İnsan, et, kemik, kan ve sinir yapısı gibi bedeni özelliklerinin yanısıra duygusal ve ruhi yönlerinin de mevcut olduğu kombine bir yapıda yaratılmış. Bu yönleriyle, yaratılmışlar içinde en üstün özelliklere haiz. Disiplin altına alınması gereken yönleriyle de bir o kadar hunhar ve vahşi bir yapı. Kan, bazen hayata can veren hayat suyu, bazen necis görülen mayi, kimi zaman da damarlarımızda gezen kutsanmış bir sıvı.
Taşıyıcısı olan insanla ilişkilendirilerek hakkında; "kanı kaynamak, kanı kudurmak" gibi imalarla ifade edilip, kendisine dikkat çekilen bir konu ve realite. En çok da "kan davası" ifadesiyle asırlardır toplumların kanayan yarası haline gelmiş bir sorun. Kanın davası mı olur diyenleriniz olabilir. Demeyelim! Zira bir toplum gerçeği olarak yüzyıllardır halledilemeyen kötü öykülerin kaynağı olmuş bir tanımlama. Hangi kendince haklı bir mazeret, diğer insanların canına kast etmeyi meşru gösterebilir ki?
Evet, daha çok öç alma duygusundan kaynaklanan ve sıraya konmuşçasına bir misilleme halinde karşılıklı olarak işlenen cinayetler silsilesidir kan davası. Daha çok cahiliye döneminin toplumsal bir hastalığı olan bu olaylar, en acı şekliyle günümüzde de tekrarlanarak devam etmektedir. Çünkü bu vahşetler, cahiliye devrinde kalmakta ısrar edenlerin yaptığı bir eylemler silsilesi olarak karşımızda durmaktadır. Yoksa insan gibi şerefli bir varlığı suçsuz ve sebepsiz yere öldürmenin tarifi başka ne şekilde yapılabilir ki? Zira din de bunun karşısındadır, bilim de. Nasıl bir psikolojidir bunun alt yapısı? Bunu hazmedebilmek kesinlikle imkânsızdır. Kendisinin de bir insan olduğunu iddia edenlerin bir başkasının canını alabilmek için fırsat kollaması, akla hayale sığacak bir vakıa olamaz. Olsa olsa bir cinnet yâ da ecinni iktidarı olarak görülebilir. Sanki kendi zaafları yokmuşçasına insan avlamak için bahaneler aramak! Bu nasıl bir öfke, nasıl bir bilinçaltı, nasıl bir sarsıntı, varın siz düşünün. Bu yüzden olmalı ki büyüklerimiz; "kanı kanla yıkamazlar" diyerek tecrübelerinin birer özeti halinde bu sözleriyle konunun muhataplarına uyarıda bulunmaktadırlar.
Peki, nedir öyleyse bunca yaşanan olay ve akan kanın sebebi? Gerek bireysel manada, gerek kabile kültürü olarak, gerekse dünya ülkelerinin savaşlarda akıttığı kan itibariyle düşünüldüğünde…
İlk sırada cehaletin geldiği düşüncesinde herkesin hem fikir olacağında hiç kuşkum bulunmamaktadır. Daha çok da namus, şeref, haysiyet, onur, gurur gibi kavramlar kalkan edilerek meşrulaştırılmak istenen toplumsal bir yaradır kan davası olayları. Yerel bölgelerdeki küçük meseleler sorun edilerek çıkartılan kavgalarda yaralama ve öldürme olaylarını tetiklemektedir. Bölgelerin sosyo-kültürel yapısının olaylara yüklediği kendince değer atfedilen çarpık bir zihniyetin ürünü olarak da bu eylemler gerçekleştirilmektedir.
Bundan başka ne gibi sebepleri olabilir diye şöyle düşündüğümüzde; hukuk sisteminin verdiği cezalarla yetinmeyenlerin kendi akıllarınca ve yöntemleriyle adalet tecellisine kalkışmaları, gelişen olayların ardından sulh yöntemlerinin tarafları memnun edecek biçimde sonuçlanmaması, hak ve adalete duyulan güvenin zedelenmesi... Yine verilen hukuki kararların yaraları saracak, insanları teskin edecek düzeyde yeterli gelmemesi, zaman aşımı beraatları, bireylerin eğitimsizlikleri, kültürel yapı, aile ve aşiret taassubu, başlık parası, kız kaçırmaların ardından gelen olaylar…
İntikam duygularının körüklenmesi, işlenen suçun şahsi olduğunun unutularak kıt bir düşünce ile yakınlarından bedel tahsiline gidilmesi, hukuksal boşlukların fırsatçılar tarafından doldurulması gibi hususlar da kan davalarına etki eden unsurlardır. Buna neden olan sorunlara daha da ilaveler yapılabilir. İktisaden insanların fakir olmaları, eğitim seviyesinin yerlerde sürünmesi, kendi yaşadıkları dünyanın dışında yaşananlardan bî haber olmak. Yine, kişinin insan olmasından gelen bir takım güzel özelliklerinin yanlış tahlili, cesaret, şecaat, onurluluk, mertlik gibi özelliklerin ters yüz edilmesi, durumdan vazife çıkarmak isteyenlerin yaklaşımları, menfaatçilerin olayları körüklemesi. Ve tamamen uluslararası politikalar ile mahallî, örfi ve geleneksel etkiler, kan davalarının meydana gelmesindeki baş aktörlerdir.
Cana kıymanın yasak olduğu hem din, hem de hukuk kurallarınca vurgulanmış olup, müeyyideleri de herkesin malumu… Küçük mazeretler arkasına sığınarak bireysel adam öldürmelerden tutun, son olaylarda gördüğümüz toplu olarak yapılan öldürmeler de dahil olmak üzere, hepsi de bir kan davasıdır hiç şüphesiz.
Öyleyse; 1400 yıl önce Veda Hutbesi'nde verilen mesajlar ve belirtilen bu hususlar dikkatle incelenmelidir. Tüm dünya insanları menfaatperest davranmaktan vazgeçmeli ve içinde bulundukları çifte standartlı tutumlarına bir son vermelidirler.
İnsanlığın huzuru topyekûn tüm dünya insanlığını "insan" saymaktan geçer. "Haksız yere birini öldüren, tüm insanlığı öldürmüş gibidir" ve "tüm inananlar kardeştir" hükümleri herkesin genel-geçer kabulü olarak hayat bulmadıkça; insanlık daha çook kin, öfke, kan ve barut istilasına maruz kalacak ve ne yazık ki cahiliye ölümleri de yaşanmaya devam edecektir. Bundan hiç kuşkunuz olmasın…
Peki, nasıl önlenebilir bu masum insan ölümleri?
Bu olayların önlenmesine yönelik çalışmaların başında hiç şüphesiz eğitim gelmelidir. Zira eğitimsiz toplumlardan sirayet eder cahilane fiil ve davranışlar... Bu eğitimin içinde hiç şüphesiz ahlak eğitimi de olmalıdır. Ahlak eğitimin olmadığı, sadece öğretimin olduğu toplumlarda öfke kontrolünü nasıl sağlayacaksınız?
Yine geleneksel kültürün hâkim olduğu yerlerden tutun, yaygın eğitimin köşe taşlarına, hatta kanaat önderlerine kadar bu hususta çok iş düşmektedir. Toplumun sözü dinlenen büyükleri tarafından bu konunun sürekli gündemde tutulmasına fırsat verilmelidir. Bu konuda birçok kan davasını, ilmi ile amil âlimlerin çözdüğünü unutmamak gerekir. İslam dininin ahlaki yaşantıya geçmesinde ve sosyal hayatta uygulanmasında yine onlara büyük işler düşüyor. İnsanların azgın ihtiraslarını frenleyen gözlerini kan bürümüş nefislerin, durgun ve dinginleşmesi için ahlak eğitimine her zaman olduğu gibi şimdi de çok ihtiyaç var.
Bu konuda konferans, panel ve bilgilendirme toplantılarına ilave olarak, televizyon programlarında da işin reyting yönünün ötesine geçilerek, eğitici ve aydınlatıcı programlar düzenlenmelidir.
Sorun, siyasi, sosyolojik ve kültürel boyutunun yanısıra inanç, ahlak ve moral değerler yönünden de ele alınmalıdır. Ekonomik analizler yapılmalı ve çözüm yolları aranmalıdır. Çok sayıda erkek çocuğu olmasını isteyen bir babanın gerekçe olarak; "arkam sağlam olsun" ifadesinin altında yatan sebep, psikolojik boyutlarıyla da irdelenmelidir. Erkek çocuk güç ve kuvvetin, kaba kuvvetin sembolü olmuş…
Evet, kan davalarına baktığımızda çok sıradan meselelerde, kişiliklerine yapılmış büyük bir saldırı gibi tepki verildiğini görüyoruz. Sorulduğunda ise "bugün bunu yapan yarın neler yapmaz." cevabını alıyorsun. Burası akıl, mantık ve ahlakın devre dışı kaldığı; yerini ise şeytan ve firavunlaşmış nefsin aldığı yerdir. Bu saha ise dinin sahasıdır. Din sosyolojik olarak bu sorunların çözüldüğü yerdir. Burada affetme kültürü, "Yaradılanı severiz Yaradandan ötürü, üç günden fazla küs kalan bizden değildir, komşusu aç iken tok uyuyan bizden değildir, veren el alan elden üstündür, acılar ve sevinçler paylaşılmalıdır, zenginin malında fakirin zekat miktarı hakkı vardır", bunun yanında "verirken bir elin verdiğini diğer elin bilmemesi gerekir" gibi daha da uzatabileceğimiz, Efendimizin oluşturduğu mükemmel sosyal hayatın ayrı ayrı incelenmesi gereken incelikleri değil midir?..
Efendimizden öğrendiğimiz "hediye ederken misvakın doğru olanının verilmesinden" yola çıkarak bugün ilkokuldaki bir çocuğa hediye ederken "sevdiklerinden vermek" kültürünü aşılarsak, o çocuk büyüyünce birisine hiç zarar verebilir mi?
İnsan'ın canı, malı, namusu, haysiyeti, tüm hak ve özgürlükleri ile dokunulmaz bir varlık olduğu insanlara muhakkak ezberletilmelidir. Aksi halde; şiddet denilen afetin küreselleşerek daha da vahim bir boyut kazanacağından endişe duymamak gerekir.
Cehalet tutsaklığından kurtulmuş, gerçeklerin aydınlığında insana hak edilen saygıyı gösteren ve insanlık şerefini ayakta tutmasını bilen toplumların üyeleri olmak dileğiyle…