Tıp ilminin geldiği müthiş seviyeye rağmen ölüm olayı hala çözülememiş bir sır olarak esrarını korumaya devam ediyor. Biyolojik varlığımızdan hareketle sadece tıbbi terimlerle ölümü açıklamak ise çok yetersiz kalıyor. Zira tıbba göre yaşaması gerekenlerin öldüğü ama ölmesi gerekenlerin ise yaşadığı vakaları sıklıkla yaşıyoruz. "Her canlı ölümü tadıcıdır." (Al-i İmran, 185) ayeti ise Yüce yaratıcının beyanıyla dünya hayatı için ölümden kaçış ve kurtuluşun mümkün olamayacağını ve ölüme çare aramanın anlamsızlığını haber veriyor.
Evet, İnsanoğlu var oluşundan beri, ölümden korkmuş, çekinmiş, ölümün sırrını aramış, onun şiflerini çözmeye ve ölümsüzlüğü elde etmeye çalışmıştır. Ölümün arkasındaki soruların cevabını bulmak onun için hava gibi, su gibi önemli olmuştur.
Zira biraz aklı olan her insan, ister içinde dini bir inancı taşısın, ister taşımasın" Niçin doğarız, niye ölürüz, ölünce ne oluruz? Gibi soruların cevabıyla meşgul olmaktan kendisini alamıyor. Ve bu soruların kendince mantıklı, makul cevaplarını bulmadan da rahat edemiyor. Zira bu sorular insanların çözmeden rahat edemediği, edemeyeceği yaratılış kaynaklı hayati sorular. Gerçektende huzurlu bir hayat yaşamayı arzulayanların bu sorulara karşı mutlaka kendilerince onları ikna edecek yeterli cevapları olmalı. Ki bu iman duygusunun verdiği güvenle bu dünyada huzurlu bir hayat yaşayabilsinler. Bu fıtri ihtiyaç sebebiyledir ki tarih boyunca bu soruların cevabını bulmak için düşünen mütefekkir insanlar eksik olmamış. Fikirleriyle, yaşadıkları toplulukların bu ihtiyaçlarına cevap aramış, düşünce ve ekolleriyle onları etkilemişler de.
Tarihte geçmiş ve bu gün yaşayan topluluklara baktığımızda, yaşamı ve ölümü kendince anlamlandırmayan, hiçbir topluluk veya milletin olmadığını görüyoruz. Yine insanlık tarihi incelendiğinde var oluşun ve ölümün nedeni ve niçin' i hakkında en mantıklı ve etkileyici cevapların Allah'ın Peygamberi olduklarını söyleyen insanlar tarafından verildiğini müşahede etmekteyiz. Nitekim Peygamberlerin getirdiği dinlerin etkisi her zaman ve dönemde diğer din, ekol ve görüşlerin etkisinden fazla olmuş. Tabii bilimlerdeki, fen ve teknolojideki gelişmeler peygamberlerin etkisini yok edememiş.
Mesela, tahrife uğrayarak semavi olma özelliklerini kaybetmiş olmalarına rağmen hala Musevilik ve İsevilik gibi dinlerin müntesipleri varlıklarını ciddi anlamda korumaya devam ediyorlar. Neticede yeryüzü, bugün dini inançları Allah'ın (Celle Celalühü) muradına uygun olmasa bile, bir olan yaratıcıya iman eden milyarlarca insanla dolu…
En son Peygamber Hazreti Muhammed' in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatı ve getirdiği mucize kitap Kur'an ise, çağımızda zirve yapan ilmi gelişmelere meydan okuyarak yeryüzündeki etki alanını hızla geliştiriyor. Hayat ve ölüm hakkındaki en etkileyici sözler hiç şüphesiz Kur' an ve onun tebliğcisi Hz. Muhammed'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ait. Bu nedenle Müslümanlar, yeryüzünde yaşayan en huzurlu en mutlu insanlar… Teknolojide geri, maddede fakir olsalar, bazı çevrelerce terörist gibi gösterilseler de, bu böyle... İslam'ı seçen insanların: "Şimdi çok huzurluyum, gerçek mutluluğu şimdi buldum şeklindeki itiraflarından bu gerçeği her zaman görebiliyoruz. İslam inancına göre var oluş bir tesadüf değil, bilinçli bir kulluk projesinin hayata geçirilişi.
" O (Celle Celalühü) hanginizin daha iyi amel yapacağını denemek için ölümü de hayatı da takdir edip yaratandır" (El- Mülk, 2) ayeti bu gerçeği çok güzel ifade ediyor. Bu ayetten anlaşıldığı üzere doğumumuz da ölümümüz de bilinçli olarak takdir edilmiş… Ölüm meleği, verilmiş bir sürenin sonunda bizi yakalayacak ve sonsuz olan ahiret hayatımız başlayacak.
Ölüm, ayet ve hadislerin ifadesiyle ahiret hayatına geçişin ilk kapısı. Ölen kişi, ölümü anında bu gerçeği fark ederek, bu hakikatle yüzleşecek. Yaşamı süresince ahiret âleminin varlığına dair perdeli olan gözlerinden perde kalkarak, canını alan meleği de hesabını tutan melekleri de görecek ve bu konuda kesin bilgi sahibi olacak. Yani ölümle yok olunmadığını o zaman anlayacak.
Eğer bir insan ölüm hakkında Hazreti Peygamberin getirdiği bilgiye sahipse, ölümü anında şahit olacağı şeyler onun bilgilerinin teyidi ve tasdiki anlamına geldiğinden, sevinci ve şükrü artacaktır. Bu inanç ve imanı taşımayanlar ise, bu karşılaşmayla çok acı bir sürpriz yaşayacaklar.
Şu Kur' an ayeti bu manzaranın dehşetini bizlere açıkça yaşatmakta: " O zalimler, ölümün boğucu dalgaları içinde, meleklerde pençelerini uzatmış onlara; haydi canlarınızı kurtarın, Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve onun ayetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan ötürü, bu gün alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız, derken onların halini bir görsen." (Enam, 93)
Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadislerinde ölümün iki şeklinden bahseder. Birincisi tabi ölümdür. Yani ruhun bedeni terk etmesiyle meydana gelen ölüm… Bu ölüm bütün canlılar için kaçınılmaz bir son, bir kaderdir. İşte bu ölümle ölen insan yukarıdaki ayette anlatıldığı gibi ahiret âleminin kapısından adımını içeri atmış ve dirilere kapalı birçok gaybi bilgiyle yüz yüze gelmiş olur. Hazreti Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "ölmeden önce ölünüz "hadisiyle ifade ettiği ikinci bir ölüm şekli daha vardır. Bu ölümde ruh bedeni terk etmez, yani dış görünüş haliyle bu kişi hayattadır. Burada anlatılmak istenen kötü arzu ve isteklerin ölümüdür. İnsan hırsından soyunmuş günah arzularına karşı kendini bir bakıma öldürmüştür. İşte kim bu ölümle ölmeyi hayatta iken başarırsa, o'da tabi ölümle ölenlerin fark ettiği hakikatleri, henüz yaşarken kalp gözünün açılmasıyla fark eder diyor, hem Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadislerinde hem sayısız evliya eserlerinde.
Mesela, Büyük Veli Seyyid Abdulkadir Geylani hazretleri bir sohbetlerinde bu yakin halinden şöyle bahsediyor: "Ey evlat, iman babından kuvvet bulursan marifet âlemine geçersin. Oradan da ilim deryasına. Oradan fani varlığı bırakır, halkın mevhum varlığını geçer, halkın şu veya bu gibi bir varlığının bulunmadığı bir âleme göçersin. Orada ne sen varsın, ne halk, yalnız O var. İşte bu minval üzere devam edersen senin için keder lafı olmaz. Hakkın hafız (esirgeyen )sıfatı sana hizmet eder. O'nun himayesi altına girersin bütün işlerin başarı ile sona erer. Melekler önünde baş eğer. Çevrende yürür. Ruhlar gelip sana selam verir. Hak kulları içinde seninle övünür. Bütün işlerin O'nun emri altında yürür. Seni yakınlığına cezbeder. Zatı ile ülfet ve daima O'na münacat etme zevkini duyarsın." (Fethurrabbani-sh.349)
Bu dünyaya sırf güzel ameller işlemek maksadıyla gelmiş olan insanoğlunun yapabileceği en makbul ve en güzel amel elbette Rabbinin rızasını kazanmaktır. Bir kul ki Rabbini yaptıklarıyla razı etmiş ve daha ölmeden bu dünya hayatında ahirete ait lezzetlerden nasiplenmeye başlamışsa kulluğunun güzelliği ortadır. O'na sebep biz kullar için Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) işaret buyurduğu gibi" ölmeden önce ölümün sırrına varmak" ve ahiret âlemi hakkında yakin sahibi olarak ruhu teslim etmeye çalışmak önemli bir hedef olmalıdır. Bu tür ölümle ölenler fiziki ölümden korkmaz aksine onu arzularlar.
Nitekim Tirmizi de "lezzetleri yok eden ölümü çok anın" hadisi şerifine Nesai İle Beyhaki aşağıdaki şu ilaveyi yaparak bu görüşü hadisle de destekliyorlar:
" Eğer dünyadan ölümü çok anarsanız onu önemsemezsiniz, az anan ise çok önemser." (Tirmizi Zühd,4)
Odununu, kömürünü, kışlık yiyeceklerini yazdan tedarik ederek kış mevsimine hazırlıklı giren bir ailenin, çıtır çıtır yanan bir sobada yağan karın manzarasının tadını çıkararak kıştan korkmaması gibi, ölüme hazırlanan da ölümden korkmaz. Ölümü sevgili bilmek deyince hemen akla meşhur gönüller sultanı ve Allah dostu Hazreti Mevlana geliyor. Ne diyordu Hz. Mevlana: Ben ölünce arkamdan sakın ah- vah diye ağlamayın. Çünkü ben ölünce sevdiğime, Rabbime kavuşacağım. Bugün benim için ölüm değil , "Şeb-i Arûs" (düğün)günüdür.
Hz. Mevlana'nın, bakış açısı kazandıran özlü bir sözüyle yazımızı bitirelim.
Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü,
İnananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.
Allah'a (Celle Celalühu) emanet olun.