mümkün değil. Ama ihatamız, irfanımız nisbetinde Allah bize kendini anlatıyor. Peygamberi anlamamız içimizde hissetmemiz, onunla olan muhabbeti… Bir kişi var ki, adam kitapta okuyor ve yazılanları yapmaya çalışıyor. Yaptığı zahirde güzel ama, ordan bir enerji çıkıp da bir başka insana yansıması fevkalade zordur.
Eğer bir rehber hoca varsa,O aynı hareketi yapar ama arkasındaki meseleyi, bir başka insana başka bir nüansla anlatır ve öylece gönül ateşini yakar… İşte bir hocaefendiyi taklitte fark burada. Ama tekrar başa dönelim, Taklit kesinlikle küçümse-necek, reddedilecek bir merhale değildir. Elverir ki doğru hadise ve doğru insanı taklit edelim, marksistsek ciddi bir marksisti taklit edelim, eyyamcı Marksist değil. Fethi Abi derdi ki; "Günah işleyecekseniz, ecüc bücüc günah işlemeyin, adam gibi günah işleyin" derdi. "Olur mu derdik" biz? İkirciklik yapmayın, adam gibi işleyin…
Tabi bu kesinlikle günah işleyin anlamına gelmiyor. Toplum o kadar unstabile yani devingen hale geldi ki, sabit değil, ben her cümlenin sonuna bir kayd-ı ihtirazi, koruma cümlesi koyuyorum ki, sakın ha günah işlemeyin. İkaz cümlesi. İşlersen bile adam gibi işle ki, pişmanlığı tövbesi ona göre olsun, seni yaksın, bir daha da yapma yani. Keşke başlangıçta yapmasan…