Nefislerini İlah Edinenler

"İnsan kendini yeterli gördüğü zaman azıtır." (Alak 6-7) Hoşça vakit geçirdiğimiz Ahmet hocanın feyz dolu dükkanında bugünlerde bir misafir ağırlıyoruz; Adı Şahin. Misafir dedim ama ömrü vefâ ederse sanırım bu mekânın müdavimlerinden olacak. Her ne kadar biz ona nüfus cüzdanında yazılı olan ismiyle hitap ediyor olsak da o, kendisine kim olduğunu soranlara şu cevabı veriyor: " Ben Tanrıyım! "… Şahin bir yönüyle biraz otistik ama baskın olan diğer yönüyle tam bir megalomanyak! Ünlü feylesof Nietsche'nin hastalığı olan megalomaninin frengi virüslerinin beyni istila etmesiyle oluştuğunu biliyoruz. Bunun dışında beyin tümörlerinin benlik merkezine baskı yapmasıyla megalomaninin ortaya çıktığı da bilimsel bir realite. Şahin ikinci türden bir vak'a. Beyninde sürekli büyüyen bir tümörle yaşıyor. Ayrıca konuşma merkezinde de (solenium) ciddi bozukluklar var.
Bizler bilmediklerimizi Şahin'e soruyor ve dünyanın geleceğine ait ne kehanetler dinliyoruz bir bilseniz!
Şahin'in beynindeki tümör nedeniyle cezai ehliyetinin olmadığını ve bu nedenle tanrılık iddiasından dolayı âhirette hesaba çekilmeyerek muaf tutulacağını sizler de biliyorsunuz.

Nefislerini ilah edinenler :

Bunlar Şahinden farklı. MR ve Tomografik bulguları normal. Aynı sizinki ve benimki gibi. Yani tümörleri yok. Ancak tümörsüzlerle aynı tanrı psikolojisine sahip olan bu kafadan bacaklılar kendi arasında birkaç sınıfa ayrılıyor. Tanrı psikolojisi dedim de aklıma geldi; Bu rezilleri konuşmadan önce tağut denilen bir kavrama mutlaka değinmemiz gerekiyor. Çünkü insan tanrılık psikolojisine tağut olduktan (şımarıp azıttıktan) sonra giriyor.

Tağut :Taşkınlık ve azgınlık yaparak kulluk sınırını aşan kimse demektir. İsyan ve günahta, sınır tanımazlar. İnsan, belli nimetlere kavuştuğu ve kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vehmettiği zaman, artık Allah'ı da unutur; gerçek kudret, ilim ve iradeye sahip olanın yalnızca kendisi olduğu zehabına kapılır. Artık dilediğini yapar; hak, hukuk ve hiçbir sınır tanımaz. Allah'a ortak koşmaya, nefsini O'nun yerine geçirip heva ve heveslerinin peşinden gitmeğe başlar. İşte bu hale azgınlık, şımarıklık yani tuğyan denir. Böyle olana da tağut…Tağutlar en hafif ifadeyle paranoyaktır. Karakterize oldukları gerçek pozisyon ise megalomanidir. Alak suresindeki istiğnanın vahyi okumamak olarak da açıklandığını bilmekteyiz. Vahyi okumayan ve yararlı bilgilerden uzaklaşan insanın ne dengesi ne de rotası olur. Rabbimizin seçtiği bu kelime (istiğna) çok anlamlı, şumüllü ve çok kuşatıcıdır. İstiğna; İnsanın kendini kendine yeterli görmesi, zâtını hiç kimseye muhtaç olmayan bir konumda hissedip, kuduz bir arslan gibi kükremesidir. Tuğyan, insan egosunun kendini ilahlaştırmasıdır. Kendisini ilah sanacak kadar azgınlaşanlar 3 sınıfa ayrılıyor:

I- Otoriter tağutlar (Firavun ve Nemrut gibi)
II- Kapitalist tağutlar (Kârun gibi)
III-Belam tağutlar (Bel'am bin Bâurâ gibi)

Bu üç kategoriden birine giren tağuttur. Şimdi biraz bunları açıklayalım:

OTORİTER TAĞUTLAR: Simgesi Firavun ve Nemrut. Bunlar rızık yollarını ellerinde tutarlar. Yüksek piramit ve kuleler yaptırırlar. Böylelikle göklerde olduğunu hissettikleri Rabbe meydan okur kafa tutarlar. Ensest hayat yaşarlar (soylarının saflığını korumak için). Heybetli görünmek için korkunç maskeler takarlar. Çürümekten korktukları için öldüklerinde kendilerini mumyalatırlar. Anıtmezar yaptırırlar. Kendilerine can şenliği olsun diye hizmetçilerini de diri diri yanlarında götürürler. En önemlisi de bu dünyadan rablık davalarının sürekliliğini sağlayacak bir düzen kurarak gitmeleridir. British Müzesinde kıçı başı açık bir vaziyette sergilenen firavun'u (II.Ramses) görüyoruz. Tüm acziyetiyle, hem de tesettürsüz olarak hayatının ilk ve son secdesini yapar vaziyette ölüm meleğinin objektifine yakalanmış. Bu süzme salağın en son vukuatını hepiniz biliyorsunuz; Musa ve Beni İsrail karşı kıyıya geçsinler, firavunun şerrinden kurtulsunlar diye Rabbimizin ikiye yardığı denize ordusunu sürmek…! Denizi yaran iradeyi gözü görmüyor da deniz kapanırken aklı başına geliyor. Suyun altındaki son sözünü yani " Ben de Musa'nın Rabbine inandım artık" dediğini Rabbimizin ayetinden öğreniyoruz. Son nefes imanı denilen geçersiz laf bu işte.

Boğulacağını anlayınca "Gerçekten İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım; ben de müslümanlardanım" dedi ama iş işten geçmişti. "Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştun'' denildi. Cesedi, gelecek nesillere ibret olması için denizden kurtarılarak bir kenara atıldı (Yunus 90-92).

Acımasızlığın isim babası olarak deyimlerimize geçen Nemrut; Hz. İbrahim'i ateşe atmak, tövbe hâşâ Allah'ı ele geçirip öldürmek amacıyla yüksek kule yaptırmak, o kulenin üzerine çıkarak göklere ok sallamak gibi salaklıklarıyla ünlenmiştir. (Okun, ucu kanlı olarak yeryüzüne geri düştüğünü ve bu istidraca Nemrutun nasıl sevinç çığlıkları attığını gözlerinizin önüne getiriniz)

Tağutluğun Alametleri:
-İlahlık iddasında bulunurlar. (Bu bazen sözle olmasa da pratikte böyledir)
-Allah'ın beşeriyete uygun gördüğü düzeni yıkar kendi düzenlerini kurarlar.
-İlahi olmayan hükümlere göre kararlar alır, kanunlar koyarlar.
-İnsanları nurdan çıkarır karanlığa sokarlar.
-En büyük düşmanları Peygamberler, İslamiyet, Müslümanlar ve Mustazaflar'dır. (Zayıf milletler)
-Son derece sadist, acımasız ve zalimdirler.
-Günümüzdeki örnekleri diktatörler, emperyalist ve kolonici tiranlardır.
-Herkesin içinde bulunan nefs-i emmâre de kendi çapında azgın bir otoriter tağuttur.

KAPİTALİST TAĞUTLAR :

Simgesi Kârun. Musa' nın (as) kavminden ve boğaz boğaza mücadele ettiği adamlardan biri. Firavunla dayanışma halindeler. Allah'ın verdiği zenginliği kendindeki bilgiye bağlayarak bilgiyi tanrılaştırıyor. Firavundan önce bu gebermiş. Öylesine zengin ki servetini doldurduğu odaların anahtarlarını kırk deve taşıyor. Rabbimizin " Sürekli mal biriktirir sayar bir daha sayarlar " buyurduğu; kazandıkça azanlar, azdıkça kazananlar işte bu tip tağutlar. Kârun " Bu serveti, ancak bende olan bir bilimle elde ettim " sözüyle servet ve bilgi arasında bir bağlantı kuruyor. Zenginliğin kendi bilgisinden kaynaklandığını varsayarak " Aklımla, fikrimle, zekâm ile kazandım. Kimseye vermek veya acımak zorunda değilim, kimseye minnet ve şükran duymam gerekmiyor. Ben bir ekonomi kompedanıyım, bu işin ilmini biliyorum " demek istiyor. O zamanın ekonomi, para ve sermaye patronu. Rabbimiz onu servetiyle birlikte yerin dibine gömdü. Tağutlar acımasız, duygusuz ve taş kalplidir. Çoğu zenginler de öyle! Kapitalist tağutlar "Benim sonsuza kadar ve sınırsız bir konfor içinde yaşayabilmem için başkalarının öldürülmesinden/yok edilmesinden daha doğal bir şey yoktur. Benim gibi uygar bir varlığın yaşaması için diğerlerinin her şeyini kaybetmeleri normaldir. " derler.

Bir örnek vermek istiyorum; Bir adam marketler zincirinin sahibi. Bir çok süpermarketi var. Marketlerin başına birer müdür tayin etmiş. Kendisi marketlerin içine bile girmiyor. Ya telefonlarla talimat yağdırıyor ya da son model arabasıyla dolaşırken müdürlerden kapı önünde ayaküstü bilgi alıyor. Görgü şahidinin anlattıklarını aktarıyorum: " Marketin önüne jeep eğlendiğinde yalaka müdür ellerini ovuşturarak patrona yaklaşır:

Müdür : Hoş geldiniz efendim!
Patron : Nasılsın müdür bey işler nasıl gidiyor, yaramaz bir durum var mı?
Müdür: İyidir efendim. Yalnız küçük bir problem var; karşımıza bir tavuk şarküteri açıldı. Herif tavuğun kilosunu 3 liradan veriyor. Bizde 4 lira. Ne yapmamızı emredersiniz?
Patron : Tavuğun kilosunu 1 liraya düşürün. Adam iflas edip dükkanını kapatıncaya kadar 1 liradan satmaya devam edin! Herifin işi bittikten sonra bizim tavukları 4 liraya yükseltelim!
Acımasızlığı gördünüz değil mi? Rekabet gücü bile olmayan zavallı bir esnafın ekmek yemesine izin yok! Yerlisi böylesine gaddar olunca yabancısı nasıl olur varın siz düşünün! Namus, kutsiyet, doğal kaynaklar, çocuk, kadın, tabiat hülasa paraya tekabül edecek her şey kapitalist canavarın beslenme kaynağıdır. Bunlar için sömürünün sınırı yoktur. Organ mafyacılığı, çocuk pornosu, kadın, cenin ve silah ticareti yaptıkları işlerden bazıları. Ülkeler arasında savaş çıkararak silah satmak, bunların yüzyıllardır uyguladıkları bir insanlık suçu.

Alametleri :

-Servetin kendilerini ölümsüzleştirdiğine inanırlar (Hümeze-3).
-Hedeflerine ulaşmak için her vasıtayı meşru görürler.
-Zekâlarını ve bilgiyi putlaştırmışlardır.
-Kapitalistin vicdan ve merhameti olmaz.
-Sürekli büyümek üzerine hesap yapar ve rakiplerini yok etmekte tereddüt göstermezler.
-Nefs-i Emmare gözü doymayan bir kapitalisttir. ( Bu da hepimizi ilgilendiriyor)
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nefsin bu korkunç ihtirasını şöyle dile getirmiştir:
"İnsanoğlunun bir dere dolusu altını olsa, bir dere daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz. Ama Allah, tövbe edenin tövbesini kabul eder "
Dünyanın önde gelen kapitalistleri her yıl Bilderberg toplantısında bir araya gelir ve dünyayı nasıl karıştıracaklarını ve sömüreceklerini karara bağlarlar. (Başı çekenler Rothschild, Rockefeller, Kesinger, Warburg ve Morgan Ailesi. Bunlar kökleri çok eski çağlara dayanan Siyonist Yahudi aileleridir. Rothschild ailesi Hitleri finanse etmiş ve II.Dünya Savaşını çıkarmış. Bu taktiğin başarılı bir sonucu olarak İsrail Devleti kurulmuştur.)

BEL'AM TAĞUTLAR:

Simgesi Belam bin Baura. Hz. Musa zamanında yaşamış Benî İsrail'den bir din âlimi. Aynı zamanda maneviyatı ve yakini olan bir keşif ehli. Demek ki Bel'amlar'ın iki yönü de olabiliyor:
a-) Din ilimlerine yönelik alim tarafı olanlar.
b-) Maneviyat ilimlerine yönelik yakin tarafı olanlar.

a-) Âlim olan Bel'am Tâğutlar :
Seküler ideolojiler din adamlarını satın alarak veya sahte din kurumları oluşturarak dîni ticaretlerinin ve kötü emellerinin bir parçası olarak kullanırlar. Bazen de sapıtmış din adamları, bizzat kendileri dindarları sömürmek isterler. Bu satılmış ve azıtmış din adamlarına " belam tağutlar" denir. Küfrün isteğine hizmet etmek için para karşılığında konuşan, fetva veren sahte "din adamları"nın genel adıdır. Hıristiyan dünyasında Endülüjans, Papalık, Martin Luter ve Rasputin din ticaretini anlatan birer terminolojidir ancak islamiyetin dışındaki inançlar zaten geçersiz olduğundan biz bâtıl üzerine hüküm kurmayalım. Bel'amlık, hak dini hedef alan –dindar adamın ihaneti- olduğu için bize ait bir terimdir. Bel'amlar, insanları kandırırken Allah'ın adını kullandıkları, nefsin kötü arzularını tatmin etmek maksadıyla dinin temellerini kemirdikleri için zamanımızın firavun ve karunlarından çok daha tehlikelidir.

Alametleri:
-Arzu ve heveslerini ilah edinmişlerdir.
-İnsanları "Allah adını kullanarak" aldatırlar.
-Para, kadın ve makam uğruna dine ihanet ederler.
-Allah'ın hükümlerini değiştirmeye, başkalaştırmaya ve hadisleri yok saymaya gayret ederler.
-Dine hizmet ediyor görünmekle birlikte, kafirlerin direktiflerine itaat ederler.
-Müslümanları asıl amaçlarından saptırarak pasifize etmekle görevlidirler.
-Bunlar da ölürken imansız olarak can verirler (Allahın acıdığı başka).
-Her nefs-i emmârede Allah adına yalan uydurmak ve dini tahrif etmek dürtüsü vardır.

Emekli bir müftü son nefesini verirken onun vaazlarına müdavim olan cemaatten biri helallik almak için ziyarete gelir. Müftünün çok acı çektiğini fakat hiç dua etmediğini gören ziyaretçi; " Hocam siz daha iyi bilirsiniz ama ben yine de hatırlatayım; böyle zamanlarda Yasin-i Şerif okumak acıları dindirirmiş. Haddim değil ama okumanızı tavsiye ederim! " deyince müftü hiddet ve acı içinde doğrulur; " Boş ver sen bunları! bir ömür boyu okudum ben onları. Meslek işte! Ekmek parası için yaptım. Kim faydasını görmüş ki ben göreyim!" dedikten hemen sonra sırtının üzerine düşerek can verir!
İnsanı ve vicdanı teğet geçen bu yaklaşım aslında konuyu basitleştirerek Bel'am kavramının içini boşaltmaktadır. Tasavvuf Bel'amlarla savaşan yegâne güçtür.

b-) Mâneviyatçı olan Belam tağutlar:

İblisten fazla ibadet, ilim ve keşf sahibi olan kim var? Büyük tefsirci Fahreddin Razi " laf atarlar. İblisin iman sorunu yok. O yalnızca tağut olmuş. Yani yakınlıktan kaynaklanan bir şımarıklık, azgınlık ve küstahlık moduna girmiş. İblis tüm tağutların arketipi, prototipi ve öncüsüdür. İmamı Gazali, Belam bin Baura'nın göklere baktığında Arş-ı Âlayı gören bir keşif ehli olduğunu söyler. Bu kadar ilim ve keşif elde etmesine, üstelik insanların hidayetine vesile olmasına rağmen dünya menfaatlerine, şöhret, nam ve makam arzularına meylederek şeytana tâbi olmuş. İş yakınlıkla bitmiyor. Bu kez de Yakınlıkta edebi (sınırları) koruma imtihanı başlıyor. Yakin sahibi olmasına rağmen hem kendisi azıtarak yoldan sapmış, hem de büyük kitleleri peşine takarak saptırmış. Allahın mekrine uğrayarak tuzaklara yakalanmış. Rabbimiz Ayetinde ona "köpek sıfatlı" diyor.

" Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat. Dileseydik, onu âyetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. (hangi iknâ metodlarıyla yaklaşırsanız yaklaşın onu düzeltmeye bir yol bulamazsınız) İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hâli böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat.

Peki tasavvuftan Belam çıkmaz mı? Niçin çıkmasın! Her derviş evliya mı oluyor? Ben dervişim diyen herkes meratip mi katediyor, seyr-i süluk mu yapıyor? Mütevâzı, mahcup, mahzun ve kendi halinde sülûkuna devam edenler sürekli ilerliyor. Problem; kendisinde varlık hissedenlerde, nefsine bir üstünlük ve büyüklük hamledenlerde nüksediyor.
Mürşidin takdir, iltifat ve tebessümü tehlikelidir. Mürşidin yakınına fazla ve uzun süre sokulmaktan mütevellit, müritde mürşid gibi davranma dürtüsü depreşiyor. Üstatda bulunan ideal vasıfların kendisine de sirayet ettiği vehmine kapılıyor. Veya mürşidin de sıradan ve vasıfsız bir insan olduğu zannına düşerek onu küçümseme dürtüsü gelişebiliyor. Birkaç rüya, birkaç hal, birtakım öncü keşif ve zuhuratlar da duruma eşlik edince dervişde şeyhliğin tüm semptomları tamamlanmış oluyor. İşi öğreniyor!

Sözde tasavvufçu olan Belam tağutların alametleri :

-İlim ve tasavvufta görünüşte bir seviye elde etmiştir ama ahlâkî gelişim gösterememiştir.
-Yeni din ve tasavvuf Kuralları ihdas eder.
-Keşif ve kerametler uydurarak insanları cezbeder.
-Allah'ın kendisine çok yakın olduğunu dualarının reddedilmeyeceğini ima eder.
-Geleceğe dair feraset ve kehanet oyunları yapar, keramet mizansenleri düzenler.
-Bilgisi olmadığı halde insanlara cennetlik olduğunu müjdeler
-Şeriat alimlerini ve şeriatı küçük görür, küçük gösterir. Avânelerini gerçeklerden uzak tutar.
-Vahdeti vücut gibi gizemli konularda ölçüsüz ve fütursuz, şaşırtıcı konuşmalar yapar.
-Tasavvuf onun için bir sermayedir; para, kadın, mal ve saygınlığa ulaştıran bir meslek!
-Şeyhliğe hevesli olan her nefsi emmârede sahte mürşitlik yapmak ve insanları kendisine bağlamak dürtüsü mevcuttur.

Sonları nasıl oluyor peki! Yüz kızartıcı suçlar, cinsel taciz, dervişlerin mal ve parasını zimmetine geçirmek, rezil, rüsvâ olmak, cezâi hüküm giymek gibi. Çünki böylesi sonuçlar bunlar için şefkat ve rahmet tokadı yerine geçer. Belki süfli ve rezil bir hayata düçar olup, insanların kin ve nefretini kazanıp toplumdan tecrit edileceklerdir ama bu arada ilahlık iddiasından da vazgeçeceklerdir. Eğer Allah bunların önlerini yukardakilere benzer bir cezâ ile kesmez ve durdurmazsa gazâbı çok büyük olacak demektir. Bu durumda nefislerini (kendilerini) ilah olarak görmeye devam edecekleri için akibetleri otoriter ve kapitalist tağutlardan daha katmerli olur. Çünkü insanları Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmaya devam edeceklerdir. Arzularını, isteklerini, zevk ve şehvetini ilah edinmek aslında nefsini ilah edinmektir. (Bu nedenle bazı meal ve tefsirlerde bu ayet" Nefsini ilâh edinen kişiyi gördün mü? " tarzında ifâde edilmiştir ki doğrudur). Nefis içimizde yani bize ait bir program olduğu için de bu fiili işleyen aslında kendi ilahlığını ilan etmiş demektir. Firavun " Ben sizin en büyük ilahınızım, benden başka bir rabbiniz olduğunu bilmiyorum!" dememiş miydi?

Nefsi emmârede yukarıda saydığımız tağutlardakine benzer tanrılık iddiasında bulunma küstahlığı potansiyel olarak mevcuttur. Ne zaman ki Allah bir kişinin kulaklarını ve kalbini mühürler, basiretini (iç ve dış görüş alanını) örterse organizmayı ele geçirmek için uygun ortamın oluşmasını bekleyen bir virüs gibi ulûhiyet iddiası o zaman ortaya çıkıyor. Tasavvufun ilk ve son hedefi kelime-i tevhidi gerçekleştirmektir. Gerisi bunu sağlamaya yönelik bir sürü teferruattır. Kelime-i Tevhid geniş manada" Ben tanrılık iddiasından vazgeçiyorum. Arzu, heves, zan ve şahsi görüşlerimden, tercihlerimden Allah için vazgeçiyorum. Nefsimin şeytandan gelen emir ve direktiflerini arkama atıyor, Allah'ı ön plana çıkarıyorum " demektir.

Mürşid nefy-i ispat dersini -müridin imanı kurtulsun- diye verir.

Tasavvuf mürşid gözetiminde iman kurtarma sanatıdır. Böylece gerçek (tahkiki) iman şekillenir. Taklidi iman geçmişimizden bize tevârüs etmiş bir gelenektir. İçinde yaşadığınız toplum zaten müslümanlardan oluştuğu için bizde o kültürün bir parçası olarak Müslüman oluruz. İslam topraklarında doğmamız. Allah (Celle Celalühü)'ın bize büyük bir lutfudur. Fakat bu yeterli değildir. Dinimizi tanımamız ve yaşama gayreti içinde olmamız gerekir.

Mürşidin öncülüğünde gerçekleştirilen iman kurtarma sanatının iki aşaması vardır;

1-La ilahe (Nefy) : Tapılacak hiçbir obje ve kulluk edilecek hiçbir ilah kabul etmiyorum. (İlah yok )
2-İllallah (İsbat) : Kulluk, hizmet ve ibadet etmek için yalnızca Allah'ı kabul ediyorum. (Yalnız Allah var)

İmam-ı Gazali (ra) kelime-i tevhidin " İlah yok, yalnız Allah var " formatında algılanmasının çok önemli olduğunu vurgular. Allah'ı birlemek ve teklemek için tağut nefsiyle mücadeleye girişen kişi, azminin zaferini evliyalık nişanıyla elde ediyor. Sonra da insanların kurtuluşuna vesile olmak gibi ağır bir yükün altına giriyor. Nefis, insan görüntüsündeki bir vesileyi kabul etmek istemiyor. Rasulullah'ı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabul ettiler mi? " Bu da bizim gibi yiyip içen, alışveriş yapan, evlenen bir insan" dediler. Olağanüstü bir vasıta görmek hatta vasıtasız şahit olmak istediler. İnanmak için ya Allah'ın bizzat gelmesini veya meleklerini göndermesini şart koştular. İnsanı küçük görürsek o zaman Hazreti Âdem'e saygı göstermeyi reddeden İblisten bir farkımız kalmaz. Allah'a giden yolda insandan başka hangi varlık vesile olabilir ki!

Bitirirken :
Şahin'e geri dönüyorum. Kehanetlerinden birinde de 26 Eylül 2008 Perşembeyi Cumaya bağlayan gece öleceğini söylemişti. Öleceği günü söyleyen tanrılık iddiasındaki kişi! İlginç değil mi? O günlerde bunu bir esnaf dükkanında halden anlamayan bir nâdâna da söylemiş; Kızıl Tahir'e. Tahir, kızıl örgülü saçlarıyla ve tutuşmuş sakallarıyla adeta ortaçağdan kaçıp gelmiş bir Vandal. Mahallede oynayan çocuklardan bazılarını ortalıkta göremezsek hep aynı espriyi patlatırdık; " Tahir yemiştir! " O kaba adam Şahin'e tüyler ürperten bir tehdit savurmuş; işaret parmağını Şahin'e yönelterek "gözüm üstünde!" demiş; " 26 Eylül' de yanında olacağım. Hele bir ölme!" diye bağırmıştı ardından.

Aslında Tahir imanı bütün, has bir Rufai dervişi. Ama işte nasıl söyleyeyim; görüntüsüyle, heybet ve cesâmetiyle ecinni tâifesinden bir ifriti andırıyor. Şahin Tahir'in bu tehdidini ağlayarak anlatmıştı bize.! Korkudan öyle titriyordu ki gününden evvel ölecek sandık. Epey içini döktü bize Şahin; doğal şartlarda ölmek istediğini, tehdit altında ve başkalarının dışardan müdahalesi ile ölmek istemediğini söyledi. Tahir'e engel olmamızı hassaten rica etti. 26 Eylül gelip çattı. Şahin'in ölüm koordinatları tutmadı. Kızıl Tahir'de ilişmedi garibe. Hiçbir kehaneti de çıkmadı Şahin'in. Bunların hepsi tümörden oluyor.

Tümör olunca problem yok. Çünkü Şahin özgür yani özü gür bir insan. Hem yetkisiz hem de söylediklerinden sorumlu değil. Ancak içtenlikle söylüyorum şu tümörsüz tanrılar var ya " Keşke bizim de beynimizde tümör olsaydı " diye dizlerini çok dövecekler.

Vesselam…