Kapıyı hızla çarpıp girdi eve. Ruhunda yaşadığı deprem artık suyu yüzüne çıkmıştı; öfkesine sahip olamıyordu.
-Hoş geldin oğlum diyerek karşılayan annesine çakmak çakmak yanan gözlerle baktı.
-Çok mu aradınız bu ismi? Yok muydu başka bir isim? diyerek kendini odaya kapattı.
Arkadaşları arasında çok sevilen ve saygı duyulan Gaffur artık alay konusu olmuştu: "Çakkıdı Gaffur", "Psikopat Gaffur" … Gaffur artık ismini söylerken iki kez düşünüyor, girdiği yeni ortamlarda farklı farklı isimler söyleme ihtiyacı hissediyordu.
Çocuklarındaki bu değişiklik ailesini endişelendiriyor fakat ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Çalışkan, nazik, yardımsever Gaffur gitmiş, yerine öfkeli, kaba bir çocuk gelmişti. Sabahları neşeyle okuluna giden oğulları artık yataktan zorla kaldırılıyordu. Kendilerine sürekli, "televizyon gerçekten bir insanın hayatını bu denli etkileyebilir, değiştirebilir mi?" diye soruyorlardı.
Aslında bu soruyu hepimiz kendimize sormalıyız ve televizyonun hayatımızdaki rolünü sorgulamalıyız. O zaman beyaz camın nasıl günümüzü kendine göre programladığını, ilişkilerimizi nasıl şekillendirdiğini, kullandığımız kelimelerden, eşya-larımıza hatta kıyafetlerimize kadar nasıl değiştirdiğini görebiliriz.
Genelde kitle iletişim araçları özelde ise televizyon üzerine yapılmış eleştirel araştırmalar gösteriyor ki, medyanın, özellikle de televizyonun hem kimlik belirlemede hem de değişim veya meşruluk kazandırmada son derece etkilidir. (Bu husus da bir çok eser bulunabilir ama bilhassa Dominique Wolton'un Türkçeye çevrilmiş eserlerinden daha fazla bilgi edinilebilir) Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de medya toplum mühendisliğinin bir numaralı aracı olmuş, toplumu dönüştürme adına önemli görevler üstlenmiş ve gelinen gün itibariyle başarılı olmuştur. Bu noktada Sosyolog Fatma Karabıyık Barbaroğlu'nun "ekranperestlik" tanımını hatırlatmadan geçeme-yeceğim. Hayatını ekrana göre düzenleyen bireylerin sayısı azım-sanamayacak kadar çoktur ve her geçen gün artmaktadır.
Medya ve moda kol kola
Medyanın zihinlerimize dayattığı en önemli kavramlardan biri ise modadır. Diğer bir deyişle modanın vazgeçilmez, bir numaralı öğesidir medya. Bu danışıklı dövüş, tüketim çarkının durmaksızın dönmesini ve zamanın öğütülmesini sağlar. İnsanlar, çoğunlukla medya sayesinde modadan haberdar olurlar ve takip etmeye başlarlar. Moda kıyafetler, moda kavramlar, moda kitaplar, moda isimler...
Evet, isimlerin de bir modası vardır ve bu günümüzde genellikle televizyon dizileri aracılığıyla halka ulaşmaktadır. Bu saptamayı abartılı bulanlar olabilir. Onun için şu iki örneği vermek istiyorum. İnternette yapılan bir ankete göre 2006 yılında çocuklara en çok verilen isimler arasında kızlarda: Duru, İrem, Talya, Yaren, Berra, Su, Havin, Ilgın, Tuana, Beren, Şimal, Damla, Minel, Azra, Eylül, Sıla. Erkeklerde: Tuna, Ege, Çağan, Yağız, Berke, Baran, Arhan, Derin, Toprak, Berkay, Doruk, Bartu, Meriç, Görkem, Emirhan yer almış. Başka bir deyişle anne babalar tv dizilerinden isim beğenmişler ve çocuklarına bu isimleri koymuşlar.
Diğer bir çarpıcı örnek ise başka bir internet sitesinden. Sitede yapılan ankette sorulan "Oğlunuz olsa "komik dizi" kahramanlarından hangisinin ismini koymak istemezdiniz?" sorusuna yüzde 33 oranında "Gaffur" ve yine yüzde 33 oranında Tanrıverdi cevapları gelmiş. Yazımızın başındaki hikayemizin kahramanı Gaffur'a geri dönersek, verdiği tepkilerde pek haksız sayılmadığını söyleyebiliriz. Çünkü bu tip televizyon kahra-manları her ne kadar komik ve sevimli gösterilse de, bir antipati meydana getir-diği aşikardır. (El Gaffur Esma-ül Hüsna'dan biridir ve kelime anlamı olarak, bağışlamada, merhamette sınır tanımayan anlamına gelmektedir.) Artık insanlar doğacak çocuklarına, Gaffur ismini vermek istemeyeceklerdir. Kemal Sunal'ın canlandırdığı "İnek Şaban" karak-terinden sonra "Şaban" isminde önemli sayıda azalma olduğu nüfus kayıtları araştırıldığında görülecektir.
İsimlerinin anlamlarını bilmiyorlar
Bu noktada bir ankete daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Mustafa Kemal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Jale Öztürk'ün, Mustafa Kemal Üniversitesi'ndeki 472 öğrenci üzerinde yaptığı ve 2004 yılı sonbaharında sonuçlarını açıkladığı anket çarpıcı gerçekleri gün yüzüne çıkarmış. Mesela ankete katılan, kız öğrencilerin yüzde 44,6'sı, erkek öğrencilerin de 55,4'ü isimlerinin anlamını bilmiyor. Gençler genellikle isimlerini seviyorlar. Sevmeyenlerin nedenleri arasında isimlerini "Eski moda" veya "Demode" bulanların bir ağırlığı olduğu göze çarpıyor.
Kitle iletişim araçlarının moda üzerindeki etkisinden, yazımızın başında bahsetmiştik. Burada okuyucularımızı sıkmadan, moda hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. Yıllar önce Prof. Dr. Nilgün Gürkan ile moda üzerine yaptığımız söyleşide özetle şunları söylemişti: "Moda kendi kendini yıkan bir tabu. Yerine yenisini koymak için eskisini yıkacak. Kapitalist sistemin özü bu aslında. Klasik bir deyiş vardır ya "katı olan her şey buharlaşıyor" diye. Bu böyle bir süreç ve böyle bir sirkülasyon. "Evet, moda geçiciliği temsil eden bir kavram. Bu da değişmez diye bilenen değerlerin bile değiştirildiği anlamı taşıyor. Bu değişim esnasında inançlar ve değerler yozlaştırılıyor maalesef. Kültürel erozyon böylece sürüp gidiyor, yerel olanlar değer kaybederken "küresel" olanlar göz boyamaya devam ediyor. İnsanlar bir süre sonra kendilerine dönüp baktıklarında nasıl da tek tipleştiklerini görüyorlar.
İsmiyle müsemma bir gençlik
Geçtiğimiz aylarda Gaffur tiplemesi üzerinden gazetelerde bazı haberler çıktı. Gazetelerden birinde inançlara ve Allah'a hakaret edildiği vurgulanırken diğerinde bu tip isimleri taşıyan herkes kusursuz mu savunması yapıldı ve gazeteler birbirlerini komploculukla suçladılar. Ben bu tartışmaların ötesinde bazı şeyleri düşünmemiz ve konuşmamız gerektiğine inanıyorum. Bu yazının kaleme alınmasının maksadı da budur aslında. Çocuklarımıza, Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), "Evlatlarınızı güzel isimlerle çağırın ki onlar güzel bir şekilde anılsın" ve "İsimlerimle isimlenin ama künyelerimle künyelenmeyin" hadisi şerifleri düsturunca güzel isimler vermeye gayret eden bir toplumuz. Bu da dini hassasiyetlerimizin yüksekliğine bir işaret belkide. Ama sadece isim vermek yetmiyor elbette.
O ismin anlamını, önce kendimiz iyi bilmeliyiz sonrada çocuklarımıza doğru bir şekilde anlatmalıyız. Bu isme sahip olanların hayatlarını, özelliklerini güzel bir dille evlatlarımıza öğretmeliyiz. Belki böylece, ismiyle müsemma kişiler yetişmesini sağlayabiliriz. İsmini seven, ismiyle mutlu olan bireyler yetiştirmek bizim elimizde. İsim deyip geçmemek lazım. İsim ve kişilik, isim ve kader arasında bağ olduğu insan var olalı beri inanılan bir olgu.
Zeynep Öymez