Düşünce Mirasımız İmamı Maturidi/ Prof.Dr. Ali BARDAKOĞLU

İslam medeniyetinin kuruluşunda ve Türk kültür hayatının oluşumunda oldukça önemli bir yeri bulunmasına mukabil, klasik ve modern dönem kelamcıları tarafından yeterince araştırılmamış olan İmam Matüridi'yi, düşünce sistemini, bu düşünce sistemi üzerinde yükselen Matüridiliği, oluşum ve gelişim seyrini, etkilerini ve günümüze yansımalarını bilimsel yöntemlerle ortaya koyarak başta Kelâm olmak üzere İslami ilimler tarihinin inşasına katkıda bulunmak ve günümüz dini problemlerinin çözümünde bu birikimden yararlanma imkanını araştırmak amacıyla Mâtürîdîlik Mezhebi Ve Kurucusu İmam Mâtürîdî, üç gün boyunca 32 tebliğle anlatıldı.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ve İslâmi Araştırmalar Vakfı birlikteliği ile "Büyük Türk Bilgini Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik" konulu düzenlenen Sempozyuma dünyadan bir çok ilim adamı katıldı. Açılış konuşması ile büyük beğeni toplayan Diyanet işleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu'nun açılış konuşmasını yayınlıyoruz:

Bizleri böyle bir ilim sofrasında buluşturan yüce Rabbime sayısız hamd-ü senalar olsun. Güzel ahlakının ışığında hayatımızı mamur eylediğimiz Hz.Muhammed Mustafa'ya ve tüm peygamberlere sayısız salat ve selam olsun.

Bugün İmam Maturidi'nin bende bıraktığı izlenimleri size aktarmak istiyorum. Doğrudur, İslam dini, Hicaz'da doğdu, Hicaz'da gelişti. Oluşum döneminde Kur'an ve Sünnet merkezli olarak Hicaz bölgesi'nde tekevvün etti. Ama İslam kültür ve medeniyeti artık kenarlara doğru açılmaya başlayınca ilim havzalarıyla ve değişik medeniyetlerle karşılaştı. Ve dikkat ederseniz en güzel en çarpıcı eserler de bu karşılaşma havzalarında meydana geldi. Kur'an ve Sünnet bilgisi Mekke'de doğdu, Medine'de tekevvün etti. Ama kısa zamanda Irak'a geçti, oradan Maveraünnehre, Maveraünnehir'in ötesine, Fergana vadisine geçti ve orada o bölgenin kadim kültürleri ile karşılaştı. Bir sentez, bir metodoloji oluştu. Ve hemen geri döndü, ışık yansıdı ve Bağdat'ta "Hanefilik" oldu. Ebu Hanife ve Hanefilik mezhebine dikkat edersek, Hanefilik mezhebinin oluşumunda Maveraünnehir'in ve o bölgede yetişen alimlerin, çok büyük, belirleyici katkısı vardır. Hanefi mezhebi sadece Ebu Hanife imamımızın görüşleri etrafında oluşmuş bir mezhep değil…

Aslında onun başlattığı, öğrencilerinin devam ettirdiği, Maveraünnehir ulemalarının metod kazandırdığı ve böylece bir iki asır sonra da maturidilikle birleşerek adeta bir ilaç oldu, çare oldu. Biz Maturidiliği ve Hanefiliği fazla hissetmiyoruz hayatımızda ama hemen biliyoruz ki, Maturidilik, Hanefilikle beraber karışarak, iç içe geçerek - bunu mesela Bedaius Senaî'yi okuduğumuz zaman, 4.,5.,6. asır Hanefi kaynaklarına baktığımız vakit-, Maturidilikle Hanefiliğin iç içe olduğunu, adeta çayın içersindeki şeker gibi hayatımızın, İslam algımızın içine karıştığını, bizim dünya ufkumuzu, dünya görüşümüzü, din algımızı oluşturduğunu görürüz.

Hicaz'da doğan İslam medeniyeti, civara, kenara açılıp da orada farklı ilim ve kültür muhitleriyle karşılaşınca kendini test etmeye başladı. Sorguladı, sorguladıkça da yeni metotlar çok güçlü algılamalar oluştu. Mesela Endülüs havzası bu konuya bir örnek olarak verilebilir. Kuzey Afrika üzerinden İslam medeniyetinin Endülüs'e geçmesi ve Endülüs'teki o kadim Avrupa mirası ile buluşması, bizim için çok müstesna ürünlerin ortaya çıkmasına da yol açtı. Daha sonra aynı verimliliği Filistin'de görüyoruz. Daha sonra aynı verimliliği İstanbul'da görüyoruz. -İstanbul da bir görüşme noktasıdır- Kazan'da görüyoruz, Saraybosna'da görüyoruz. Dikkat ettiğimizde bunlar hep İslam medeniyetinin diğer havzalarla diğer medeniyetlerle buluşması, karşılaşması, kendine olan inancının ve özgüveninin artması, özgüvenle şaheserlerin, kalıcı eserlerin, kalıcı düşüncelerin, kalıcı ekollerin oluşması demektir.

Çok ilginçtir, ulaşımın zor olduğu o dönemde o günkü imkanlarla İslam coğrafyasında iletişimin çok kuvvetli olduğunu görüyoruz. Fikir ve bilimin kısa bir süre sonra Endülüs'ten Bağdat'a geldiğini görüyoruz. Kuzey Afrika'daki bir fikrin bir iki yıl sonra Orta Asya'da tartışılmasından ve o günkü coğrafyada iletişimin bu kadar hızlı olmasından ilim merakının ve ilim aşkının ne denli yüksek olduğunu anlıyoruz. Bu durum aynı zamanda o günkü İslam dünyasında düşünce atmosferinin ve hür tartışma ortamının yüksek olduğunu göstermektedir. Düşünceler kendi havzalarına kapanırsa, yanlışlarını test etme imkanı bulamaz. Ancak dışa açıldıkça hem kendi yanlışını bulur ve giderir, hem de kendini test etme imkanı bulmuş olur. Ayrıca kendine öz güveni artar ve bu karşılaşmadan daha güçlü olarak ortaya çıkar.

İmam Maturidi de öyle zannediyorum ki böyle bir karşılaşmanın armağanı olarak ortaya çıkmış büyük bir imamımız ve büyük bir düşünürdür. Ana hatlarıyla ifade etmek gerekirse; insan iradesinin önemini, insanın bizzat sorumlu olduğunu anlatmıştır. İyi, doğru ve güzelin, din istediği için değil, bizzat dinin doğru ve güzel olduğu için, Allah tarafından emredildiğini bize fark ettirmiştir. Bu önemli bir bakış açısıdır. Bütün bunlar Müslümanlıktaki, özellikle Anadolu'daki hoşgörüyü, aklı ve nakli dengede tutan ve besleyen ana damarlar olmuştur.

İslami İlimleri Araştıma Vakfı'nın bu konu ile ilgili engin, deneyimli araştırmalarını biliyoruz. Prof. Dr. Bekir Topaloğlu hocam İslam dünyasında ilk defa İmam Maturidi'nin "Tevilat-ül İslam" adlı eserini çok hayırlı bir çalışmayı bitirmek üzeredir. İmam Maturidi'nin kalıcı eserini İslam dünyasına kazandırdığı için kendisini yürekten tebrik ediyorum.

Yine Prof. Saim Yeprem Hocamız, "İmam Maturidi ve İrade Hürriyeti" üzerine yıllar önce çalışma yapmıştır. Bu sempozyum hakikaten, sahasında ilklerden biridir. Şu anda Avrasya coğrafyası, bu mirasın farkına varma eşiğine gelmiştir. Mesela iki ay önce Kazakistan'da "İmam-ı Azam ve Bizim Kültürümüzdeki Yeri" isimli dünya çapında önemli bir toplantı tertip edildi. Mübalağa etmiyorum; gün geçmiyor ki, Avrasya coğrafyasında, Balkanlar'da, Kafkasya'da Maturidilik veya Hanefilik üzerine toplantı olmasın…

Artık Avrasya coğrafyası o kendini besleyen ana damarın önemli olduğunu anladı ve bu mirası fark etmenin ve sahiplenmenin eşiğindedir şu an. İnanıyorum ki bizim bu ana damarları fark ettiğimiz andan itibaren kendimize olan öz güvenimiz artacaktır. Bizim böyle tarihi mirasımızla buluşmaya çok ihtiyacımız var. Biz dün çıkmış bugün zuhur etmiş nevbahar bir medeniyet, nevzuhur bir toplum değiliz. Bizim Peygamber Efendimizden günümüze 1400 yıllık bir medeniyetimiz var. Bu medeniyet köklü bir medeniyettir. Asırlardan beri gelen, düşünce dünyamızdan sanata kadar büyük bir İslam medeniyeti ve kültürümüz var. Bu kadim kültürümüzün farkına varmamız bizim öz güvenimizi sağlamaya yeter. Yeter ki bunların farkında olalım. İmam Maturidi, 21. yüzyıla taşımamız ve tanıtmamız gereken çok önemli bir düşünürümüzdür.

Bizim ufkumuzu açmış, Kuran'ın ve Peygamber Efendimizin sünnetinin yolunu bize göstermiştir. Gelişmemizi ve fikri beslenmeyi sağlayacak o pencereyi devamlı açık tutmak gerektiğine inanıyorum. İSAV'ın İmam Maturidi üzerine yaptığı ve bütün dünyadan 32 tebliğcinin katıldığı bu çalışmayı tebrik ediyorum.

Mensupları tarafından ‘Hidayet sancağı', ‘Hidayet önderi', ‘Kelamcıların lideri' gibi övgülere mazhar olan ve buna rağmen Tabakât ve mezhep tarihi kitaplarında isminden bahsedilmeyen Matüridi, hayatı boyunca ehl-i sünnet akidesini öğretmek ve müdafaa etmek için çaba göstermiştir. Gerek tamamen akla dayanan Mu'tezile ile, gerekse nakle dayanan selef akidelerinin iyi yönlerini birleştirmiş ve ehl-i sünnet çizgisini muhafaza etmiştir.