İnsan Ya Allah’a Dost Olmalı Ya Da Bu Yolda Ömür Geçiren… / Şenel İlhan Beyefendi’nin Sohbetinden

Aklı olan her insan, şu kısacık dünya hayatında sosyal statü olarak iyi bir yerde olmak, ekonomik olarak iyi bir konumda bulunmak ister; bunun için çabalar ve bu çabalarının sonuçlarını da bu dünya hayatında bir şekilde görür. Yani herhangi bir konuda azimli olan kişileri bir zaman sonra hedeflerine, ideallerine ulaşmış olarak görebilirsiniz. Zira bu sonuç, “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 53/39) ayetinin de bir tecellisidir. İnsanlar arasında çoğunlukla tecrübe edilmiş bir şeydir ki Rabbimiz çalışanlara karşılığını verir; ilim için çalışan ilim sahibi, servet için çalışan servet sahibi, makam için çalışan makam sahibi olur. Sünnetullah bu şekilde işler ve herkes çabalarının sonucuna bir şekilde ulaşır. Bu nedenle dünya ehli olanları dünyanın makam ve serveti peşinde koşarken gördüğümüz gibi imanı güçlü, manevi iştiyakı fazla, havas meşrep kulları da ahiretin derecelerine ulaşmak için azim ve gayret içinde görürüz.

Resulullah Efendimiz (s.a.v.) hadis-i şeriflerinde buyururlar ki:

“Dünyada bir garib gibi, yabancı gibi, hatta bir yolcu gibi ol! Kendini kabir halkından biri gibi kabul et.” (Tirmizi, Zühd, 25)

“İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar.” (Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, 2/312)

Bu hadis-i şerifler bizlere dünyanın ne olduğunu, “yolculuk ve rüya” gibi geçicilik ve kısalığı çok açık olan yaşamımızdan iki örnekle veciz bir şekilde anlatmak ister...

Gerçek şu ki dünyanın servet ve makamları güzel bir rüya kadar kısadır. Bir kişinin eline rüyadaki makam ve servetten hiçbir şey geçmediği gibi dünyanın makam ve saltanatından da hiçbir şey geçmez. Hayatın gerçeklerine baktığımızda şunu görürüz ki gelip geçici dünya ile oyalanmış, onu biriktirmiş, orada kral olmuş, Karun gibi zengin olmuş kişilerin bugün esamesi okunmaz; ama Allah dostu âlimlerin, velilerin kitapları elden, menkıbeleri dilden, sevgileri gönülden düşmez… Demek ki Allah’ı sevmek ve Allah’ın sevdiği kullardan olmak, dünya ve ahirette huzur, mutluluk ve kurtuluş sebebidir… Biraz aklı olan kişilerin bu kadar açık gerçeği iyi görmeleri, bu yaşanmış hayatlardan gerekli dersleri çıkarmaları gerekir.

Dünya hayatı kıpır kıpır önümüzdedir, zevkleri de öyle. Dolayısı ile insanları kendine güçlü bir mıknatıs gibi çeker... Güneşin çekim kuvvetinde dolanan dünya gibi, insanlar da dünya nimetlerinin çekiminde dolanıp dururlar ve bu cazibeden kolaylıkla çıkamazlar... Ancak bu cazibeden kurtulanlar öncelikle Allah’ın seçtiği kullar ki bunlar Nebiler ve Resullerdir; sonra da veliler, Allah dostları bu çekim kuvvetinden büyük bir azim ve gayretle hâlâs bulabilenlerdir.

“İnsanların içinde ahirete gidip gelmiş cennet ve cehennemi görmüş kullar var mıdır?” dersek Efendimiz’in (s.a.v.) bu bahtiyar kullardan olduğu malumdur... Nitekim Miraç hadisesi bu mevzu ile alâkalıdır. Onun gerçek varisleri de Efendimizin bereketiyle kendi çaplarında bu ilimlerden nasiplidirler.

İşte bu derece yakîn sahibi bir Allah dostu, dünya ile ahiretin kıyasını elbette çok iyi yapacaktır. Dolayısıyla Rabbin hoşnutluğu ile birlikte sonsuz bir cennet hayatı, dünya nimetleri ile kıyas bile olmayacaktır. Ama o kişi elbette dünyadan da nasibini unutmayacaktır. Zira Allahu Teâlâ ayet-i kerimesinde buyurur ki: “De ki: Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.” (Â’raf, 7/32)

Bu ayet-i kerimeden anlaşılıyor ki dünya nimetleri de aslında müminlere has kılınmıştır. İnanmayanlar her ne kadar ortak olsalar da bu nimetler dünya hayatında Allah’a inanan ve ibadet edenler için yaratılmıştır. Kıyamet günü ise sadece onlara tahsis edilecektir. Yani bazı Müslümanların büyük bir yanılgısı olan “bir hırka, bir lokma” mantığı ile dünyadan el etek çekmek doğru değildir. Müslümanlar meşru surette dünyadan faydalanmalı, imkânı varsa zengin de olmalıdır. Zira zenginlik güçtür ve güçlü Müslüman zayıf Müslümandan elbette daha faydalıdır. Lâkin müminler için tehlikeli olan, dünya-ahiret dengesini ayarlayamayıp dünya nimetlerini ahiret kazancına tercih etmek ve ahireti neredeyse yokmuş gibi ihmal etmektir. İşte Müslümanların bu tehlikeye karşı dikkatli olmaları gerekir.

Allahu Teâlâ bir ayet-i kerimesinde şöyle buyurur: “Fakat sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret, daha hayırlı ve süreklidir.” (A’lâ, 87/16-17)

Abdullah İbni Mesud (r.a.) bu ayet üzerine şöyle bir açıklamada bulunur: “Dünya hayatını ahiret hayatı üzerine tercih etmemizin sebebi, dünya hazır önümüzde duruyor. Yiyecekleri, içecekleri, kadınları, zevk ve güzellikleri ile hemen takdim edilip bize veriliyor. Ahiret ise önümüzde gözle görülür durumda hazır bulunmuyor. O bakımdan biz peşin olanı aldık, sonra verilecek olanı bırakıverdik.”

İşte Abdullah İbni Mesud gibi dünya hayatına Efendimiz’in (s.a.v.) nazarı ile bakabilen gerçek İslam âlimlerinin, dünya-ahiret dengesini şaşıran ve bu konuda ölçüyü kaçıran ümmetin her bir ferdine, ister istemez “Aklınızı başınıza alın.” şeklindeki nasihatleri, ikaz ve uyarıları da kaçınılmaz olur… Ve bu mübarek insanlar bizlere durmadan sanki şu tembihleri yaparlar:

“Ey insanlar! Nasıl ki şu kısacık hayatta en iyi makamları istiyor, arzuluyorsunuz; gerçek müminler iseniz aynı arzunuz, talebiniz ve duanız ahiret hayatı için de olsun. Yani hem kendiniz hem çocuklarınız hem sevdikleriniz için bu konuda dua, dilek ve temennilerde bulunmayı ihmal etmeyin. Zira ahirette sonsuz bir hayat ve sonsuz güzellikler var… Efendimiz’in (s.a.v.) komşuluğunda, Allah dostlarının arasında, en itibarlı cennetlerde, en gözde misafirler olarak ağırlanmak, hatta binlerce yakınına şefaat edebilmek imkânını elde etmek var… Bütün bu güzellikler için çalışmaya değmez mi? İnsanın biraz aklı ve imanı varsa hedefine bu amacı koymaz mı? Ayrıca hadis-i şeriflerden de biliyoruz ki bu amaç uğruna çalışan birisi gayesine ulaşamadan vefat etse bile, Rabbimiz bu güzel niyetinden dolayı onu bu yüksek makamlara çıkaracaktır.”

Sonuç olarak diyebiliriz ki Allah’a dost olmayı arzulamak ve bu uğurda yılmadan mücadele içinde olmak bu dünyada akıllı her müminin vazgeçemeyeceği hedefi olmalıdır. Yalnız bunun kolay olmadığının bilincinde olarak, daha da önemlisi kendi onayı ile değil, Allah dostu bir büyüğün önderliğinde ilim ve ahlak eğitiminden geçip onun denetiminde bu dostluğu kazanmaya çalışmalıdır… Yoksa Allah muhafaza buyursun haddi aşmak da adaletsizce hüsn-ü zanlarla insanın kendini kandırması da kolaydır.

İşte böyle bir yakîn sahibi, ilim ve irfan ehli büyüğümüz olan Şenel İlhan Beyefendi’nin, mümin kardeşlerini güzel ahlak sahibi olmaya, yalanın her türlüsünden sakınıp doğru ve düzgün bir mümin olmaya, özetle Allah dostu olmaya veya en azından bu uğurda azim ve gayret içinde bir hayat sürmeye çağıran, özlü bir sosyal medya paylaşımını sizlerle paylaşmak istiyorum:

İnsan Ya Allah’a Dost Olmalı Ya da Dost Olma Yolunda Ömür Geçiren

“İnsan ya Allah’a dost olmalı ya da dost olma yolunda ömür geçiren… Ama hem ahlaksız hem nakıs ve hem de tembel olduğu halde evliyalık taslamamalı… Bunun, en büyük günahlar işleyen fasıklardan daha büyük fasıklık, ahlaksızlık ve günahkârlık olduğunu bilmeli ve bu durumdan derhal tevbe edip Allah’ın gazabını üzerine çekmemelidir. İmansız gidenlerin çoğunun bu tür adaletsiz zalimlerden çıktığını, hiç ama hiç akıldan çıkarmamalıdır…

Haddini bilmeli ve kendini bilmelidir... Doğru yol budur. Doğruluk budur... Haddini bil, kendine hayali velayet icazeti verme yanlışından dön...

Güzel ahlak sahibi olmak, merhamet, cömertlik, ihlas, yiğitlik gibi Allah’ın sevdiği özellikleri kazanmak için çalış ve bu çalışma işini, kesinlikle dünyadaki her işinden daha önemli ve ciddiye alarak yaşa... Hiçbir dünya işi seni bu amaç ve idealinden gaflete sokmasın ve kesinlikle bu değişme ve dönüşme davandan asla vazgeçme... Bu yolda yaşa ve bu yolda öl!

Allah’ın yardımıyla başarırsan ne âlâ, yok başaramazsan, bu yolda yaşayan ve mücahede eden kişilerden olup peygamberlerle, velilerle haşr olursun şüphen olmasın…

Ama sakın, fasık ve ahlaksız olduğun halde manevi makamlar iddiası hayali ve hadsizliğine düşme... Ne kadar kötü adam olursan ol, bu kadar düşme!

En büyük günahlara düşsen de, Allah yolunda, O’na dost olma yolunda çalışmayı bırakacak kadar, alçalma; bu kadar asla düşme ve Allah’tan vazgeçmenin, Allah dostlarından uzaklaşmanın, nefsani özgürlük gibi duran alçaklığını özgürlük sanma mahkûmiyeti ve mahrumiyetini ve zilletini asla kabullenme... Bu kadar da düşme!

Kalk tevbe et, adam olma, Allah adamı olma yolunda, çalışmaya başla...

Sakın ola ki, her ahmağı ve başı sarıkla, yüzü mübarek sakalla süslü ama kalbi harap, merhametsiz, sevgisiz, korkak, zibidileri de Allah dostu ve veli sanma…

İşte bu, yarın mahşer günü, “Neden bu yaratığı benim dostum sandın da, gerçek dostum olan falanca zatı düşman edindin veya ondan kaçarak uzaklaştın?” sorusuna muhatap olacağını ve ümmetin çoğunun da böyle kaybedeceğini hiç ama hiç unutma!

 

Sakın ola ki asla bu kadar alçalma, ahmaklaşma ve düşme… Düştüysen de kalk…

Tevbe et ve sakın bir daha asla düşme!”

Allah’a emanet olun.