Kim olursa olsun şöyle bir geriye dönüp baktığında görecektir ki, hayatımız ilk anından itibaren bizden beklenenlerle ya da bizim başkalarından beklediklerimizle dopdolu.
Dünyaya geliriz. Anne ve babamız ilk kelimelerimizi heyecanla bekler. İlk adım evde bayram havası estirir. İlk diş gündemin en ön sırasına yerleşiverir. Annemiz yemeğimizi tek başımıza yiyebileceğimiz zamanı sabırsızlıkla bekler. Ah! der ebeveynler ah, bu çocuk bir büyüse. Tabii bu arada çocuklarda sevgi, şevkat, ilgi, şeker, çikolata… gibi masum beklentiler içerisindedir.
Okul çağına gelindiğinde beklentilerin içeriği değişir. Artık her şey başarıya odaklanır. En başarılı çocuk, en çok bilen çocuk, her şeyde en olan çocuk. Çocuklar toplum tarafından ne kadar beğenilir, takdir edilirse anne baba o kadar çok sevinir, koltukları kabarır. İşte der bu benim çocuğum. Hayranlıkla çocuğunu izler. Ve evladıyla alakalı kendi beklentilerinden oluşan hayaller kurar. Büyüdüğünü çok para kazandığını, kendilerine baktığını, torunlarını ya da kendi yaşamında gerçekleşmesini isteyip de gerçekleştiremediklerini çocuklarının yaptığını, özentilerini… Daha bir çok şey. Ama hepsinin temelini genel olarak kendi beklentileri oluşturur. Ve zaman içerisinde bir sürü hayal kırıklığı yaşanır. Çoğunlukla yaşanan hayal kırıklıklarının sebebi de evlatlarını kendi öz malıymış gibi gören anne babanın -çocuk eğitimi - vazifesini , doğru yada yanlış kendi beklentileri doğrultusunda yürütmeye çalışmalarıdır.
Her şeyden önce çocuklar ne annenin ne de babanın - kendi malı - değildir. Eve bir koltuk alırsınız. O koltuğu hoşlandığınız gibi dekore edersiniz, yerini beğenmezseniz yerini değiştirirsiniz. Bu odada olmadı öbür odaya götürelim dersiniz. O koltuktan sıkıldığınızda imkanlarınız elveriyorsa onu verir yenisini alırsınız. Benim değil mi atarımda, satarımda, yakarımda diye düşünür hatta çekinmeden bunu ifade de edersiniz. Eee haklısınız o sizin malınız. İşte, bir çok anne baba da farkında olmadan çocuklarına evindeki koltuk gibi muamele eder. Tek farkla çocukları sıkıldığınızda değiştirme imkanı yoktur. Biz demiyoruz ki çocuklarınızdan hiçbir beklentiniz olmasın, onlara dair hayalleriniz, ümitleriniz bulunmasın. Elbette onlardan beklentileriniz olacak. Fakat bu beklentiler genel olarak dünya hırsına odaklı , erdem unsurundan oldukça uzak olunca, karşımıza aynen şu manzara çıkmakta; sırf makam, mal, başarı endeksli yetişmiş genç bir nesil. Ve potansiyel olarak, bencil toplum bireyleri, bencil eşler, bencil ebeveynler.
Neden ebeveynler çocuklarından doktor olmasını bekledikleri kadar cömert ya da merhametli, hayalı olmasını beklemez-ler. Doktor, mühendis.. olsun diye sarf ettikleri paranın zamanın yarısını bile onların ahlaklı bir birey olması için de sarf etmezler. İnsan sadece bedenden müteşekkil değildir ki. Nasıl çocuklarımızın karnını doyurmak için çaba sarf ediyorsak onların ruhlarını doyurmak için de aynı çabayı hatta daha fazlasını sarf etmeliyiz. Etmeliyiz ki çocuklar evdeki herhangi bir eşya konumundan çıkarak birey haline gelebilsinler. Her şeyden önce eşrefi mahluk olarak yaratılmış olan insanoğlunun en tabii hakkıdır ruhen gelişmek.Bu hakkın en azından temelini de anne babalar atmak zorunda. Aslında fıtri olarak malzememiz de mevcut. Ruhi en temel ihtiyaç; sevgi.Kim evladını sevmez ki? Mesele yeteri kadar onlara aksettirebiliyor muyuz? Ne gereğinden fazla ne de gereğinden az. Sonra onlardan beklediğimiz saygıyı biz onların çocuk dünyalarına ne kadar gösterebiliyoruz? Hadi sevgi ve saygı olayını aştık diyelim. Ruhi ihtiyaçlar bitiyor mu? Hayır.
Peygamber Efendimiz yaratılmışların en mükemmeli. Kul olarak O'nun şahsında mükemmelleşmiş olan her ahlak, kişinin kendi bünyesindeki ruhi ihtiyacıdır. İşte bu sebeple çocuklarımızı yetiştirirken onları cömert değil iseler cömert olmaya, merhametli olmaya, alçak-gönüllü olmaya… zorlamalıyız. Tabii usulüyle. Hem dünya hem ahiret saadetleri için. Bunun en doğal yolu da anne babanın münasebette bulunduğu her varlığa ve kendine karşı dürüst, adil, cömert, merhametli… olmasından geçer. Bu cevherlere biz sahip değil isek, sahip olabilmek için elimizden geleni ardımıza koymamalıyız. Emin olun ki ne kadar adil ne kadar tevekküllü ne kadar merhametli ne kadar cömert … olursak hayata bakışımız da, hayattan ve insanlardan beklentilerimiz de bir o kadar değişir. Sonuç itibarıyla daha mutlu ve huzurlu oluruz.
Bu atmosferde, ahlaki yaptırımlarla yetişen çocuklar daha sağlam aileler kurarak, daha sağlam bir toplumu oluşturabilirler. Toplumun sağlamlığı da milletin devamı için şarttır. Bunu hepimiz biliriz.
O halde çocuklarımızı yetiştirirken onların beden sağlığıyla ve gelecekteki maddi konumuyla ilgilendiğimiz kadar ruh gelişimiyle de ilgilenelim. Onlara sadece kendi egomuzu tatmin edecek beklentilerimizden oluşan bir dünya kurmak, çocuklarımıza olduğu kadar, hayatları boyunca münasebette olacakları her varlığa karşı haksızlık olacaktır.
Çünkü ömür sermayeleri içinde bilerek ya da bilmeyerek temelini bizim attığımız ahlaksızlıkları ve bizim ahlaki nakıslıklarımızın onlardaki yansımaları sık sık karşılarına çıkacaktır. Onların ve çevrelerindekilerin mutsuz olmalarına sebep verecektir. Belki ömürlerinin herhangi bir anında karşılaştıkları mükemmel bir el onların eksiklerini tamamlayabilir. Ama o mükemmele ya hiç rastlayamazlarsa!