Musibetlerin Hikmeti Üzerine… / Şenel İlhan Beyefendi’nin Sohbetinden

İnsanoğlu dünya ve ahiret yaşamı olarak iki dünyalı bir varlıktır. Bu gerçek sebebiyledir ki sadece bu dünya hayatına inanan ve ona endeksli yaşayan kişiler, yaşamları boyunca cevaplarını bulamayacakları sorular ve üstesinden gelemeyecekleri sorunlardan asla kaçamazlar.

Mesela, dünyaya eşit şartlarda gelmeyen insanların ilâhî adaleti sorgulamaları bu kabilden soru ve sorunlardır. Yine insanların hem iyilik hem kötülük duygularını birlikte taşıması, eylemlerinde özgür bir iradeye sahip olmaları, kötülük problemi, birçok suçun cezasının bu dünyada adil bir karşılığının olamaması gibi birçok mesele de ahirete inanmayan insanlar için hep çözümsüz problemlerdir… Yine sadece insanların değil, tüm canlıların en temel derdi ve en büyük kâbusu olan ölüm gibi yokluk gibi soruların cevabı da böyledir.

İşte insanların bu türden sorgu ve itirazlarına baktığımızda açıkça görülür ki onlar, sonsuz bir yaşamın olduğu, hastalık, acı, korku, kaygı gibi olumsuzlukların bulunmadığı, her zaman huzurun, barışın hâkim olduğu bir yeri, yani fıtratlarında kodlu olan, kutsal metinlerde bahsedilen cenneti aramaktadırlar.

Maalesef burası cennet değildir, ama muhakkak ki inananlar için o esenlik yurduna gidiş biletinin alındığı yerdir. Bu nedenle çözümsüz tüm sorularımızın cevaplarını ve çaresiz dertlerimizin ilaçlarını bizzat yaratıcıdan gelen kutsal metinlerde aramamız gerekir. Şüphesiz bu metinlerin de bugün en geçerlisi, son hak din olan İslâm’ın kutsal kitabı “Kur’an-ı Kerim”dir. Yine bu kitabın bizzat uygulayıcısı ve elçisi olan Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) sünnet ve hadisleridir…

İşte bu kitaba ve onun peygamberinin söylemlerine baktığımızda: “Sizler dünya ve ahiret olarak iki dünyalı varlıklarsınız. Bu dünyada imtihandasınız, o nedenle burada cennet misali bir yaşamı beklemeyin. İmtihan nedeniyle daha çok çile ve meşakkat içerisine serpiştirilmiş huzur ve rahatlıklar göreceksiniz. İşte bu psikolojide olun ki dünya hayatı sizin için daha anlamlı ve daha yaşanılır bir yer olsun.” diye bizleri uyardıklarını görürüz.

Nitekim: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 2/155), “(Bu, Allah’ın) iman edenleri temizlemesi ve kâfirleri mahvetmesi içindir.” (Âl-i İmrân, 3/141), “Allah sizin aranızdan cihad edenleri ve sabredenleri açığa çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmrân, 3/142) gibi bir hayli ayet bu gerçeği bize hatırlatır.

Evet, bu dünyada imtihandayız, bunun alametlerinin bir kısmı yukarıda izah ettiğimiz gibi, tek dünya içinde sıkışıp kaldığımızda çözemediğimiz problemlerdir. Bir kısmı da insanların sıfırdan başlayan yaşamlarında eğitilebilir, gelişebilir, bilgi ve becerilerini artırabilir, akıllı ve irade sahibi varlıklar olması, yaratılışlarında böyle bir yeteneğin var olmasıdır. Yine insana, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan, hayrı şerden ayırt edebilecek yeteneklerin verilmesi de aynı amaca matuftur. Bu itibarladır ki yaratıcının nezdinde insanoğlu, imtihana muhatap kılınmış, şerefli, itibarlı, değerli bir varlıktır. İşte bu üstün varlığın imtihanı da aklına, şerefine ve yaratıcı nezdindeki kıymetine uygun ölçüde zordur, karmaşıktır, girifttir.

Nitekim bir insanın nefsinin her türlü kötülüğe meyleden yapısı ile muhatap olup, onu terbiye ve tezkiye etmekle yükümlü olması hiç kolay değildir. Yine şeytan denen azılı bir düşmanın vesvese ve iğvalarıyla baş etmek zorunda kalması da öyledir. Velhasıl daha bunlar gibi birçok mesele ile sınanması insanın imtihanını gerçekten çok zorlu kılar.

Netice olarak insanın bu dünyada imtihanda olması demek, onun birçok sıkıntı, bela, musibet ve zorlukla denenmesi ve hak katında, inanç, duygu ve eylemlerinin takip edilip, manevi gelişiminin izlenmesi demektir. Bu nedenle başımıza gelen olayları sağlıklı değerlendirebilirsek, nefsimizin hoşlanmadığı zorluklar, bela ve musibetlerin bizim iyiliğimize olan şeyler olduğunu ve aslında imtihanımızla direkt bağlantısının bulunduğunu görürüz.

Nitekim hadis-i şerif veya ayet-i kerimelere göre musibetlerin bir kısmı, Allah’ın bir ikazı ve uyarısıdır; bir kısmı günahlara kefarettir; bir kısmı ise Allah’ın bir iltifatıdır, bir temizliktir. Bir kısmı da hak yanında bizim yüksek dereceler almamıza ve şerefli makamlar kazanmamıza vesiledir.

Enes (r.a.)’tan rivayete göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiştir: “Mükâfatın büyüklüğü, yıpratıcı imtihanın büyüklüğüne bağlıdır. Allah bir toplumu sevdiğinde onları değişik şekillerde imtihana tabi tutar. Kim razı olursa Allah’ın rızasını kazanır. Kim de kızar, kırgınlık gösterirse Allah da o kimseye kızar.” (Tirmizi, Zühd, 56)

Bu nedenle manevi büyükler başlarına gelen zorluklardan, bela ve musibetlerden gocunmamış, aksine rahat ve sorunsuz hayat onları tedirgin etmiş, endişelendirmiştir. Sebebi ise gayet açıktır ki imtihanın büyüklüğü, hak katında kıymetin, itibarın da büyüklüğü demektir. Nitekim aşağıda rivayet edilen hadis-i şerif bu manayı ifade eder.

“İnsanların en çok musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir, sonra derecelerine göre (veliler ve salihler) gelir. Kişi dinine göre bela ve imtihanlara maruz kalır. Eğer dine bağlılığı varsa, belası daha da artar. Fakat dininde gevşek yaşıyorsa ona göre musibetlerle karşılaşır. Kişiye belalar gelir gelir de artık onun üzerinde hiçbir günah kalmaz.” (Tirmizi, Zühd 57; Ahmed b. Hanbel, I/172, 174)

Musibetlerin bir kısmı işlenen günahlara karşılık gelir. Böylece o günahların cezası bu dünyada ödenmiş ve mahşerin zorluklarına bırakılmamış olur. “Size gelen musibet, işlediğiniz (günahlar) yüzündendir.” (Şura, 42/30) “Ateşin altın ve gümüşün paslarını giderdiği gibi, bir Müslüman’ın hastalığı da onun günahlarını giderir.” (İbn Mace, Tıb 18)

Netice olarak, diyebiliriz ki, müminlerin başlarına gelen bela ve musibetlerin birçok nedeni ve hikmeti olabilir, ama hepsi de sonuçta onun faydasına, onun hayrınadır. Nitekim: “Müminin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece müminde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd 64)

Evet, bu konuda daha çok şeyler söylenebilir, çok şeyler yazılabilirse de okuyucularımızı yormamak adına yazımı burada kesmek ve her zamanki gibi, değerli büyüğümüz Şenel İlhan Beyefendi’nin bu hassas konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacak ve okuyucularımıza geniş ufuklar açacak bir sosyal medya paylaşımı ile bitirmek isterim:

“Musibetler, apaçık ayetler, sahih hadis-i şerifler ve tüm ümmetin ittifakıyla; Allah’ın sevdiği, değer verdiği bahtiyar kullara verilir. İşte her musibete, tam da o sebepten rıza gerek,hamd gerek ve hatta şükür gerektir!

Fakat şu da bir gerçek ki; musibet bazen günahlara ceza veya kefaret amaçlı verilebilse de, cezanın ahirete bırakılmaması şefkati ve yine potansiyel yetenekleri ortaya çıkarıp, kişiyi nefs mücadelesine mecbur etmesi sebebi ile bu tür musibetler bile çok kıymetli ve sadece sevilen ve değer verilenlere gelen ilâhî rahmet ve merhamet armağanlarıdır.

Yoksa Firavun gibi hiç başı bile ağrımamazlık, bir el yağda öteki balda ve yar yanında bir hayat, insanı şu üç günlük dünyada biraz avutsa bile, asla mutlu da etmez ve kesinlikle huzur da vermez, iflah da etmez. Ayrıca, musibetsiz ve çeşitli imkânlar içinde konforlu bir yaşam, hem İslamî hem ilmî hem felsefî ve hem de aklî olarak apaçık ortadadır ki, kalitesiz ve kabiliyetsiz ruhların hayat ve yaşam biçimidir. Çünkü insanın üstü örtülü potansiyel yetenek ve ahlakları, sadece ve yalnız ve kesinlikle, musibetler ve “zor şartların zorlaması” ile ortaya çıkabilen ve ancak ve “sadece” böyle gelişebilen, üstün özelliklerdir. Yani, üstün ahlaklar, yetenekler ve akla gelebilecek her erdemin başka türlü, gelişmesi ve değişip dönüşmesi de imkânsız ve olmayacak bir şeydir. O sebepten, kabiliyet ve potansiyellerin ortaya çıkmasına vesile olan her şey, zor şartlar, musibetler, çileler, musibet gibi görünen gizli okullar, eğitimler ve terbiye sebepleridir.

Ayrıca şu da apaçık bir hakikattır ki: Konforlu ve kusursuz, musibetsiz ve potansiyelinin ortaya çıkmasına vesile olabilecek çilelerden yoksun, rahat yaşayanlardan ise, tarih boyunca bir tane bile önemli bir lider yetişmemiş, yüksek ahlaklı bir önder, erdem sahibi bir şahsiyet asla çıkmamıştır ve kesinlikle de çıkamaz.

Asgari ücretle geçinmek zorunda olan ve harama helale dikkat ederek, iffetli yaşamından taviz vermemek için adeta her an çırpınan bir insanın, hangi kahramandan ve seyr u sülûk yapan kabiliyetli bir dervişten aşağı kalır yanı vardır ki?”

Allah’a emanet olunuz.