Allah her şeyi bir vazifeyle yaratmıştır. Elma ağacı hep elma verir, güneş her gün doğar ve batar, arı hep bal yapar... Yani her şey görev bilinci içerisindedir. Bu aynı zamanda onların tespihidir. Vazifeleri dışına çıkmamakla ve sürekli onu yapmakla RABBUL ALEMİN'i tespih ederler. Kendisine ait vazifesini yapmayanlar ise "tabiat kanunları dışında" diye haberlere konu edilirler. Kulluk vazifesiyle yaratılmış insanoğlunun en önemli cevheri kalp de tıpkı böyledir. Amacı dahilinde kullanıldığında o insanı meleklerin derecesinin üzerine çıkarır, aksi taktirde her gün gazetelerin 3.sayfalarına misafir olan garip, komik bazen de cani ve vahşi insan tipleri haline getirir.
Vazifesini yapmamaktan dolayı hasta olan kalpler, ancak kusurlarını bildikten ya da gösterildikten sonra tedavi olabilirler. İşte bu yüzden hastalığın teşhisi çok önemlidir. Bu konuda İmam Gazali diyor ki: "Bil ki Allah-u Teala bir kula hayır murad ettiği zaman ona kendi kusurlarını gösterir. Basiret sahibi olanlara kusurlarını gizlemez. Kusur bilindikten sonra tedavisi kolaydır. Lakin insanların çoğu kendi kusurlarını bilmez.
Kendi kusurlarını öğrenmenin dört yolu vardır:
1.Kalbin kusurlarını bilen bir mürşide teslim olmak
2.Sadıklardan basiret sahibi mütedeyyin birini bulup nefsine murakıp tayin etmek.
3.Düşmanların dilinden nefsin ayıplarını duyup istifade etmek.
4.İnsanlara karışıp aralarında kötü bulduğu her işte kendini murakabe edip ayarlamak
Mümin müminin aynasıdır. Başkalarının kusurlarında kendi kusurlarını görür ve tabiatların hevaya uymakta birbirine yakın olduğunu bilir. Kınadığım kusurun az veya çok bir kısmı da ben de vardır der.
Yani kişi olaylara at gözlüğüyle bakmamalıdır, ön yargılı olmamalı, su-i zanda bulunmamalı, yani nefsine uymamalıdır. Hatayı yapan o insan değil de içindeki nefis görülürse ve aynısı bende de var denirse; iş ‘sen ben' davasından çıkacak, ‘biz' davasına dönüşecektir.
Mesela, kanser olan iki kişi arkadaşlık yapsalar, aynı dertten muzdarip olmanın verdiği bir ortaklıkla her şeylerini paylaşırlar; "bu gün iyiyim, dün gece ağrım dayanılmazdı, bir hoca falanca ottan falanca ilacı yapmış bana iyi geldi, sen de kullan. ALLAH (Celle Celalühü) sana da bana da hatta tüm hastalara da acil şifalar versin" demez mi? Çünkü dertlinin halinden derdi çeken anlar. Bizler hepimiz bu derdi taşıyan insanlarız, farkında olalım ya da olmayalım. Peki bu durumda kalbimizin kusurlarını ve diğer hakikatleri anlamada neden bu kadar aciziz, engellerimiz neler? İşte şu beş sebepten hakikatler kalbimizde parlamıyor diyor Gazali:
1. Zatında noksanlık (Çocuk kalbi gibi)
2. Kalbin yüzeyinin günah kirleriyle kapanması (Şehvet, gazap, kin vb.)
3. Kalbin hakikat yönüne değil de başka yönlere sapması: Yani insan neyle uğraşıyorsa, neyi merak ediyorsa o yönde kapılar açar Mevla. Hayırla uğraşırsa hayır kapıları, şerle uğraşırsa şer kapıları, ilimle uğraşırsa ilim kapları açılır. Yemek pasta börek merakı olan, her gittiği yerden bir tarifle döner. Dantel, oya, örgü merakı olan gördüğünün modelini çıkarır. Mala mülke meyli olan, onu artırmanın yollarını arar. Başkasının ayıp ve kusurlarını araştırana, bir dost(?!) sürekli birilerinden haberler getirir...
4. Perde: Daha çocukluğundan bu yana taklitle yaptığı işlerde kendisine öğretilen, bilinçaltına ister istemez kazınan tesirler altında kalmaktır. Bu çok büyük bir perdedir. Adetler, örfler, alışkanlıklar muhakkak ki insan hayatında çok büyük yer tutar. Yeni birşeyler öğrenme, onları tatbik etme konusunda alışkanlıkları değiştirmek bizleri ne kadar zorlar değil mi? Mesela yemek alışkanlığımızı bir düzene koysak incecik bir insan oluvereceğiz.
5. Cehalet: Aranan şeyin hangi yönden elde edileceğini bilmemek.
Yani nefsini bilmek isteyen, dolayısıyla kendini bilmek isteyen, dolayısıyla da Rabbini bilmek isteyen biraz derinleşecek, biraz gözünü kalbini açacak, kötü huylardan kesinlikle temizlenecek ancak o vakit hastalıklardan korunmak ve tedavi olmak mümkün olur. Ancak bundan sonra kalpte marifetullah ve zikrullahın zevki hasıl olur, hissedilir. Bir ALLAH deyince iliklerine kadar titrersin, her zerrenle O'nu zikretmenin lezzetine varırsın. Bir LAİLAHE İLLALLAH deyince bütün nefis putlarını deviriverirsin. Zahirinde ve batınında O'nunla kalırsın.
Gerçek zikir, ancak kalbi takva ile tamir ettikten ve kötü sıfatlardan temizledikten sonra gerçekleşir. İşte onun için tasavvufta en son zikir "Lailahe illallah"tır.
Çünkü artık vücut ülken kurtarılmış, sultan makamına oturmuştur. Böyle olmazsa zikir sırf sözden ibaret kalır, kalbi kurtaramaz ve şeytanın hakimiyetini önleyemez. Bunun için Allah-u Teala "Allah'tan korkanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman Allah'ı anarlar da hemen doğru yolu bulup, şeytanın vesvesini atarlar (atmışlardır)"'diyor (Araf suresi/201).Yani vesveseden kurtulmak muttakilerin işidir. Aksi takdirde boğulur gider insan.
"Temizlenmemiş yani tasfiye edilmemiş bir kalp, sırf zikirle kurtulamaz"diyor İmam-ı Gazali ve bir örnekle açıklıyor: "Şeytan aç bir köpek gibidir. Eğer senin elinde ekmek veya et yoksa sırf bağırmakla köpeği kovabilirsin. Eğer elinde bir parça et varsa, o köpek de açsa ete hücum edecek, sırf bağırmakla gitmeyecek ve onu senden koparana kadar uğraşacaktır. İçinde şeytanın azığı bulunmayan kalp sırf zikirle ondan kurtulur. Ama o azıkların biri veya birkaçı kalpte yer bulmuşsa bunlar zikrin hakikatini giderecek ve kalbe tesirini engelleyecek ve de çakılı kazık gibi şeytan yerinde kalacaktır.
Muttakilerin (takva sahibi) kalpleri ise heva ve kötü sıfatlardan temizlenmiş fakat gaflet sebebiyle zikirden geri kalmışsa, zikre döndüğü anda şeytan kaçar. Yani kalbin kusurlarını sadece zikirle düzeltmek çok güçtür. İlim ve basiret nuru destekli zikir ise insanı hedefe sağ salim, kısa yoldan ulaştırır."
Yani kişi önce bir genel temizlik yapacak (‘Temizlik imanın yarısıdır' hadis-i şerifi tam da bu manaya delalet etmekte).Tövbe edip bütün günahların silindiği, hayra tebdil edildiği defterini ele alacak, ardından da bunu güzelliklerle dolduracaktır. Bu güzelliklerin ne olduğunu, nasıl kazanılacağını da ancak ilimle öğrenebiliriz. Aksi taktirde vesveselerin elinde oyuncak olur, her hayali gerçek zanneder, peşinden koşar, birini temizlemeye çalışırken diğeri, onu temizlemeye çalışırken bir başkasıyla uğraşmak zorunda kalır, ömrümüzü heba eder gideriz.
Allah cümlemize azim versin, bu yolda başarılar nasip etsin.